Tubing

Geçtiğimiz hafta sonu pazar günü tubing (ya da toobing) denilen bir aktivite yaptik.
Tubing dediğimiz şey aslında biraz Antalya Köprülü Kanyon’da yapılan raftingi andırıyor. Yine yavaş akan bir nehir (ama çamur renginde) söz konusu. Şamrellere oturuyor herkes tek tek, mayolarla tabi. Şamrellerden birine de buz kutusu oturtuluyor. İçine önceden çeşitli yiyecek içecek dolduruluyor. Buz kutulu şamrel bir kişinin şamreline bağlanıyor ve herkes kendini nehrin akıntısına bırakıyor. Yaklaşık 4-5 saat böyle nehir üzerinde, buz kutusundan yenilip içilip lay lay lom olunuyor. Internet’ten şöyle bir resim buldum sizler için:

Fakat beni bunları yazmaya iten şey bu tubing hadisesinin ilginç olduğunu düşünmem değil, tubinge gidilirken, tubing sırasında ve tubingden sonra yaşanan ufak tefek olaylardır.

Mesela???

Tubing’e gittiğimiz insanların arasında bizim bölümden bir hoca da vardı. Şimdi “bölümden hoca” deyince aklınızda böyle göbekli, yaşlı, sinirsek, ciddi bi tip canlanıyo di mi? Böyle mesafeli, böyle insanın asla da yanında mayoyla durmak, hele ki bir nehir üstünde ordan oraya salak salak suda sürüklenmek istemeyeceği bir tip :) Ama tahmin edebileceğiniz gibi burdaki hocalar bizdeki hocalardan değil. Gençten bir adamdı bu hocamız, “gay” kendisi aynı zamanda. Rahat bir insan, ama öğrencileriyle bir simit üzerinde mayosula eğleniyo diye kimse de ona ertesi gün şaban muamelesi yapmıyor. Her neyse, bizim hiçbirimizin arabası olmadığı için Rod’un (işte hoca canıım, ismiyle hitap ediyosunuz:) arabasına bindik biz üç Türk. Yola çıktıktan sonra bize bir CD kutusu uzatıp “Ne dinlemek istersiniz, seçin dinleyelim” dedi. Tümay Janis Joplin CD’sini görünce “aa hadi bunu dinleyelim” dedi. Başladık dinlemeye… (Ki be Janis ablamızı çok severim)

Gideceğimiz yer New Orleans’ın kuzeyindeki Pontchartrain Gölü’nün diğer tarafında kalan Mandeville adında biryer idi. Yani gölü baştan başa geçmek gerekiyordu – ki sağolsun arkadaşlar düşünmüşler, gölü baştan başa geçen bir köprü, daha da doğrusu otoyol, yapmışlar. Dünyanın en uzun köprülerinden biriymiş sanırım. Bu şekilde Janis Joplin dinleyerek bir gölün tam ortasında arabayla gidiyor olmak bana oldukça ilginç geldi. Tam o sırada Rod birden müziği durdurdu ve “Ben bu parçayı çok severim. Bakın ne dediğini anlayabiliyor musunuz” diye sordu. Tabi ki anlayamıyorduk. Hatta sözleri seçebilsek de Janis Joplin’in ne demek istediğini anlamamıza hiç imkan olmadığını Rod bize şarkının sözlerini açıklayınca anladım. Janis Joplin, Me and Boby McGee adlı parçasının ilk kıtasında şunları diyordu:

“Busted flat in Baton Rouge, waiting for a train
And it’s feeling nearly as faded as my jeans.
Bobby thumbed a diesel down just before it rained,
It rode us all the way to New Orleans. ”

Meali: (NOT: acelem var, iğrenç bir çeviri olacak haberiniz olsun)
Baton Rouge’da beş parasız tren bekliyoruz.
(busted flat-beş parasız demekmiş mesela, nerden bilicez Rod olmasa. Baton Rouge Louisiana’nın -yani New Orleans’ın bulunduğu eyaletin- başkenti)
Neredeyse üzerimdeki kot kadar soluk hissediyoruz (hiç sormayn nasıl oluyor soluk hissetmek, baştan dedim çeviri kötü olcak diye)
Bobby yağmur başlamadan hemen önce bir kamyon durdurdu (Bobby thumbed- otostop çekmiş arkadaş :)
Kamyon bizi New Orleans’a kadar götürdü. (Gördüğünüz gibi şarkımız tesadüfen New Orleans konseptimize uyuyor, pek güzel.)

Sonra Rod bize Janis Joplin’in hayatından, nerede doğup büyüdüğünden ve tabi ki nasıl öldüğünden falan bahsetti. Hatta Rod zamanında Janis’in kuzeniyle aynı yerde çalışıyormuş… Bu şekilde gölün üzerinden geçip Mandeville’e vardık.

Sonra şamrellere atladık, bıraktık kendimizi nehire. Fakat nehir aşamasında olaylar benim sandığım gibi gelişmedi. Ben suyun biraz daha hızlı akmasını bekliyordum. Hadise benim aklımda daha bir spor hadisesi gibi canlanmıştı (Köprülü Kanyon’da kürek çekilir en azından). Fakat durumun hiç de benim düşündüğüm gibi olmadığını anlamam için çok fazla vakit geçmesi gerekmedi. Bir kere bizim gibi en az on kişilik başka bir çok grup vardı. Yani nehrin üstü oldukça kalabalıktı. Ve bu birbirini tanıyan insanlardan oluşan gruplar, birbirlerinin şamrellerini ayaklarıyla tutarak, su üzerinde kıç kıça yol alma eğilimi göstermekteydiler. Koca nehrin üzerinde 5-10 kişilik gruplar halinde öbekleşmiş insanlar. Bence gerçekten çok abzürd bir görüntüydü. Ama bundan daha da abzürdü, tubinge sürekli geldikleri her hallerinden belli olan bazı gruplardı. Çünkü bu insanlar şamrellerinin üzerine örtmek için çarşaf getirmişlerdi. Böylece daha bir koltuk havasına bürünüyor, daha bir rahat oluyordu şamreller. Ama bununla da bitmiyordu. Arkadaşlardan bir kısmı teyp de getirmişlerdi. Nasıl ki buz kutusunu şamrele koyup yanımızda taşıyabiliyoruz, teybimizi de pekala o buz kutusunun üstüne falan koyabiliriz!

Şimdi Türkiye’de olsa nasıl bir tepki gösterirsiniz buna? Bir kere muhtemelen o müzik setinden Ankaralı Turgut, ya da Mahsun Kırmızıgül, İbrahim Tatlıses tadında bir sesler yükseliyor olur. Hemen “öküz” deriz değil mi. Yani oraya kafanı dinlemeye doğa ortamına gelmişsin. Bir dur, di mi???

Hayır :) hayır yaaa.. Bakın şimdi çok abzürd :) Yani o teyp önce Pearl Jam ve Creedance Clear Water Revival çaldı bizlere… Sonra akıntı hızlandı biraz, teybin sahipleriyle aramız açıldı duyamadık. Bir ara yeniden yaklaştığımızda Pink Floyd çalmaya başladı. “Wish you were here”…

İşte o anda ben yine şöyle bir çevreme baktım. Kendime baktım… Düşündüm…

Amerika kıtasının ortalarında falan mıyımdır şu an? Evet belki… Kahverengi sularda yüzüyorum, güneş gereğinden fazla parıldıyor. Ayaklarımla gay hocamın simidine tutunuyorum. Benim simidime tutunmuş iki başka insan var. Böyle su üzerinde bir öbek halinde ilerliyor, sanki bir evin oturma odasında gibi sohbet falan ediyoruz. Elimizde içecekler. Nehrin etrafında sık ağaçlar var. Ara sıra nehre düşmüş olan ağaç gövdelerine takılıyoruz. Öbek bir anda dağılıyor ve herkes elleriyle suda kürek çekerek kurtulmaya çalışıyor. Sonra yine bir araya geliyoruz. Sonra bir başka grup insanla karşılaşıyoruz nehir üzerinde… Teypleri var bunların. Pink Floyd “Wish you were here” çalıyor. Herkes susuyor öyle sessiz sessiz dinliyor.

Yok var bu işte bir abzürdlük evet…
Ayrıca ağaçların arasındaki hayvanların bizim hakkımızda ne düşündüklerini çok merak etim mesela ben.

Dönüşte Rod’un canı McDonalds’tan Mc Flurry diye bi dondurma varmış ondan istedi. (mışlı konuşuyorum daha önce yememiştim ben, Ilgiki’nin çok sevdiği kalmış aklımda sadece). Güneşte kızarmış suratlarımızla tükkana girip 4 tane Mc Flurry aldık. Billy Holiday dinleyerek ve dondurmalarımızı kaşıklayarak eve döndük.

Bu gezimizde öğrendik ki Amerikan kıroları Pink Floyd dinliyor :)

Bu olay es kaza Türkiye’de gerçekleşmiş olsaydı eğer diye düşündüm…. Aklımda canlanan ilk görüntü Hocanın şamreli iple benimkine bağlanmış halde, ben ellerimi kürek yapmışım, o kıçını yaymış, akıntıya karşı kürek çekiyoruz. O sırada akıntıya kapılmış giden bir teyp geçiyor yanımızdan…. “gülüm beniiiiiğğğim, gülüm beniiiiiğğğim, derdim aşkıııığm, canım benim. ayırmasın mevlam biziğğğ; budur inağğn tek dileğiym.”

Her iki öyküde de ben çalan şarkılarda sadece bir kişiyi düşünüyorum…. ;)

-to be continued-

  • Share/Bookmark

4 Yorum »

  1. Anonymous said,

    Temmuz 28, 2005 @ 14:27

    aloo.. düygümm..
    burdan seni okumak cok guzel. bugun bana tam bi düygü günü oldu meylini günlügünü okudum meyl attim.

    burun diregini sizlatan cinsten bi ozlem.

    bunun konuyla ne ilgisi var dersen, yok.

    ilg2

  2. SIDIKA said,

    Temmuz 29, 2005 @ 03:07

    canimmm

    ben de uye oldumdu yorum yazayim derken :)))
    senin e-mailin beni buralara kadar getirdi
    eee tabi yazdiklarini okumak cok hosuma gitti kasetteki minik duygum dan sonra…
    neyse öle biseyler iste herseyde bi hayir vardir :)))
    tabi universitede hoca olunca dokandi birazcik yazdiklarin :(
    kadina da sinir oldum bu arada

    ben bir yil japonyada yasadiktan ve japonlari tanidiktan sonra nelere takar oldum bir bilsen..
    burada anlatmasi cok uzun surer belki bir gun bir yerde bulusuruz:)
    ben bi kongre bulayim da geleyim en iyisi
    kocaman optummmm

  3. melinda said,

    Temmuz 28, 2007 @ 00:44

    E güzelmiş… Bir nevi suüstü brunch!
    Hele ki Janis Joplin varsa özette; Rod ile Mars’a bile giderim. O anlatır ben dinlerim Janis söyler Tey tey tey…

  4. burcin said,

    Temmuz 29, 2008 @ 19:04

    biraz fazla geç farketmişim bu blogu ama çok zevkliymiş baştan başladım okumaya :)

RSS feed for comments on this post · TrackBack URI

Yorum yapın