Mardi Gras* – Yağlı Salı Mı Yoksa Kirli Salı Mı?
Düygü Norrlins’tan Mardi Gras raporunu bildiriyor: Neler oldu? Neler gördük?
1) Sokaklarda yürüyen insanlar, yani kalabalık sokaklar gördük. Trafik sıkışması gördük… Kendimizi Türkiye’de sandığımız anlara rastlandı. Çünkü bu şehrin sokakları inanın boş. Yani normal zamanda dışarı çıkıyorsunuz mesela, sokakta kimse yok. Kimse yürümüyor. Çocuk görmüyorsunuz, yaşlı görmüyorsunuz. Sokakların boş olması o kadar belirgin bir fark ki aslında, Mardi Gras yüzünden kabalıklaşan şehir, insanların park edemeyecekleri arabalarını kullanmamaları yüzünden ailecek sokakta yürümeleri sebebiyle, sanki Ankara’nın bir Kızılay’ı, sanki İzmir’de bir Karşıyaka Çarşı gibiydi… Meksikalı kırolar sayesinde kendimi daha da evimde hissettim. Gidip boyunlarına atılıp “ne güzel de öküz öküz bakıyorsunuz, you make me feel like home again” diyesim geldi. Bugün postaneye gitmek için dışarıya çıktığımda her şey normale dönmüştü. Yine kimseler yoktu etrafta. Herkes biner binmez ilk iş kapılarını kilitlediği arabalarının içindeydi. Tabi ki Mardi Gras’nın ilk saatlerinde hoşuma giden bu kalabalığın, daha sonra bana canlı karabasan yaşatacağını nereden bilebilirdim :)
2) Çeşit çeşit süslemiş ve içine sokaktakilere boncuk atan bir miktar kostümlü insan doluşmuş kamyonlar gördük. Güzeldi:
3) Gittiğimiz bir restorantta, İngilizceyi (Amerikan aksanıyla) sular seller gibi konuşan genç (teenager ve üstü) Asyalılar gördük. Garsondular. Bu bize çok ama çok garip geldi, çünkü İngilizceyi anadili gibi konuşan bir tek Asyalı tanıyorduk yakınen (Uyen). Onun dışında, okulda sınıftaki çekikgözlü arkadaşlarımız da, çekikgözlü hocalarımız da “çançinçon” aksanlı İngilizce konuşmakta olduklarından ve kendileriyle aramızdaki “dil bariyeri” Berlin Duvarı’na benzediğinden (yıkılmamış hali) hiç alışkın değildik bu duruma. Mardi Gras bir de bizim bu vesileyle, aslında bu şehr-i acayib’de ortaokul lise çocuklarını ortalarda normal zamanda hiç görmediğimizi farketmemizi bir kere daha sağladı. Bizi şaşırtan Asyalı garsonlarımızı ilk defa görüyorduk, çünkü muhtemelen Mardi Gras’da okul tatil diye tükkanda annelerine babalarına yardımcı oluyorlardı.
4) Pratik düşünme yetsinden yoksun Amerikalıları gördük birkez daha. Arabalarıyla her yere gidişlerini, park edecek yer bulamayıp 1 saat boyunca dönenip duruşlarını gördük. Normalde hiçbir yere yürümeyen bu insanların, mecbur kalınca en ufak şikayetlenmeden uzun uzun mesafeleri çatır çatır yürüdüklerini gördük. Toplu taşımasızlığın ne kadar iğrenç bir şey olduğunu gördük bir kere daha. İnsan bir servis otobüsleri yapar da koyar, millet de arabasını almaz.
5) Hayatımızda hiç görmediğimiz kadar pis gördük sokakları. Kaldırım kenarları kimseler itibar etmediği için artık çöpe dönüşmüş boncuklarla kaplanmıştı. Arada bir bu boncuklara bastık, ayağımız kaydı ama düşmedik. Bir festivalin bir şehre, bir kasırgadan daha fazla zarar verebileceğini de Mardi Gras sayesinde görmüş olduk. Ama bu durum bizden başka kimsenin dikkatini çekmişe benzemiyordu. Bu arada Mardi Gras tabi ki New Orleans’a bir sürü para kazandırıyor. Ama insanlar insanlıktan çıkıyorlar yemin ederim, zaten tüketim toplumu ya bunlar, iyice deliriyorlar, çöpleri çöp kutusuna atmak anlamsızlaşıyor, çünkü mümkün değil o kadar çöpü belli bir noktada biriktirmek.
6) French Quarter’da normal birşeyler giymiş bir allahın kulu olmadığını gördük. Southpark’taki Mr. Slave gibi giyinmiş adamlar gördük. :) Ehieh.
Mesela yan masamızda “tavuklu vermicelli noodle” yiyen bir kral ile prens gördük. Onların çaprazında körili tavuğunu yiyen gelinlik giymiş zenci bir adam gördük. İşin bu kısmı eğlenceliydi cidden. Yani insanlar bir süre sonra giydikleri o kostümlerle haliyle insani bir takım ihtiyaçları gidermek durumunda kalıyorlar. Komikti bence.
7) İki Türk, üç Amerikalı arabada giderken sokakta başıboş dolanan bir köpeğe bu 3 Amerikalının “Aman tanrım, ne işi var başıboş, bak arabaların arasında dolaşıyor başına bir şey gelicek, Oh my gooooddd, Oh my goooddd” diye şaşırışlarını gördük. Biz de kendi sokak köpeklerimizi, daha doğrusu “it”lerimizi, itilip kakılan veya iyi ihtimalle yoklarmış gibi davranılan, varlıkları kanıksanıp unutulan o aç ve sefil hayvanları düşündük… Bu insanların şaşırmalarına şaşırdık. Bu duyarlılıklarını da seviyoruz ayrıca. Her zaman itin dötüne sokacak değiliz.
8) Cafe du Monde’da sütlü kahvemizi içer Beignet’lerimizi yerken, gitar çalan zenci bir kadınla, elektrikli keman çalan Asyalı bir kadını gördük. Ama aslında onları görmemizden çok, çaldıkları müziği duymamızdaydı mesele, başka bir alemden geliyor, başka bir alemin nefis, dingin, harika müziğini yapıyorlardı… Biri zenci, biri çekik gözlüydü… Şaşırdık. Çünkü burada zenciler sadece zencilerle takılıyor, beyazlar ne zencilerle ne Asyalılarla takılıyor. Asyalıları beyazlarla görmek mümkün ama bir zenci ve bir çekikgözlü fıkra gib yani. Öyle bir eyalet burası. (CD’leri vardı bu ikilinin. İsimleri Mother Tongue idi. Hemen edindik o CD’den.)
9) Günün akşamüstüsüne doğru kilometrelerce bitmeyen kalabalık gördük. Bir insanın kalabalıklardan kurtulmak isteyip kurtulamayışının ne kadar korkunç bir şey olduğunu gördük. Güneş hala tepedeyken herkesi sarhoş gördük. Bu durum bizi icabında ürkütmedi değil. Klostrofobik olacağız, bütün hayatımız boyunca klostrofobik kalacağız diye korktuk. Çünkü ÇOK kalabalıktı. Gerçekten ÇOKKK kalabalıktı. Ve biz bu kadar kalabalığı da sevmiyoruz.
Bütün bunları bünyemizin kaldırması zor… Kendimize gelmemiz için biraz zaman lazım bize şimdi…
* Fransızca’da Yağlı Salı anlamına gelmektedir kendisi.
Hamiş1: Bir de mor, yeşil ve sarı Mardi Gras renkleridir :)
Hamiş2: Fotoğrafların hepsi de Google’dan. Hala bir fotoğraf makinem yok. Ya da mesela tatlı fotoğraf makinesiyle tatlı kocam yanımda değil. :(
Anonymous said,
Mart 2, 2006 @ 20:15
Bir dip not ta ben dusiyim. Mardi Gras renklerinden mor adaleti, yesil inanci, sari (altin) da gucu simgelemektedir. Baris
Duygu Özpolat Eren said,
Mart 2, 2006 @ 20:51
Bu arada ben de Barış’ın yorum girmesini fırsat bilip bir ayrıntı vereyim kendisiyle ilgili sizlere. Benim zaman zaman pek severek kullanmakta olduğum “adeta” kelimesini o şekillerde kullanan kişi Barış’tır. Ben kendisinden çaldım. :) Severek kullanıyoruz. Adeta.
Ayrıca biraz önce bana geçmiş Mardi Gras’lardan fotoğraflar gönderdi. Buraya konulacak aile fotoğrafı yok aralarında. Hepsi Mr. Slave… :)
Cigdem Sonmez said,
Mart 3, 2006 @ 01:48
Elbet bir gün yine gidicem… yine gezicem, yine eğlenicem, yine içicem deli gibi oralarda.. Belki yine bir pembe bocuk kolye düşücek kilisenin bahçesindeki kurumuş ağaçtan ayağımın dibine… Yine baharat alıcam sanki burada yokmuş gibi… Müzik dinliycem, dans edicem, bataklığa kesinlikle gitmiycem… Zaten bir daha gidersem pamuk mevsiminde hiç gitmiycem, burnum akmıycak zırıl zırıl… Gidebilirsem Duygu’ yu görücem, Meren’ i görücem… dönünce bi de onları özliycem…
Duygu’ cum öyledir böyledir ama koca Amerika’ nın en “yaşayan”, en “gerçek” insanların olduğu şehridir bence.. Öbürleri plastik gibi gelmişti bana, bilmem sen ne düşünüyorsun…
Duygu Özpolat Eren said,
Mart 3, 2006 @ 11:25
—–Zamanı geriye alıp, bunalımsı bir yorum hiç yapmamış gibi davranıyorum :)—-
Çiğdem bu arada beklerim gerçekten :) İkiz yatağa dönüşen koltuğum da var :) Samimi bir yüz görmek ne güzel olur buralarda :) Red beans and rice yapar yeriz :)
Plastiklik konusunda New Orleans, Baton Rouge ve Houston’dan başka pek bir yer görmediğim için aslında çok kesin bir yorum yapamıyorum :) Ama şimdi New Orleans bunun iyisiyse, vay vay vay diğer şehirler nasıl acaba demeden de duramiycam :)
ahmeTzehiR said,
Mart 3, 2006 @ 14:12
1)ben cok sevdim kalabalik olmasini ya. yani kasirga sonrasi inanilmaz ihtiyaci vardi bence sehrin bu kalabaliga, ki cigdem’in de belirttigi gibi, new orleans kalabaligi ile unludur (bkz: bourbon Street)
2)ehhe… bu konuda benim bir gun insallah yazacagim blog yazima aliyim sizi
3)oha sen adamlarin aksanini mi hatirliyorsun? valla ben ne yedigimizi bile hatirlamiyorum dogru duzgun. sankim ruyaydi sali gunu:)
4)bak myke’e laf etmis:) yanlis hatirlamiosam, cidden park yeri yoktu hicbiryerde pratik dusunme eksikligindense, ama dedim ya pekte hatirlamiyorum (bak yeni bir kelime daha kattin hazineme “donenip” yok oole bisey diyecektim, google’ladim, varmis:)
5)noorliinste mardi grasin basarisi yerdeki coplerden gecio. hatta bi aksam haberlerde spiker “bakalim yerlerde ne kadar cop var” dedi, kaldirimlara zoom yaptik “aa cidden cok guzel bi mardi gras olucak sanirim” dedi sonrada, hava durumu tahmin eder gibi:) (bide 200milyon dolar para gelmis sehre, iki uc boncuk dokulmus sokaga cok mu be duyugucum:P)
6)ehhe… bi aksam gelde bendeki fotolari da gor:)
7)yok buna bi yorumum, fazla hayvan sever bunlar
8)bak bu olayin belgesi var elimde, myke’in makinesinden cikti, ama herbirimiz ayri telden caliyoruz fotoda:)
9)tabiiki gun bitmeden herkes sarhos olucak, hatta 5 gunun her dakkasini sarhos gecirecek. mardi gras ruhu bu kizim (sonrasinda da bayilmamak icin sokak ortasinda eve zor atiyoruz kendimizi ama olsun
operim…
A. Murat Eren said,
Mart 3, 2006 @ 16:18
Efendim öncelikle yazıyı çok beğendiğimi belirtmek isterim.
Sonrasında da sizin gibi akıllı ve beyni enjeksiyonlu bir motor gibi çalışan insanların Amerika’larda tek başlarına olmasını kaldıramadığımı eklemek isterim.
Duygu Özpolat Eren said,
Mart 3, 2006 @ 21:46
bak myke’e laf etmis:) yanlis hatirlamiosam, cidden park yeri yoktu hicbiryerde pratik dusunme eksikligindense, ama dedim ya pekte hatirlamiyorum
Ahmetçim, Myke’a özel bir laf durumu yok, French Quarter’ın cehennem kalabalığı olacağını bilip de buna rağmen oraya arabasıyla gitmeye çalışan herkese bir laf var burada. Amerikalıların hepsine, Türklere, Çinlilere, Marslılara… Herkesedir bu lafım. :) Yani sen şimdi bunun da pratik düşünme eksikliği olmadığını söylemeyeceksin di mi lütfen?
Ayrıca bağlaç olan “de”ler ayrı yazılır, güzel Türkçe’mizde :)))
Öperim
Cigdem Sonmez said,
Mart 4, 2006 @ 02:25
Canım çok teşekkürler davetin için… Ben işten güçten başımı kaldırıp oralara gelebilsem sana yük olur muyum hiç?
Hasbelkader epey yer gördüm Amerika’ da.. İnsana benzeyen insana bir tek New Orleans’ da rasladım. Şişmanlıkları, yumuşaklıkları (gay anlamında değil bu bir tuhaf yumuşakça durumu) çoğunun çirkinliği bir yana, bir de tanımlamakta belki çok başarılı olamayacağım bir işporta malı ucuz plastik hava var üzerlerinde. Ay ırkçı mıyım neyim.. Bir de sığlıklarına, bilgisizliklerine, densizliklerine bakmadan tepeden tepeden bakarlar insana.. Yeni zengin kılığı durumu anlatabildim mi bilmem? New Orleans biraz daha hazımlı sanki. Ay cumatrtesi cumartesi ne işim var benim bilgisayar başında.. Kızımı alıp parka götürüyorum, gelmek isteyen varsa tahtıravallide karşımızda boş yer var.
Bu arada Meren’ cim ne oldu vize durumu?
A. Murat Eren said,
Mart 4, 2006 @ 10:36
> Bu arada Meren’ cim ne oldu vize durumu?
Vize durumu ile ilgili herhangi bir gelişme olana kadar, vize durumu diye bir durumun varlığını yok kabul ediyorum. Benim tarafımda durum budur efendim..
Selamlar.
herdem taze said,
Mart 5, 2006 @ 23:51
ya ne kadar seker bir insansin sen. yeni kesfettim, radikal’e biraktigin bir yorumdan merak edip. daha okuyacak cok yazin var, hem de coook.
Ayrica mutluluklar, cok hos, ilham verici bir dugun…
Duygu Özpolat Eren said,
Mart 6, 2006 @ 01:13
ya ne kadar seker bir insansin sen. yeni kesfettim, radikal’e biraktigin bir yorumdan merak edip. daha okuyacak cok yazin var, hem de coook.
:) Çok teşekkür ederim :) Gecenin bir vakti yüzüm iki nokta üstüste ve parantez oldu.
Ayrica mutluluklar, cok hos, ilham verici bir dugun…
Teşekkür ederiz. Deniz kenarı ve sadelik sevdiğimiz kavramlar. (Gerçi kimselere haber vermeden evlenmek sonradan herkese açıklama yapmayı gerektirdiği için biraz zorlayıcı olabiliyor ama hiç pişman değiliz:)
Cigdem Sonmez said,
Mart 6, 2006 @ 01:57
“Vize durumu ile ilgili herhangi bir gelişme olana kadar, vize durumu diye bir durumun varlığını yok kabul ediyorum. Benim tarafımda durum budur efendim..”
Peki :-)
Mülakata filan çağırırlarsa egzersiz yapmana yardımcı olabilirim. Kolayınız gelsin.
Sevgiler
bi dilay said,
Mart 6, 2006 @ 18:23
duygum sen bunlarsız yaşayabilir misin bana onu söyle (yaşarsın mı). kalabalık, iğrenç miğrenç ama bi “şey”, bi renk, işte buraya yazmanı gerektircek kadar günlük hayatında olmayan bişey.. gerçi günlük hayatında olanları da yazdığını gözardı etmiyorum ve hiçbi şekilde “hayır beyaz hayır siyah, sen ne dersen onun tam tersi” de demicemi biliyosun (kelimeleri doğru yazmamama rağmen:)
pek hoşmuş yağlı salı, biz burda hiç kutlamadık nerdeyse.. ya da ben farketmedim mesela..
herdem taze said,
Mart 7, 2006 @ 00:49
-ben biraz geriden geliyorum-
Okuyan herkese böyle içten ve sevdikleriyle kutlamak nasip olsun güzel ilişkisini.
Umarım karabasanların geçmiştir. Bu ülkede zaman zaman ruhu üşüyor insanın, ondandır herhalde. Gerçi benim zaman zaman değil bayağı sık oluyor bu aralar.
Ben rüyaları serbest bırakmaktan yanayım. Özellikle Wenders’in Until The End of The World’ünden sonra (herkese öneririm, güzel filmdir). İnsanın elinde olmayan düşgücü o denli geniş ki herşeyi kontrol etse öylelerini göremez. İş bence mümkün olduğunca hatırlamakta. O zaman sık sık çok hoş şeyler çıkıyor insanın karşısına.
Politai said,
Mart 7, 2006 @ 15:41
İlgiyle takip ediyorum bu blogu :)
Daha çok resim daha çok yazı bekliyoruz efenim
Duygu Özpolat Eren said,
Mart 7, 2006 @ 17:10
herdem taze:
Umarım karabasanların geçmiştir.
Geçmiyor onlar. Ruhum bu kadar üşüdüğü sürece de geçmeyecekler.
Bu arada “ruh üşümesi” gerçekten çok güzel açıklıyor :)
Rüyalarımı serbest bırakmak isterdim ama rüyamda koşamamak karabasan hissi yaratıyor. Bu yüzden onu kontrol edebilene kadar bu işin peşini bırakmayacağım :)
politai:
Teşekkür ederim gerçekten. “Daha çok yazı” olamayabilir önümüzdeki günlerde, sanırım sonunda bir doktora öğrencisinin olması gereken yoğun yaşantıya geri dönüyorum. Sınavlar, okunması gereken makaleler vs… Ama elimden geleni yapacağım :)