Bad Car-ma
Otobüs diyorum… Otobüs. :( Otobüs istiyorum. Metro istiyorum.
Araba istemedim ki ben hiç hayatımda. Tekeri olan şeylere dair isteklerim başkaydı benim: Küçüktüm, patenim olsun istedim, dört tane minik tekeri vardı onların. Pürüzsüz betonlarda çok nefis kayılır, çok mutlu olunurdu. Zamanla tekerlerin sarısı aşınıp altından siyahı görünürdü.
Burdur’da göl yolunda bindiğim bisiklet vitesli olsun istedim, artık kuğu bisiklet olmasın istedim, yokuşları daha rahat çıkmak, inişlerde daha çok hızlanabilmek için. Bisikletle şehirler arası yolculuk yapmak istedim (henüz başaramadım:). İki tekeri vardı bisikletlerin. Büyük ve inceydiler bu tekerler, tellerine renkli boncuklar da takılabilirdi ve de mutlulukla bir ilgileri olmalıydı.
Hep otobüs çabuk ve boş gelsin, Güvenpark’ta ODTÜ dolmuşunun sırası kısa olsun, gece geç vakitse dolmuş çabuk dolsun istedim. Dolmuşların tombul tekerleri ve kötü amortisörleri vardı, insanı hop hop hoplatırdı. Ben buna rağmen arka sıranın en sağına oturmayı severdim. Ve paramı uzatanlara her zaman teşekkür ederdim (duyacakları şekilde). Rahatlıkla bir ilgisi vardı sanki o koltuğun. Sanki dolmuşun en izole koltuğuydu. Önü boştu mesela, ani frenler açısından riskliydi. Yalnızlıkla bir ilgisi olmalıydı, ama seçme şansı sunan bir yalnızlık. Her şeye rağmen yanınıza oturan kişiye yol sorabileceğiniz, yani başın küçücük bir çevrilişiyle kurtulunabilecek bir yalnızlık.
Sonra metro’yu gördüm bir gün… Yeni, cici, turuncu bir şeydi.
Metro, benim göz bebeğimdi. Gecikmezdi, hızlı gider insana kötü süprizler de yapmazdı. Çok ses çıkarmaz, havayı kirletmez, hoplatıp zıplatmaz, korna çalıp insanı germezdi. Metronun tekerleri de bambaşkaydı. Onun geldiğini önüne kattığı rüzgardan anlardım, daha tünelin ucunda kendisi görünmeden saçlarımı uçuştururdu. Metro büyük şehirin en güzel oyuncağıydı. Ve ben büyük şehirleri, ve onların örümcek ağı gibi metrolarını, ve metroların içindeki çalgıcıları, duvralarındaki resimleri seviyordum. Her yere metro gitsin istedim. Dolmuşlar ortadan kalksın istedim.
Bütün bu tekerlerin ve onlara dair isteklerin arasında arabanın tekerlerine yer yoktu benim hayatımda. Araba bencilce bir kavramdı. Tamam onun da tekerleri vardı, ama 5 kişiden fazlasını taşımayı sevmezdi o tekerler. Üstelik hiçbir zaman da o rakama ulaşmazlardı ya. Ayrıca arabaların sahipleri hep işkilli olurlardı. Çoğu otostop çekenlere durmaz arabalarını paylaşmak istemezlerdi. Parketmesi de sorundu. Araba yalnızlık demekti, yolda kitap okuyamamak demekti. Havayı kirletmek, kendini zorla insansız küçücük bir kutuya kapatıp trafiğe çıkmak, ve o trafikte sıkışıp öylece beklemek, inip yürümeye karar verememek demekti. Klostrofobikti araba.
Modellerinden, ne kadar benzin yaktıklarından, bujilerin meme yapmasının ne demek olduğundan falan anlamanız gerekliydi. Oysa ki metronun çalışması için metroya binen herkesin bunlardan anlamasına gerek yoktu. Üstelik metrolar herkesindi, bütün koltuklar üzerinde herkes eşit haklara sahipti. Arabalar büyük şehirlerin en gıcık oyuncakları, insanoğlunun özündeki bencilliğin ve asosyalliğin de en güzel kanıtlarıydı. Bence…
Ben araba falan istemiyordum. Aklımın ucundan bile geçmiyordu.
Şimdi bir tane almak zorundayım. Yoksa bu koskoca şehir klostrofobi olacak bende. Artık süpermarkete kendim istediğim zaman gidebilmek, ve istediğim kadar kalabilmek istiyorum :(
Batsın bu dünya. Gerçi… Bir kez daha düşündüm de…
(en baştaki fotoğraf: A. Murat Eren:)
———– 5-10 dakika sonra———— Good karma —–
Öte yandan… “Neden kafamı araba almanın bu kadar çetrefilli oluşuna, fasülyenin neden bir türlü pişmediğine takan bir insanım da, şu yukarıdaki ablalar gibi bir insan değilim ben” diye de düşünmüyor değilim zaman zaman. :) “Google idol”ın ilk kazananları.
bacak said,
Nisan 9, 2006 @ 00:46
o ablalar küçükmüş ama daha yaa.. ondan öyle neşeliler..
Düygü said,
Nisan 9, 2006 @ 11:59
“biz büyüdük ve kirlendi dünya” diyosun :)
Ben de sanıyorum ki, başımdaki dertler azalınca eskiden olduğum neşeli ve deli şey olucam tekrar.
Yine de sırf hala küçük olduğumu kanıtlamak için bir webcam alıp google idol’cı olabilirim :)
(Bu arada bilmeyenler için: Google Idol, American Idol falan bunlar bizdeki Popstar yarışmaları formatında. Tabi Google Idol’ın o diğer zalak programlar gibi olmadığını farketmişsinizdir:)
ardamardar said,
Nisan 9, 2006 @ 17:49
yanliz superler kizlar. okulda izledik. mimikler falan cok guzel. ozellikle sagdaki kopuk. danslar falan da guzel. ben cok sevdim.
A. Murat Eren said,
Nisan 9, 2006 @ 19:23
:)
Bu arada isterseniz hüzünlü entry’niz için yukardaki fotoğraf yerine şunu kullanabilirsiniz belki cici bayan (yeni şeoldu kendisi, yukardan görünen ağaçların hastası oldum utanmazca).
Düygü said,
Nisan 9, 2006 @ 19:35
kızlar çok başarılı kesinlikle, keşfettiğimden beri hergün bir kere izliyorum :)
Meren Bey, fotoğraf nefis olmuş. Gurban olurum :)
9thLife said,
Nisan 14, 2006 @ 04:39
Ahhh cok yankilandi bende bu. Ben ki paten, bisiklet falan da istemedim. Beni saga sola gotursunler diye baba, koca, sevgili, ogrenci, hoca, ahbap, komsu, arkadas, arkadasin arkadasi, durakta bekleyenlere duran iyi kalpli yabanci vb insanlara asalaklik yapmaktan rahatsizlik duymadim. Walmart’a yuruyerek gidip geldim. Her hafta sonu iki eyalet arasi araba kullanmak zorunda olmam reva mi simdi. Amerika da uygarlik ogrenecek de ben de gorucem.
Düygü said,
Nisan 14, 2006 @ 14:02
:) Keşke ben de insanlardan bişey isterken rahat olabilsem sizin kadar. O kadar empatik bir insanım ki, (öyle de iyiyim yani), iş “beni bir yerlere götürür müsün”e gelince eskiden beri çekinirim, çekiniyorum. Bir de kimseye bağımlı olmaktan hoşlanmıyorum, çok gıcığım bu konuda. :)
İki eyalet arasında gidip gelme durumuna katlanabilmenin tek yolu, benim için yeni CD’ler alıp güzel müzikler dinlemek olurdu herhalde :) Bişeyleri kendimiz için katlanılır, ya da işe yarar hale sokmak zorundayız. Ne tür müzik seviyorsunuz bilmiyorum ama, işte benden size küçük bir tavsiye (tamamen rastgele, ve benim çok sevdiğim bir grup:): Paris Combo.
Umut DURAK said,
Nisan 29, 2006 @ 02:49
Hemen blog’uma ekledim bu video’yu ben de. İki canım sıkıldımı seyredip, allam allam, bak insanlar ne kadar mutlu olabiliyolar yapıyorum.