Kaale alınmama üzerine ruhani bir yolculuk

Geçtiğimiz cuma DMV (department of motor vehicles), hayırlı bir olaya sahne oldu: gadın New Orleans’ımızın değerli sakinlerinden Meren, Ahmet ve Tümay, yazılı ve uygulamalı ehliyet sınavlarını geçtiler ve kendilerine birer adet “Louisiana ehliyeti” verildi. Artık New Orleans sokaklarında arabayla özgürce fink atabilir, vızır vızır gezebilirler.

Bu olayın aslında New Orleans trafiği bakımından ne kadar “hayırlı” olduğu tartışılır, fakat benim için bu blogda bir yazının konusu olacak kadar anlatılmaya değer “hayırlı” ayrıntılar içeriyor.

Zaman makarasını şöyle bir geri sarar ve bundan 3-4 ay öncesine gidersek, bakınız basit bir ehliyet alma eyleminin altından neler çıkar:

Geçtiğimiz cuma, bu üç kardeşimizin ilk ehliyet alma girişimleri değildi aslında. Kendileri dediğim gibi 3-4 ay kadar önce DMV’ye yine aynı amaçla (o zaman aralarında Remziye de vardı) gitmişler, fakat dördü de DMV’den babayı alarak dönmüşlerdi. Bu şahısların her biri, daha önce ehliyet almış olan bendenizden “neler yapılması gerektiği” ile ilgili olarak, DMV’ye gitmeden önceki günlerde bilgi almışlardı. Fakat:

- Ahmet ve Tümay, kendilerine “okuldan mutlaka almaları gerektiğini özellikle belirttiğim hedehöt belgesini”, “yok biz DMV’ye telefon açıp sorduk gerek yokmuş” diyerek almamış olduklarından (“DMV’dekiler anlamamıştır, siz alın yine de” dedim);

- Remziye, kendisine “bak böyle böyle sorular soruyorlar sınavda, şunlara bunlara çalış” dediğim halde şunlara bunlara çalışmadığından,

- Meren ise, kendisine “yatmadan önce bütün belgelerin tam mı kontrol et mutlaka” dediğim, ve kendisi de bana “merak etme baktım” dediği halde, gerekli belgelerden birisini evde unuttuğundan dolayı,

Ahmet, Tümay ve Meren ehliyet sınavına bile girememişler (belgeler eksik); aralarından o aşamaya ulaşmayı başarabilen, “belgeleri tam” tek kişi olan Remziye ise yeterince çalışmadığı için yazılı sınavı geçememiş, böyle Türk’e yaraşır başka bir vakaya daha imza atarak DMV’yi terketmişlerdi. Bana da geriye “e, ben size demiştim” demek kalmıştı.

Ama benim bunları yazmama sebep olan şey, “Ben size demiştim” cümlesini sarfettiğim o kutsal saniyenin sonrasında yaşadığım “düşünsel maceradır”. (Duyan da bir şey sanacak, hadi pismillah.)

Bir anda kendimi sorgulamaya başladım. Benim aklı başında bir insan olduğum söylenebilir. Bu tip işleri hep kendim hallederim. Ne yapılıp edilmesi gerektiğini araştırırım. Günlük hayatta, ne bileyim, boş konuşmaktan hoşlanmam falan filan. Peki neden, ama neden, malesef aralarında “kocam” olacak (pek sevimli) adamın da bulunduğu bu dört insan, benim dediklerimi resmen “kaale almamışlardı”?*

Bizimkiler DMV’den ellerinde bir “baba” ile döndüklerinde ben hala şaşkınlık içerisinde ve elbette kızgındım. Kendi kendime “ama nasıl olur ya, ben size demiştim?” deyip duruyordum. Ve Meren o kilit cümleyi kurdu:

“Belki de böyle kızmak yerine, çevrendeki insanların senin sözlerini bu şekilde dikkate almayışlarının ardında yatan şeyi bulmaya çalışmalısın.”

ZBAM! Bir anda gökyüzü karardı, lan lan, çok ciddi bir mesele vardı ortada aslında.

Ve işin aslı “hasıl” oldu bana. Kimseye kızmaya hakkım yoktu aslında. En ufak şeyi kendisine stres malzemesi yapabilme dalında Oscar ödüllü, 7 gün 24 saat endişeli, geceleri diş gıcırdatan, gündüzleri böbreküstü bezleri adrenalin üretmekten bitap düşen, bütün vicudu serotonine acıkmış kişi ben değil miydim? İnsanlar beni saçma sapan şeylere streslenir, endişelenirken o kadar çok görüyorlardı ki, hakikaten endişelenilmesi gereken şeylere dair söylediklerim arada kaynayıp gidiyordu.

Ne garip bir hadisedir (en azından bana öyle geliyor), çevremdeki (şimdilerde beni nasıl olup da o stes küpü halimle o kadar sevmeyi başardıklarına bazen anlam veremediğim) insanlar bana hep “her şeyi kafana gereğinden çok takıyosun”, “gereksiz yere endişeleniyosun” vs vs dediler yıllarca. Yemin ederim, ne demek istedikleri hakkında zerre kadar fikrim yokmuş. :) Bana herkes benim kadar endişeliymiş gibi geliyordu.

Yeni anlıyorum. Bir de “iletişim çağındayız” falan diyorlar. Arkadaşım, 20 sene sürdü lan bir takım şeyleri anlamamız, kaç kere kafamıza kakıldığı halde. (Şimdi “20 sene” diyerek abartınca, bir anda gözümün önüne 5 yaşında “allaaam, ben neden bu kadar kıllıyım?” diye endişelenen minik bir Düygü geldi… Ah beee, ne günlerdi…)

Netice: Bana bu manevi yolculuk için aralarında anlaşıp bilet alan Meren, Ahmet, Tümay ve Remziye’ye teşekkürü bir borç bilirim. Artık, inanır mısınız, meditasyon bile yapabiliyorum. Ki benim için imkansız bir olaymış eskiden, boşuna deneyip durmuşum. (Gerçi bu meditasyon işi ayrı bir hikaye, animeler sağolsun, çakraya gönül verdik bir kere, o gün bugündür “haydi çakraları açalım, o yeah” hallerindeyiz.)

Hayat ne garip…

*Bu arada yazının ilerleyen kısımlarında göreceksiniz ama ben şimdiden söyleyeyim. Kendilerine hiç kızgın değilim. Bu yazı kızgın, şikayetçi bir ses tonu ile yazılmıyor kesinlikle. Zira bu olay bana FRP tabiri caizse resmen “level atlattı”.

  • Share/Bookmark

21 Yorum »

  1. anonymous said,

    Aralık 5, 2006 @ 00:41

    Merenimi benim için öp..yıllarca o endişeli halini ben çektim ama anahtar cümleyi benim akıllı damadım bulmuş..ohh nihayet..Bak eminim şimdi de sen ocak ayında gireceğin sınava endişeleniyorsundur..ama biliyorum en yüksek notu alan ve boşuna endişelene yine sen olacaksın…bilirim ben guzumuuu..
    İMZA: ENDİŞE DUYGULARINI AMELİYATLA ALDIRMIŞ ANNE KİŞİ..

  2. Duygu Özpolat said,

    Aralık 5, 2006 @ 00:44

    Sayın afacan anne kişi,

    Endişe duygularından tamamen yoksun olmak, 7 gün 24 saat endişeli olmak kadar üzerinde düşünülmesi gereken bir meseledir. ;) Bilmem anlatabiliyor muyum? :))

    öperim

  3. ahmet zehir said,

    Aralık 6, 2006 @ 07:45

    1) ben demistim, en sonunda dusmus jeton:)
    2)” “5 yaşında “allaaam, ben neden bu kadar kıllıyım?” diye endişelenen minik bir Düygü”.. puhaha puhahaha hic guleceeem yoktu duygucum, allah da seni guldursun

    PS:ayovali ayla’dan bomba gibi bir yorum beliyorum bu yaziya – cok pis malzeme vermissin kendisine:)

  4. Duygu Özpolat said,

    Aralık 6, 2006 @ 07:46

    (not: blog aktarma sırasında kaybolmuş. bu araya annem şöyle müthiş bir yorum yazmıştı:)

    iyi de o kadar da diil..elbette benim de endişelendiim zamanlar oluyo..biraz abartmışım sanırım…
    ama lütfen endişelerini kontrol etmeye çalış,teyzem gibi olmanı istemiyorum canım…
    ENDİŞE DUYGULARININ BİRAZINI AMELİYATLA ALDIRMIŞ ANNE KİŞİ..

    (ben de cevaben şunu yazmıştım)

    Annecim halka açık ortamda “oha” demek istiyorum. Neyse ki gönderdiğin badem ezmeleri bugün imdadına yetişti.

    Bak mesela Ahmet badem ezmesi filan göndermedi, onu bana “ben demiştim” dediği için çok fena yapıcam ilk gördüğüm anda :)

  5. Arda said,

    Aralık 6, 2006 @ 09:07

    selamlar.

    bence gurbete giden insanlarda – yalniz gidiyorlarsa ozellikle – stres sorunu oluyor. gavur ellerde yasayan kuzenim ve sevdigim kiz da dislerini gicirdatiyorlar. ben ise rahat ve sakin bir insandim. hala da oyleyimdir N.S.A. (Normal Sartlar Altinda = anne ve babanin yaninda, dogup buyudugum ve okula gittigim yerlerde, bi de 25 derece Selsiyus civarinda sanirim…). Sonra cok garip seyler yasamak durumunda kaldim. Bi ara kalicak bir yerim yoktu, isim yoktu, ve param bitmek uzereydi. Ucu ucuna bi yerlere yerlestim. Sonra bi ara entrikalar cevirip daha iyi bi ise atladim. Ve butun bunlar sirasinda ugrastigim patronlar, arkadaslar, iletisim sorunu, know how eksikligi, acayip yogun calisma saatleri, calisma izinleri, vizeler ve iskender ve sucuk gibi seylere ozlem de vardi. sonunda bunye biraz yiprandi tabi.

    artik N.S.A. ya geri dondugumde daha gergin hissediyorum sanirim. annemle babamin yaninda ve 25 derece selsiyusta en kucuk aksilik hayatimin sonu gibi geldi, siddetli stres, panik yasadim, fenaliklar gecirdim. Havaalaninda tek basima terorist muamelesi gorurken gayet sakindim. (Gitarimdan doku ornegi aldilar)

    bilmem ki dogru mu ediyoruz ya da yapacak bisiy var midir? (kuzen yogaya gidiyor) ben hala streslenmenin ve bunun bir sorun haline gelmesinin bir luks olduguna inaniyorum. hayati yoluna soktuktan sonra yasanabilecek bir ayricalik stres. simdi bunu karsilayacak kadar rahat hissetmiyorum (daha dogrusu strese vakit ayirip onla savasicak kadar). ondan da cok stres olmuyorum-olamiyorum diye bi teorim var. ama… biraz sakat sanirim…

  6. Baris said,

    Aralık 6, 2006 @ 09:12

    ATM’nin (Ahmet-Tumay-Meren) yeni ehliyetleri hayirli ugurlu olsun. Senin de yeni evin, gule gule otur :)

    Sana manevi yolculuk bahsedenlere kendi kendine yeterlilik te nasib olur umarim gunun birinde…

  7. Gosi said,

    Aralık 6, 2006 @ 16:12

    hayata dair gürkan insanimdan ogrendigim belki de en yararli sey, ister kaygilan ister kaygilanma, o cook heyecanla ya da sitres ile bekledigin an geciveriyor, sen de bunyedeki adrenalin ile kalakaliyosun… zaman geciyor, ani yasayip mutlu olmak lazim, isler nassi olsa halloluuur… (hic tipinde yoktur ama ne kadar filozof bi insanmis di mi:)

    valla artik sinavlarima bi gun onceden calisir bi kisi oldum bile ben. oyle de oluyomus, boyle de oluyomus…

    fekat sen ayakli bi “hayati usulune gore kullanma kilavuzu” kisisisin. hadi gunluk islerin, derslerin, sunumlarin, bulasiklar, hödö hödö icin endiselerini kaale almamalarini anlarim da, seni dinlemeyip brokratik islere soyunan insanlarin da aklindan ya da seni tanidigindan suphe ederim yine de ben..

    bi de ehliyet ve yeni adres sahiplerine teprikler.. (adresim degisti diince bi an ev adresin degisti diye aklim cikti! sakin tasinma haaa!!:P)

    Gosgosi

  8. Chroma said,

    Aralık 7, 2006 @ 14:50

    “gadın New Orleans” ne demek?
    Bi de fotograf ile konu süper uymuş :)

  9. Düygü said,

    Aralık 8, 2006 @ 06:31

    Arda:
    Meren buraya gelmeden önce içinde bulunduğum mutsuzluk, stres hallerini düşündükçe, bünyeyi o durumdan nasıl sağ çıkarabildiğime bile şaşırıyorum bazen. Aslında, kendimin nasıl sağ çıkabildiğim değil, etrafımda bulunanların benim yaydığım enerjiye rağmen nasıl hayatta kalabildikleri ilginç :) (Malesef o zamanlar beni bir kere “suratsız” tanıyan insanlar, dil bariyeri sağolsun, hala nasıl bir insan olduğumu anlamış değiller :)

    Neyse, senin ilacın da sevdiceğin olsa gerek :) Artık eskiden hiç deneyimlemediğim sakinlik “level”larını yaşayabiliyorum :)

    Barış:
    :)

    Goşim:
    :) 222222222222222222. “hayati usulune gore kullanma kilavuzu” bana edilmiş en tatlı sözlerden biri. Ne güsel.

    Chroma:
    Anne tarafından Burdur’lu biri olduğumdan, yıllarım o minik Burdur’un komik sakinlerinin şehri “gadın Buldurumuz” diye sevme cümlelerini duyarak geçti. (Kadın Burdur. Herhalde “yar”i sever gibi sevme hesabı.) New Orleans da o hesap, pek seviyoruz.

  10. mavi06 said,

    Aralık 14, 2006 @ 00:27

    bakalım bana ne zaman biri bunu söyleyecek ve ben oturup bu telaşın gerekliliğini yargılayacağım:) Okunası ve zevk alınası bir yazıydı..

    Hadi gidiyoruz Pardus yolcusu kalmasın..

  11. Serdar said,

    Aralık 17, 2006 @ 15:57

    Merhaba,
    Kaale alınmama ile ilgili yazınızı zevkle ve ilgi ile okudum. Diğer yazılarınızı da en kısa zamanda okuyacağım. Bu yazı şu anda bulunduğum psikolojik durum ile ilgili olduğu için buraya birkaç şey yazmak istedim. İnsanların sevgisini, saygısını ve ilgisini haketmek için sevmek, saymak ve ilgilenmek gerekiyorsa neden hala kendimi yalnız hissediyorum bunalımından çıkamıyorum. Bu türlü duygulardan kurtulmak için sorunun kökenine inmeye çalışıyorum ve kah buluyorum kah bulduğumu sanıyorum. Bulduğum ise birkaç alternatiften sadece birkaçı ve sonunda o sihirli cümle geliyor aklıma. “Kafana çok takıyorsun”.
    Çevremdekiler bana hep hassas ve alıngan olduğumu söylediklerinde bunların hiç de o kadar iyi özellikler olmadığını düşünüyorum. Ben yıllardır bunun zaten farkındayım. Elimden hiçbirşey gelmiyor. Bazı insanların bende gördüğü bu alınganlık aksesuarından aslında kendilerinde de var olduğundan haberleri var mı acaba onu da bilmiyorum. Yoksa alıngan olduğum için herkesi kendim gibi görme sendromu mu bu. Ne demek istediğimi anlamayıp, ne demek istemediğimi anlayan bir grup insan mı var karşımda, yoksa ne demek istediğini anlatamayıp, ne demek istemediğini anlatan bir ben mi var içimde. Konuşmaya, dinlenilmeye en ihtiyacım olduğu bir zamanda dilimi hapse attım, ne demek istediğini anlatabileceği gün gelinceye kadar. Çünkü anlaşılmamak kadar kötü olan bir durum varsa o da yanlış anlaşılmaktır. Konuşmaya gerçekten korkar hale gelmenin acı gerçeğini tattım.
    Özür dilerim aslında bu kadar yazmayı düşünmüyordum. Hatta silmeyi bile düşündüm yeri burası değil diye. En azında sizin yazınızı okuyarak sorunların kökenine (Meren in de sözü üzerine) bir adım daha yaklaştığım için kendimi daha iyi hissediyorum. Belki de kaale alınmadığımı, anlaşılmadığımı veya anlatamadığımı düşünmek bende aşırı strese neden oluyor ve bu da insanları benden beni de insanlardan uzaklaştırıyor. Önce yüreğinize sonra da kaleminize sağlık diyorum.

  12. dilay said,

    Aralık 21, 2006 @ 16:46

    herkesin başına geliyo böyle şeyler üzülme duygucum:) (yaani işte şöyle şeyler. çaktın köfteyi) sonra anlıyosun başunaymış tüm stres, haline şükrediyosun, daha feci durumda olanlar varmış.

  13. A. Murat Eren said,

    Aralık 21, 2006 @ 19:03

    İnsanın başına bir şey geldiğinde üzülmekten “bu herkesin başına gelen bir şey” diye vazgeçmesi de, insanın başkalarının haline bakarak kendi halini değerlendirip kendi durumuna şükretmesi de pek aciz duyuluyor bence :) Yapmayalım, yapanları uyaralım.

  14. Mustafa said,

    Aralık 25, 2006 @ 09:54

    canım duygum, dünyanın öbür ucundayken bile fazlasıyla özletiyorsun kendini.. :D
    meren bey çok güzel bir yorumda bulunmuş. aç bakalım çakralarını. daha ne kadar sevebiliriz seni bilmiyorum. onu da görcez.. takipteyiz..

    ps: siz ne kadar güzel bir çiftsiniz öyle :D

  15. hallac pamugu said,

    Aralık 25, 2006 @ 12:36

    Ben sadece yeni siteye nasıl comment ekleniyor, yalandan mail adresiyle aleti kandırabiliyor muyuz diye deniyorum. :p

    Denedim olmuyormuş :)

    Kaale almadığım düşünülmesin, güzel olmuş yazı. :p

  16. hallac pamugu said,

    Aralık 25, 2006 @ 12:52

    Bu arada kolpa mail girme denemelerim sırasında şöyle de bir site buldum sözlükten, vay anasını, 15 dakika içinde görevini bitirip kendini yok eden mail hesabı yaratabiliyormuşuz: http://www.guerrillamail.com/

  17. Düygü said,

    Aralık 25, 2006 @ 18:01

    Mustafa hoşgeldin :)

    hallaç pamuğu ehehhe, gerilla taktikli yorumlar (bir nevi vur-kaç yani), leziz.

  18. Necdet Yücel said,

    Ocak 15, 2007 @ 00:23

    Bahsi geçen arkadaşlardan Murat Eren’in tavsiyeleri ciddiye almadığı, “mantıken böyle olmalı” diyerek insanlarla, kurumlarla, kurallarla inatlaştığı bu kadar bilinen bir durumken ehliyet olayınında suçu senin üzerine atması şaşırtıcı değil.

  19. A. Murat Eren said,

    Ocak 15, 2007 @ 03:07

    Ahahaha Necdet Hocam! Evlenerek hayatımda yeni bir sayfa açtım, benimle ilgili ön yargıları olmayan bir ton insan koydu bu iş önüme. Başlarda iyi gidiyordu, sonrasında baş gösteren kimi şüpheler üzerine aslında “ne kadar öyle değil” bir insan olduğumu ispatlamaya çalışırken oldu mu bu şimdi? :)

    Selamlar.

  20. Superfluous Voyager said,

    Mart 15, 2007 @ 21:16

    Yaa badem ezmesi mi? Olayin uzerinden cok gecmic ama maydonoz olucam. Ben de annemden kornetto kestane ezmesi istedim ama risk alip yollayamiyor Boston’a. Yaa ben de isterim gurbet ellerde canimi cektirdiniz sekerim. Doktora’da basarilar dilerim.

  21. Düygü said,

    Mart 21, 2007 @ 03:02

    Superfluous Voyager,
    Yıllar sonra cevap veriyorum yorumuna , kim bilir RSS’ten takip ediyor musun.
    Ayol annem koyuyo valla en küçük boy PTT kutusunun içine her türlü şeyi. Geçenlerde susam helvası gönderdi misal :) Müthiş.

    Ayrıca kornetto kestane ezmesi dedin, beni benden aldın şuracıkta.

RSS feed for comments on this post · TrackBack URI

Yorum yapın