Road Trippin’

ODTÜ Biyoloji yıllarımdan canım ciğerim Ilgaz (nam-ı diğer Goşi), Amerika kıtasına gelmesine sebep olan yüce bir staj programının ardından beni de ziyarete geldi. Yaklaşık bir haftası vardı. Biz de bunun bir kısmını New Orleans’tan Florida’ya arabayla küçük bir yolculuk yaparak değerlerdirmek istedik.

Rotamız New Orleans – Pensacola – Gainesville – Orlando – St. Petersburg şeklindeydi.


Şu mavi çizgiye bakıp üzerinde ne çok şey olduğunu düşündükçe şaşırıyorum… Goşi gelmeseydi bu kadar uzun bir araba yolculuğuna asla cesaret edemezdim herhalde. Meren’le uyuşuk uyuşuk oturmuşuz yerimizde, keşke o da burada olsaydı, keşke o buradayken üşenmeseydik… Bir sürü keşkeler…

4 günlük bu gezinin ilk günü genel olarak yolda geçti. Pazar günü sabaha karşı 5 gibi yola çıktık. New Orleans’a 3-4 saat uzaklıktak bir tatil beldesi olan Pensacola’da durduk. Deniz çok soğuktu ama beyaz kumlu plaj büyüleyiciydi.

Buradan sonraki durak Gainesville idi. Gainesville’e akşam 9 gibi varabildik. Yine biyolojiden bölüm arkadaşımız Günseli’yi, dünya tatlısı bebişini ve eşi İbrahim’i gördük. İbrahim bize mangal yaptı. Uzun zamandan sonra ince belli bardaktan demlenmiş çay içmek harikaydı. (Burada parantez içinde belirtmek isterim ki, Gainesville’de yaşadığını bildiğim bu satırları okuyan sizleri de görmeyi çok isterdim fakat çok az vaktimiz vardı. Ama yolum oralara elbet bir daha düşecek.).


2. gün, sabah erkenden kalkıp Orlando’ya geçtik. Orlando tam bir turist şehri. Sea World, Disney World, Universal Studios vs gibi pek çok farklı eğlence parkı var. Ve bunların hepsini hakkını vererek gezmek isterseniz herhalde iki hafta boyunca her gününüzü parklarda geçirmeniz gerekir. Biz kısıtlı zamanda hızlandırılmış turlar yaptık. (Ama biletler çok pahalı olduğu için, imkanı olup da gideceklere mutlaka daha çok zaman ayırbilecekleri koşullar yaratmalarını öneririm).
Sea World, filmlerden aşina olduğumuz yunus, balina, deniz aslanı gösterilerinin yapıldığı parklardan biri. Yunus gösterileri gerçekten çok etkileyiciydi.

Fakat benim için bu parkı gezmenin ve bu günün bambaşka bir önemi var. Asıl ondan bahsedeceğim. Yıllar önce Discovery Channel’da “roller coaster”lar ile ilgili bir belgesel izlemiştim. Roller coaster, lunaparklarda bulunan kocaman, ters dönen, çok hızlı giden ürkünç trenimsi aletlere deniyor. O belgeseli izlediğimden beri (-ki sene 1999 filandı), içimde bir ukte olarak kalmıştır. Türkiye’de de yoktu o dönemler heybetlilerinden. Bilmem var mıdır şimdi. Ama ben yıllardır ortalıkta “roller coaster’a binmek istiyom” diye dolaşıyorum. Amerika’daki eğlence sektörüne çok aşina bir insan olmadığımdan, Sea World gibi eğlence parklarında hayvan gösterileri ve gezmelerinin yanı sıra böyle binelim eğlenelim aletleri olduğunu bilmiyordum. Gittiğimizde gördük ki, her parkta mutlaka binilebilecek aletler de varmış.

Başımıza geleceklerden habersiz iki şaşkın Türk kızı olarak, Journey to Atlantis isimli böyle bir “ride”ın önünde durduğumuzda, insanlar şelalemsi biryerden, bindikleri botun içinde çığlıklar atarak suya düşüyor, sırılsıklam oluyor ve neşe ile kapıdan çıkıyorlardı. “Çok eğlenceli görünüyor biz de yapalım, yihuuu” diyerek sıraya girdik. Bu arada, bu bir roller coaster değildi. Yine de raylı sistemle ilerleyen botlara biniyorsunuz, bir takım çocuk işi, masalsı, ışıklı Atlantis dünyalarından geçerek tepeye tırmanıyorsunuz. Ve şelaleden düşüyorsunu.
Fekat, bizim hakikaten başımıza geleceklerden haberimiz yoktu ve botun en önünde oturmuş olmamızı büyük bir şans olarak değerlendiriyorduk. Bir anda karanlık bir bölüme girdik, iki saniye sonra o şelalenin tepesinde olduğumuzu anladık, botun önü yavaşça eğildi ve altımızda uzanan boşluğu gördük, ben şoka girdim, buradan düşüyor muyuz yani şimdi, bizim buradan böyle korunmasız düşmemize nasıl izin veriyorlar yahu? diye düşünürken, düşmeye başlamıştık bile. Bünyemi müthiş bir korku sardı, zaten düşüşün miğdede yarattığı bir karıncalanma var, ölüyorum sandım. Fakaaaattt, düşüşten hemen sonra, o korku gitti ve acayip bir rahatlama ile başbaşa kaldığımı farkettim. Elim ayağım titriyordu. Sırılsıklam olmuştum. Ve dünyanın en huzurlu insanıydım. :))))

Olay sırasında tabi ki fotoğrafınızı çekiyor ve fahiş fiyatlara satıyorlar. Hayatta böyle şeylere para veren bir insan değilimdir ama, yukarıdaki fotoğrafı görür görmez Goşi’yle koptuk. Bu arada, orada Goşi’nin yüz ifadesinden de anlayacağınız üzere, kızcaaz bir süre korkunun şokunu atlatamayıp, az sonra resimlerini göreceğiniz roller coaster’a bir bakış atıp “mimkin değil binmem ben ona” diyerek son sözünü söyledi.

Her parkta mutlaka bir roller coaster olduğu için parklarda abzürd bir “fon müziği” var. Siz hayvanları, şeker dükkanlarını vs gezip görürken arkadan bir parçası mutlaka görünen roller coaster’dan aynı zamanda sürekli çığlık sesleri geliyor. Bütün gün o çığlık sesleri arada bir kulağınıza çalınıyor. Sanki yaşayan bir organizma, çok acayip :)

Bu “fon müziği” elbette Goşi’nin binmeme kararını pekiştirdi. Ben de tek başıma binmeye cesaret edemedim bir süre, fakat parkın kapanmasına çok az bir süre kala, Goşi’nin de yüreklendirmesiyle Kraken isimli roller coaster’ın merdivenlerini tırmanıyordum. Başıma gelecekleri düşünmemeye çalışarak yerime oturdum. Yanımdakilere bunun benim ilk roller coaster meöceram olduğunu söyledim. Ve başladı! Yine çok korktum ama müthiş keyif aldım. İndiğimde bacaklarım titriyordu, ama “bi daha” binmek istiyordum.

Yukarıda önden ikinci sırada en sağdaki çığlığın sahibi benim :)

“Roller coaster” macerası sayesinde kendimle ilgili bu acayip keşfi gerçekleştirmiş olmaktan bugün burada gurur duyuyorum. Bir insan bu kadar korktuğu bir şeyden aynı zamanda nasıl böyle bir keyif alabilir? Bağımlısı oldum. Keşke evin bahçesinde olsa, her sabah laba gitmeden bir kere binsem, o zaman stressiz bir insan olur muyum? Herkesi kayıtsız şartsız sever miyim? İşin garip yanı, yüksekten de korkardım. Yoksa, içimde bir “yamaç paraşütçüsü” yatıyormuş da haberim mi yokmuş. Sandığım kadar korkak değilmiş miyim?…. Falan filan… Tek bildiğim, o hızla giderken, her ters dönüşten, her hızla aşağı inişten sonra “vohoooooooo!!! Hala hayattayım!” hissini yaşamanın nefiz bir şey olduğu :) (Bu arada Kraken’in videosunu izlemek isterseniz burada bir tane var).

3. gün Orlando’ya 1,5 saat uzaklıktaki St. Petersburg’a gidip Salvador Dali müzesini gezdik. Sonra da oralardaki plajlara gittik.

4. gün için planımız sabahtan Universal Studios’a gitmek, akşam Orlando Magic-Utah Jazz NBA maçı izlemek ve maçtan sonra yola çıkmaktı.

Universal Studios, aslında Islands of Adventure’la birlikte iki parktan oluşuyor. Özünde gezip ünlü filmlerle ilgili şeyleri gördüğünüz ve simülasyonla birleştirilmiş aletlere bindiğiniz bir ortam. Arada bir rastladığınız film kahramanları, film dekorları ile fotoğraf çektirip turist içgüdülerinizi sonuna kadar doyurabiliyorsunuz.

Islands of Adventure bölümü isminden de hissedilebileceği üzere, pek çok eğlence aleti ile donatılmıştı. Bu gezide en sevdiğimiz mekan burası oldu. Malesef kısıtlı vakit yüzünden her şeyin tadını çıkaramadık. Ama ben “Hulk” temalı “roller coaster”a tabi ki bindim :) Artık beni kimse tutamazdı.

Islands of Adventure gerçekten hayal, masal falan fistan dünyası gibiydi. Amerikan eğlence sektörünün ulaştığı son nokta mıydı? Yoksa bu ülkede daha neler görecektik? Bir şekilde, eğlenmek için verdiğiniz paranın karşılığını alıyordunuz.

Akşamki NBA maçı, benim için yine bir ilkti. Spora pek ilgisi olan bir insan olmadığımdan daha önce ne televizyonda ne canlı olarak bırak NBA maçlarını, herhangi bir basketbol maçını adam gibi seyretmişliğim yok denecek kadar azdı. Fikir Goşi’den çıkmıştı. Orlando Magic’te Hidayet Türkoğlu, Utah Jazz’da da Mehmet Okur oynuyormuş -güsel bir tesadüf- (en azından maçtan önce Hidayet Türkoğlu’nu biliyordum :) Ponpon kızları, aralarda akrobasi gösterileri, bira ve sosisli sandviç (hotdog) ile bir başka gerçek Amerikan deneyimini yaşamış olduk.

(Soldan sağa: Didem, Goşi, Düygü. Yeri gelmişken, Didem’e Orlando’da evinde bizi misafir ettiği için ne kadar teşekkür etsem az.)

Eve dönüş yolunda, bütün bu eğlence parkları, maçlar, ponpon kızlar vs vs ile insanların nasıl yapay bir hayal dünyasında olduklarını, ve dünyanın bir ucunda savaş varmış, şehirler yıkılmış kimin umurunda psikolojisine kapılmanın – hele ki bu kültürün içine doğmuşsanız – ne kadar kolay olduğunu düşünmek için yeterince vaktim oldu. O hayal dünyasına birkaç günlüğüne girmek çok keyifliydi, bunu ben burada inkar etsem yukarıdaki fotoğraflar gerçekleri belgeliyor zaten. Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü. Her şey o kadar pürüzsüzdü ki. Geri döndüğümde “gerçek” dünyanın içinde kendimi bir yabancı gibi hissettim. Bu paragrafı da aslında ne kadar duyarlı bir insan olduğum mesajını vermek için yazıyorum. Şimdi bu blogun ırçılık karşıtı, halkçı, zeki, ezilenin yanında olan okurlarının bana sövme zamanı :) Büyrun yorumlara alalım sizi. :P

Sonradan gelen ek: Nasssııı yani? Bu tren neredeyse onu bulacağım :)
amazing-roller-coaster-picture.jpg

  • Share/Bookmark

13 Yorum »

  1. meren said,

    Mart 18, 2007 @ 23:14

    Süper yapmışsınız, ellerinize ayaklarınıza sağlık efendim. Saygı duyarım. Ben de roller coaster’a binmek istiyorum. Bu kadar.

  2. avsar said,

    Mart 20, 2007 @ 12:21

    bir zamanların roma imparatorluğu’nun uyguladığı yöntem değil mi bu? Eğer sen bütün insanlara süperli hizmet götürür her yere amfitiyatrolar yapar, oyunlarla düğünlerle derneklerle insanları oyalarsan, dünyayı ele geçirirsin de kimsenin ruhu duymaz.

    bir de istanbul’da yuvarlanan altlık -hemen çevirdim roller coaster’ı- dolmabahçe’de bir de bostancı’da var ama ikisi de çok iyi değil. Hele yurtdışında bir yuvarlanan altlığa bindiyseniz oldukça sıradan.

  3. Düygü said,

    Mart 21, 2007 @ 03:16

    eheheh tarih tekerrürden ibaret desene. Beni her sabah o aletlere bindirseler burasını moda günlüğüne çevirip “kırmızı oje sürdüm, banana ripablik’ten giysi aldım bakın!” diye yazılar döşenirim :P

    “yuvarlanan altlık” ne yahu diye bi süre düşündüm :) “çok oturgaçlı götürgeç” havası var biraz :)

    benim aklımda birkaç Türkçe isim var (misal ebeziter olabilir – İngilizce’ye özenip ebezaytır diye okuruz) ama hepsini söylemeyeyim alenen. Yarın bir gün iş başvurusu yaparım, blogdan bakıp ne kadar terbiyesiz olduğumu anlamasınlar.

  4. Cano said,

    Mart 22, 2007 @ 19:09

    Duygu, ne guzel anlatmissin :)
    Ama ben bu roller coaster`lara tovbe binmem, cocuklarla cocuklar icin olanlarina bindim (toronto/ wonderland ) cocuklardan cok ciglik attim, resmen korkudan. Sadece o mu, daha az korkunctur herhalde diye bindigim (yine cocuklarin yanina eslik niyetine) sisme botlarla sulu kaydiraklardan kayip, hizla sulara dusmek ve benzeri seyler de yetti yuregime. O tecrubelerden sonra buyuklerin bindiklerine gozumun ucuyla bakip gectim. sana bravo, hem kork hem bin :)

  5. avsar said,

    Mart 23, 2007 @ 14:06

    manyak tren, çığlık treni, rayda korku -bu film ismi oldu-, korku treni.

  6. Gosi said,

    Mart 28, 2007 @ 22:04

    eft tIrsIk bi insanim, ve evet ne kusel benim gibi dusunenler var. fekat ulkeme donduumde gurkanin uleyn nasi binmezsin bu saane alete bakisini gorunce sanki onun adina yeterince amerika yasayamamis oldugumu dusunup pisman da oldum icin icin. ve sonra dusundum de ne diye kendimi uzup mutsuz etmek icin kendimi zorlayayim. oralarda hayvan gorup mutlu olabilen bi insan olarak ciglik cigliga yer cekimine meydan okumalari siz manyaklara birakiyorum. ayrica düygü ne kusel anlatmissin gezimizi.
    evet o gosi benim…

  7. calimero said,

    Nisan 13, 2007 @ 12:47

    Düygüm,

    Goşi bol bol anlattı zaten, burda da görünce fotoğraflarınızı ” keşkee..” demedim değil hani
    Bu arada o “yuvarlanan altlık” sanırım Dubai’de, arkadaki otel Sharm el Sheikh’e benzettim. Eğer tahminim doğruysa o rolır kostıra binmek üzere seni biraz bu tarafa alalım, hadi gel.

  8. Pınar said,

    Mayıs 17, 2007 @ 04:28

    Bu fotoğrafı görünce direkt bu yazın aklıma geldi, sizin yüz ifadeniz bunlarınkinin yanında neymiş.. :)

  9. Düygü said,

    Mayıs 17, 2007 @ 05:59

    Eheheh süper yahu. Ama bu arkadaşlar kesinlikle anlaşmış ve bu yüz ifadelerini bilerek yapmışlar. Doğal olamaz bu :) Bizimkinin özelliği “doğadan” oluşunda ;)

  10. batu said,

    Mayıs 20, 2008 @ 18:45

    bindim atlantisde bi süre nefes almadım

  11. boncuk said,

    Mayıs 22, 2008 @ 14:03

    bence müthiş o trene bende binmek isterdim ama alaboraya bindim çok müthişti sizinde binmenizi tercih ederim

  12. güneş said,

    Mayıs 22, 2008 @ 14:05

    çok güzel hiçççççççççç korkum yok

  13. Anonim said,

    Kasım 15, 2008 @ 11:03

    bu süper

RSS feed for comments on this post · TrackBack URI

Yorum yapın