Hamamböcüsü demişken: annem, ben ve Gregor Samsa

mr_samsa.jpg

Karafatma, hamamböceği, kakalak, kalorifer böceği, cockroach (ing.), la cucaracha (isp.), la cancrelat (fr.), gregor, kokroç abi…

Kimler başka ne isimler vermiş bilmiyorum, tek bildiğim şimdiye kadar bu hayvanlarla aynı evde yaşamaktan hoşlanan bir kimseye rastlamamış olduğum. Bu açıdan kendilerinin “evrensel iğrenç” olduğu konusunda herkesle mutabık olacağımızı varsayıyorum. Ve bu konuyu açılığa kavuşturduğumuza göre öykümüze geçebilirim – evet sayın seyirciler istek üzerine, yaşanmış bir öykü!

Ortaokula gidiyordum. Her zamanki gibi entel takılıyordum. Bu entelliğime yaraşır bir hareket olduğunu düşünerek, o zamanlarda da ne hikmetse Türkçe örtmenlerinin dönem ödevi olarak verme eğiliminde oldukları o kitabı, Franz Kafka’nın Değişim (Metamorphosis) adlı romanını okumaya karar verdim. Cem Yayınevi’nden çıkan versiyonunu Kamuran Şipal* çevirmişti, kitabın yarısı insanın ömrünü tüketen (ve yıllar sonra ancak dayanıp okuyabildiğim) bir önsözle başlıyordu. Ama kitabın kendisi inanılmazdı. O kitabı “o kitap” yapan en vurucu yanlarından biri ise kitabın ilk cümlesiydi:

Bir sabah tedirgin düşlerden uyanan Gregor Samsa, devcileyin bir böceğe dönüşmüş buldu kendini.” (Bu cümle benim için hala okuduğum en güzel giriş cümlesidir ve hatırlayabildiğim giriş cümlelerinden tek tanesidir.)

gregorsamsa.jpg

Ve ilk sayfa, bu cümleden sonra şöyle devam ediyordu:

“(…) Bir zırh gibi sertleşmiş sırtının üzerinde yatıyor, başını biraz kaldırınca yay biçiminde katı bölmelere ayrılıp bir kümbet yapmış kahverengi karnını görüyordu; bu karnın tepesinde yorgan, her an kayıp tümüyle yere düşmeye hazır, ancak zar zor tutunabilmekteydi. Vücudunun kalan bölümüne oranla acınacak kadar cılız bir sürü bacakçık, ne yapacaklarını şaşırmış, gözlerinin önünde aralıksız çakıp sönüyordu.

«Bana da ne oldu böyle?» diye düşündü Gregor samsa. Hayır! Düş falan değildi. Odası, biraz fazla küçük olmakla beraber tastamam bir insan odasıydı ve enikonu aşinası bulunduğu dört duvar arasında sessiz sakin duruyordu. Ambalajlarından çıkarılmış kumaş örneklerinden bir koleksiyonun yayıldığı masanın üzerine – Samsa bir firmanın pazarlamacılığını yapıyordu – kısa süre önce resimli bir dergiden kesip altın yaldızlı şirin bir çerçeveye geçirdiği bir resim asılmıştı. Başında kürk şapka, boynunda yılan biçimindeki uzun kürk atkıyla dimdik oturmuş bir kadın, kollarının dirsekten aşağı bölümlerinin içinde kaybolduğu ağır bir manşonu yukarı kaldırarak seyircilere doğru uzatmıştı resimde.”

Kitabı okuyanlar bilir (DİKKAT okumayanlar için bu kısım “filmdeki katil uşak.” bilgileri içeriyor olabilir. Eğer okuyacağınız kitap ile ilgili önceden birşeyler duymaktan hoşlanmıyorsanız bu yazının devamını hiç okumayın): evet Gregor Samsa kitapta gerçekten böceğe dönüşüyordu. Kafka onun “hangi tür böceğe” dönüştünü hiçbir yerde söylemese de, kitabı okurken betimlemelerden “hamamböceği” olduğu hissine kapılıyordunuz. Gregor abimiz, bütün hayatı boyunca yaşlı anne ve babası için çalışmış son derece hayırlı bir evlattı, ve hala daha onlarla yaşamaktaydı. Fakat onun böceğe dönüştüğünü neden sonra farkeden anne baba, ondan nasıl kurtulacaklarının derdine düşüyorlardı falan filan.

metamorphosis2.gif

Sonuç olarak ben kitabı çok severek ve şaşırarak okudum. Okumuş olmam yetmiyormuş gibi anneme de okusun diye verdim. Ailecek entelliğe doymuyorduk (misal o zamanlar bir de resim sergisi açılışlarına gidip bedava yiyeceklerden yer, kadeh kadeh içtikleri şarap ile burunları kızarmış ressam döküntüsü amcaların “sürreal enternasyonalizmde içselleşen olgular bence egzistansiyalizmin ana fenomenlerine aykırı” gibisinden cümlelerine kafa sallardık… Ahh ne günlerdi.) Annem kitabı okuduktan sonra yine o zamanlar bizimle yaşayan teyzem de okumuştu sanırım. Evde kitabı okumayan bir tek, benden iki yaş küçük kardeşim Fatili vardı. Onun da zaten en son okuduğu kitap ilkokul birinci sınıfa gittiği zamanlardan “Beş beyaz benekli baykuş bana bakıyor” idi. Bu yüzden kimse onu okusun diye zorlamadı. Her neyse, dedim ya Fatih’e rağmen (o dönemler ileride Jazz gitar çalacağından habersizdik tabi) entelliğin doruklarındayız, bir nevi “kitap kulübü” havasındayız.

Bir akşam yemeğinde annemle kitabı tartışmaya başladık:

Adı gibi düygülü Düygü: Ya adam böceğe dönüşüyo ve ailesi hiçbişey yapmıyo. Yani nasıl olur anlamıyorum. İnsan evladını öyle kaderine terkeder mi ya?

Hain anne Nunu: Ay ben olsam ben de seni kapının önüne koyardım valla! Ne o öyle böcek, ıyyyy.

Düygü (şok içinde): Nası ya? Beni nasıl kapının önüne koyarsın? Benden nasıl iğrenirsin?

Nunu (gerçekçi bir insan): Evladım kelebeğe, kediye dönüşsen filan tamam da, dev gibi hamamböceğinden bahsediyoruz. Sen kendin de korkuyorsun hamamböceklerinden.

Düygü (gözlerinde yaşlar birikmiş): Ya ben senin evladınım be! Böcek olmuşsam bile insan bi bilim adamlarını arar anlatır durumu, belki bi çaresi vardır, nasıl kapının önüne koyuyosun ya ühühühühü. :((((

Nunu (“hay allah çattık be”): Canım kızım, hamamböceğinden bahsediyoruz ama yavrucum.

Düygü (histeria – artık hüngür hüngür ağlamaktadır): İnanamıyoraaammm annee! Zaten siz beni hiç sevmediniz. Fatih’i sevdiniz hep, ühehehehühüheaaaa… (odasına kapanır).

Fatili: Hepiniz hastasınız. (Çocuk kitaplardan uzak duruyorsa bir bildiği varmış tabi).

Evet sevgili okurlar. Entel olmak hiç kolay bir şey değil gördüğünüz gibi… Biz bu günlere, her an kapının önüne konma tehlikesi ile burun buruna yaşayarak geldik.

*Kitabı okumadıysanız ve okumayı düşünüyorsanız kesinlikle Kamuran Şipal’in çevirisi olan “Değişim”i okumalısınız! Can Yayınları’nın “Dönüşüm”ünü değil.

  • Share/Bookmark

10 Yorum »

  1. Dee said,

    Nisan 8, 2007 @ 16:48

    Sen Fato$‘a laf ediyorsun ama hakkaten sen de süper gomig bi insansın. Ilahi Duygu insanı yaa… Gül gül bi hal oluyorum her seferinde… Eline, kafana, ailene sağlık. :)

  2. Düygü said,

    Nisan 8, 2007 @ 18:00

    Aman efendim, biz bu Fatoş’ların, Feriş’lerin (teyze), Nunu’ların (anne) ve Memidik’lerin (Fatoş’un aplası) elinde büyüdük, hepsi ayrı bir gomiglik insanıdır bu hatunların. Onlardan bendenize birazcık bulaşmışsa gomiglik şakalar, daha ne isteriz :) Utandırıyorsunuz.

  3. nunu said,

    Nisan 8, 2007 @ 18:33

    Ayyyy bana Cebeci günlerini yaşattın canım yavrum.. O kitabı okutturmandaki asıl amaç zaten benim öyle bir durumda ne yapacağımı ölçmek içindi..Bana kitabı verdiğinde “annecim bu kitabı oku, sonra tartışacağız” demiştin..Son derece planlı bi şekilde benim tepkimi ölçmek istemiştin..Ben de o sıralar kumral kalonifer böcüklerine GREGOR adı verildiğinden , direkt dev bi kalorifer böcei hayal etmiş ve çok tiskinmiştim..Ve sen bana o malum soruyu sorduğunda da yanıtım aynen şööle olmuştu “ıyyyy elime uzun bi sopa alırım ittire ittire kapının önüne koyardım seni” demiştim..Amanın gözyaşlarını da unutamam..Belki de senin bir bilim insanı olmana sebep benim o zamanki davranışımdır ha ha haaa…
    Bi de bu kitap kulubü tartışmalarımızın şööle bi faidesi olmuştur yaşamımızda;
    Dediğin gibi Fatih hiç kitap okumazdı ,elinde bi oyuncak ortamda bulunurdu ama..Antalya’da K.Ç.Ö İlköğretim okulundayız , Türkçe öğretmeni arkadaş Fatihin ne güzel kitap özeti çıkardığından bahsediyo..”Benim Fatihim mi?” diyorum, “evet” diyor..Kulaklarıma inanamıyorum, senin de bahsettiğin gibi Fatihin elinde gördüğüm son kitap yeni okuyanlar için 5 beyaz benekli baykuş bana bakıyor kitabı..Çocuğun bizim entel ortamımızda bulunması bile yetiyormuş meğerse kitap özeti çıkarmasına..biz onu oyuncaklarla oynuyo sanırken o bizi dinleyerek ohh bedavadan kültür alışverişinde bulunuyormuş kendini hiç yormadan…

  4. Düygü said,

    Nisan 8, 2007 @ 18:40

    Bah yaa, ben de az hain değilmişim. “Oku bunu tartışıcaz” filanlar. Sinsice annenin sevgisini test etmeler. (Bu arada hakikaten öyle test amaçlı değil de, tartılşmak istediğim için verdim diye hatırlıyorum şu anda, ama bilinç altımda neler dönüyordu kim bilir.)
    Süpürgeyle ittirerek kapının önüne koyma ayrıntısını unutmuşum :) Fakat öyle büyük böceği süpürgeyle de biraz zor, şimdi düşünüyorum da…

    Fatih ikimizi de deşicek bu arada :) Yavrunun karizmayı iki paralık ediyoruz ulu orta.

    Bu arada itiraf et, sen de önsözü okumadın di mi. Nıha aha.

  5. nunu said,

    Nisan 8, 2007 @ 22:05

    ben çoğu zaman önsözleri atlarım..Ama roman çook başarılı ise bittikten sonra okurum…Ama Kafkanın ön sözünü okudum mu hatırlamıyorum…

  6. Baris said,

    Nisan 11, 2007 @ 22:57

    Aaaa, bak sen soyleyene kadar Gregor Samsa’nin hamambocegi oldugunu soylemedigini fark etmemistim kitapta! Ama o kadar bariz ki hep direk kokroc diye okudum hep. Ama dogrusun, devcileyin bir bocuge donusmus olarak buluyor kendini, pek ilginc…

    BTW, Mira Sorvino’nun oynadigi 1 Guillermo del Toro filmi var Mimic diye, devcileyin kokroclari orda gor sen :P

  7. Melike said,

    Nisan 12, 2007 @ 11:28

    Ahahahaa yarıldım ya, bilmiyordum bu anıyı..

  8. Atilla Aktuna said,

    Nisan 28, 2007 @ 11:57

    Bir de Vedat Günyol’un çevirisi var. Bendeki de bu çeviri.

  9. fatih tuncel said,

    Mayıs 4, 2007 @ 08:22

    selamlar.

  10. cena said,

    Mayıs 8, 2007 @ 18:37

    off yaaa ben şimdi o siteye girsem, spor yapmaktan nefffffreeeettttt ediorum ama kilo vermekte istiorum desem ne derki bana(fatal error=) neyse duygu hanım malum bölgeyi kaldırmanın bi yolunu bulmalıyım ben genede saolun paylaşım için:D

RSS feed for comments on this post · TrackBack URI

Yorum yapın