Yaşanmış ve yaşanmamış diyaloglar

- Dr. M: Kekova’da 3 kişi bir gün için tekne kiraladık. Bizi çok güzel yerlere götürdü. Daha önce hiç Kekova’ya gittin mi?
- D: Hayır.
- Dr. M: Gün ortasında bir yerde durduğumuzda balon gibi paçaları olan pantalonlardan giymiş köylü kadınlar….
- D: Eheh, şalvar.
- Dr. M: ….hamur açıyorlardı. Emel’le oralara yerleşsek diye düşündük.
- D: Bazen biz de Meren’le Artvin’in yaylalarına kaçıp sade ve her şeyden uzakta yaşamanın ne kadar güzel olabileceğini düşünüyoruz.
- Dr. M: (Gözlerini iri iri açarak). Ama insan 20li yaşlarında düşünmez ki canım böyle şeyler! Sen daha Nobel ödülü alacaksın.
- D: Nobel ödülü alabileceğimi sanmıyorum, ama bu beni hiç rahatsız etmiyor.
Orjinali İngilizce gerçekleşen bu konuşmayı yaptığım, (pek sevdiğim tatlı) hocam Dr. M., -sen 60lı yaşlarının sonlarındasındır herhalde-, benim dışım 26 ama içim olmuş 60, tamam abartmayayım 40 olsun. Sen bir bilsen… Ben hafta sonu hayvanat bahçesinde gönüllü çalışmaya gittiğimde oradaki personel şefi olan, uzun tel tel beyaz saçlı, Nejat Yavaşoğulları’ndan gürbüzce, yuvarlak gözlüklü, sakin, çok ince espriler yapan, kültür ve bilgi yumağı olduğu her halinden anlaşılan, muhtemelen kendisi de en azından 50lilerinin sonuna yaklaşmış Rick Amca’ya bakıp bakıp “şöyle adamlar bizim arkadaşımız olsalar, akşamları yemek yesek sohbet etsek, hafta sonu pikniğe gitsek, birimizin evinde toplaşıp eski sinema klasiklerini izlesek” diye düşünürüm. Hayatın sinir bozucu görünmez kuralları yüzünden sen ya da Rick gibi adamlarla, benim gibi içi geçmiş gençlerin yolları bir türlü çakışmaz “arkadaşlık” hanlarında. İnsanların göründükleri bedene uygun arkadaş sahibi olmak zorunda bırakılmaları -Selim Işık gibi konuşacak olursam- insan hakları ihlali sayılmalı, ve ben en iyisi bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmalıyım. Şimdiye kadar yaşıtlarımdan edindiğim arkadaşlarımdan benim için mahkemede tanıklık edip “evet hep bir gariplik vardı bunda, ortama zor uyum sağlardı” diyecekler bulmakta zorlanmayacağım -bunları aklıma hep Selim Işık sokuyor-. Sonra akrabalardan da “evet küçükken de bilgiç bilgiç konuşurdu, büyümüş de küçülmüş der, şaşırırdık” diye tanıklık etmek isteyenler çıkacaktır -akrabalar kendilerini işin içinde hissetmeyi severler-. Yanlış anlaşılmaması için, mahkeme kararına özel bir madde düşülmesini, ve kimseye bir üstünlük taslama niyetim olmadığını, sadece ben ve benim gibi içi geçmiş gençlerin kendilerini daha rahat hissedebilmeleri, daha iyi iletişim kurabilmeleri için haklı bir savaş verdiğimin belirtilmesini talep edeceğim. Kimin “benim gibi içi geçmiş genç” olduğuna karar verecek tek yetkili organın benim beynim olduğunu da ekleteceğim kararnameye. Türkiye Cumhuriyeti ya da başka hiçbir ülkeden şimdiye kadar gördüğüm ruhsal zararlar için tazminat filan almayacağım. Davamın tanınmasını istiyorum o kadar. Sonra Meren’le gidip Artvin’de kendi tavuklarımı, domateslerimi yetiştireceğim. Doğa fotoğrafları çekeceğim, akşamları Internet’e bağlanacağım (eh o kadar olur, House ve Lost’un yeni sezonları geliyor daha).
- D: Cuma günü Dr. McC ile gideceğimiz öğle yemeğinin amacı ne merak ettim, onu sormaya gelmiştim aslında. (Sadece bölümün doktora öğrencileri, fakülte dekanı ve bölüm başkanı olan Dr. McC ve öğrenci danışmanı Dr. M ile öğle yemeğine davet edilmişlerdir.)
- Dr. M: Ne oldu bir problem mi var?
- D: Yo hayır, merak ettim özel bir durum mu var diye.
- Dr. M: Hayır, anladığım kadarıyla Dr. McC sizlerle birebir bağlantıda olduğunu, bir ihtiyacını sorununuz varsa yanınızda olduğunu göstermek için böyle bir nezakette bulundu.
- D: Anlıyorum.
Hayır, anlamıyorum. Başkalarının -diğer öğrencilerin- yanında hiçbir zaman telaffuz edemeyeceğimiz esas ve önemli problemleri duymamak için mi öğle yemeği yiyor bizimle. Hiçbir zaman değerlendiremeyeceğimizi bildiği bir fırsatı mı sunuyor bize? Çin yemeklerinin açık büfe yenildiği o restoranda, tepeleme doldurduğumuz tabaklarımızdan çubuklara makarna dolayıp teriyaki soslu tavukları yerken bize sorulacak:
“Her şey yolunda mı çocuklar”
“Ah her şey mükemmel, hocamızın karısı gerizekalının teki (kendisiyle aynı labda çalışmaktayızdır), bize yanlış bilgiler veriyor ve hatasını kabul etmiyor ve ben onun saçını başını yolmak istiyorum. Hocamız normalde çok akıllı ve harika bir bilim insanı, ama böyle durumlarda karısını kolluyor. Böyle akıllı adamlara Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi biraz daha akıl versin, öyle karılarla evlenmesinler istiyoruz, pls, tşk.”
Çinlilerin bizim sigara böreğine benzeyen “eggroll”larından bir ısırık almak için uzandığımda tekrar sorulacak:
“Bilimsel çalışmalar, projeler de güzel güzel ilerliyor değil mi?”
“Ah kesinlikle. Boston’da gitmek istediğim bir kurs var ama hocam beni asla göndermeyecek, çünkü karısını başka bir eğitime gönderiyor. Ben de bilimsel başarılarım için Nobel Tıp Ödülü alamayacağım, ama Meren, Nobel Barış Ödülü’ne -koşullar göz önünde bulundurulunca, laboratuvar ortamında kurbağa dışında hiçbir canlıya zarar vermediğim için- layık görülebileceğimi söylüyor. İnşallah tamamına erdireceğiz kazasız belasız amin.”
“Bütün hayatımızı yersiz çekingenliklerle mi geçireceğiz Olric? Cesareti yalnız kafamızda mı yaşayacağız?”
“Kutbay sırıttı: “Anlamsız, ereksiz kaynaşmış bir kütleyiz.””
Arman Aksoy said,
Eylül 3, 2007 @ 18:48
Bunalımsal olmayan bir yazıya, bunalımsal bir soruyla cevap vermek gibi olmasın; ama verdiği{m,n}(iz) savaşın haklı bir savaş olup olmadığına da karar vermekle uğraşıyorum bir yandan. Bu yönüyle, bu ve sonraki yazı için sanırım bir teşekkürde bulunmam gerekir.
“Kriptografi Gördüm”, Wunjo… » Beklenmeyen diyaloglar said,
Eylül 9, 2007 @ 23:28
[...] (Not: burada anlatılanların size daha anlamlı gelebilmesi için öncelikle yaşanmış ve yaşanmamış diyaloglara göz atmak isteyebilirsiniz.) [...]
Baris said,
Eylül 10, 2007 @ 02:35
Ilahi Duygu, Emel’i kicinda salvar borek acarken dusundum de…… Yok dusunemiyorum, mumkun degil! LOL
bora said,
Ekim 3, 2007 @ 22:53
Ben de 20 li yaşlarda 40 lardakilerle ahbaplık ederdim. Şimdi 40 a geldim iki üç 20 li arkadaşım oldu. Bu banttan çıkmak istemiyorum herhalde.
Buyrun gelin sizlerle de ahbap olabiliriz.
Aysegul said,
Nisan 26, 2010 @ 09:54
Bugün keşfettim siteni Duygu…
Sen de söylemişsin gerçi bir yerlerde olmaya çalıştığını, güzellikleri görmeye ve paylaşmaya çalıştığını…
Ama ben sana (size) ve yaşamınıza bakınca hem güldüm hem hüzünlendim kendi adıma…
Ne çok okunacak “insan” ve yaşanacak “yazı” var…
Olsun Duygu, değil mi?
“Ne zamana kadar hayatı ıskalayacağız Olric?”
“Oklarımız bitene kadar efendim…”
Düygü said,
Nisan 26, 2010 @ 10:33
Bu yazının sonundaki iki alıntı cümleyi görünce şimdi, tatlı tatlı gülümsedim. Hayatımda cesareti yalnız kafamda yaşamıyor olduğum anların çoğalması ve zaman zaman anlamLI, erekLİ kaynaşmış bir kütle de olabildiğimizden… :)