Poster ve Ewi4000s
Darwin sansürü ile kıpır kıpır olan medya, her gün yeni bir haber, günceme baskına gelen öfkeli evrim karşıtları derken, hayatımda neler olup bitiyor paylaşmaya pek vakit kalmadı.
Öncelikle, mütevazı bir hareket olmayacak ama, geç de olsa bir sevincimi paylaşmadan edemeyeceğim: Şubat ayında Tulane Üniversitesi’nde Bilim Günleri yapıldı. Bu etkinliğe okuldaki bütün doktora öğrencileri ve doktora sonrası araştırmacılar (post-doc) katılıp yaptıkları bilimsel araştırmanın posterini sunabiliyorlar. Bu her doktora öğrencisinin mutlaka edinmesi gereken bir deneyim, zira konferanslarda bu posterler sayesinde araştırmanızı bir sürü farklı insanla tartışma fırsatı buluyorsunuz. Ben daha önceki despot ve cimri hocam yüzünden hiç poster sunmamıştım (ki bu “evde kalmak” gibi bir şeydi). Şimdiki hocamın maddi kaynakları bol (poster basmak pahalı), “bırakayım öğrenci istediğini yapsın” zihniyeti had safhada olduğundan (canım), “ben poster sunmak istiyorum” dedim, “tamam” dedi. Uzun lafın kısası ortaya şöyle bir şey çıktı:
Sonra bu posteri Bilim Günleri’nde sundum ve doktora öğrencileri arasında en iyi poster sunumu ödüllerinden birine layık görüldüm! (Birkaç kategori vardı.) Bunun beni ne kadar mutlu ettiğini anlatamam, üstelik işin manevi muhteşemliğinin yanı sıra bir de para ödülü verdiler. Normalde para ödüllerini belli bir bilimsel konferans için kullanmak üzere veriyorlar, fakat bu öyle de değil, bildiğiniz nakit para ödülü idi.
Ben normalde kendisine işkence seviyesinde kötü davranan, kendini bir parçacık şımartmayı üzerine yakışmayan bir kıyafet gibi dolabının en karanlık köşesinde tutan bir insan olmama rağmen, Meren’in itelemesi ve desteğiyle bu parayı tamamen keyfi bir amaç dahilinde harcamaya karar verdim. İşte hikayesi:
Üflemeli çalgılara karşı eskiden beri saplantısı olan, küçüklüğünde “blok flüt çalıyorum” kitabındaki bütün parçaları Helvacıoğlu flütü ile evde boş zamanlarında çıkarıp evdekileri deli etmiş bir insanım ben. Fakat aynı zamanda da memuruslara mensup cebidelik bir insan olarak, seneler boyunca blok flütten başkasını satın alabilmeyi hayal dahi edemediğimden, yanlış hatırlamıyorsam en kalın ses olan do bemol’le en ince ses olan ince re aralığından (yani bir oktavdan biraz fazla bir aralıktan) dışarı çıkamadığım o blok flütün içine sıkışıp kaldım.
Seneler sonra ODTÜ’yü kazandığımda, ordan burdan biraz burs, biraz kenara konulan bayram paraları filan derken, biraz para biriktirdim. Okulda seçmeli ders olarak klarnet ve saksafon dersleri verildiğini öğrendim. Bütün kızlar yan flüt çalıyordu, farklı bir şeyler yapmak istedim, tam da jazz müziğe gönül vermiştim filan (hatta buna canım kardeşimin vesile olmasıyla ilgili bir şeyler yazmıştım uzun zaman önce). Birgün gittim hocasını buldum dersin. Senfoniden bir klarnetçi. Bir kız çocuğunun dersine ilgi gösterdiğini görünce hem onun hem de fonda saksafon çalmaya çalışan oğlan çocuklarının gözleri parıldadı. “Hemen gel başla, sana klarnet buluruz”, dedi.
Buldu da nitekim. Fena bir klarnet değildi aslında. 300 dolar saydım yanlış hatırlamıyorsam. En azından abanoz ağacından gövdesi vardı ve üfleyince ses çıkarabiliyordunuz. Ortalıktaki bazı plastik gövdeli Çin malı klarnetler onu da yapmıyordu. (Onları çalmaya çalışırken patlayarak ölenler varmış diye söylentiler de dolanmıyor değildi).
Başladım derslere gitmeye. Fakat yurtta kalıyordum ve klarneti çalmak yurtta problem oluyordu. Zaten ciğerlerim zayıf, alet de çok iyi bir alet değil. İyi ses çıkarabilmek için ciddi çaba gerekiyor (hatta kimi zaman utanç verici durumlar yaşanabiliyor). Şevk kırıyor filan. Blue bossa, All of me ve Autumn leaves çalmayı öğrendim, sonraki dönem dersi bıraktım (zirvedeyken bıraktım arkadaşım). Klarneti uzun süre satmadım, baktıkça canım sıkıldı. Arada kutusunu açtım, abanoz gövdesini okşadım filan.
Okuldan mezun olduğum yaz Yunanistan’a gitmek istiyordum, klarneti sattım, parayı cebime kattım bir trene atladım ve üflemeli çalgılar yaşantıma orada son verdiğimi düşündüm (zira yakın bir zamanda maddi durumumda herhangi bir değişiklik olmayacağı aşikar idi).
Sonra doktoraya başladım, ekonomik açıdan memurus olmaktan çok farkı olmasa da, ABD’de olmanın sağladığı olanaklar yüzünden, üflemeli bir çalgı almak fikri yeniden aklıma düştü. Fakat, birincisi, istediğim gibi iyi bir klarnet oldukça pahalıya gelebilirdi, ikincisi ev arkadaşımızı ve komşuları rahatsız etme huzursuzluğu yaşamak istemiyordum, üçüncüsü, saksafon mu olsun, klarnet mi olsun, yoksa ciğerlerim zayıf, hiç girişmeyeyim o aletlere, üflemesi kolay yan flüt filan mı çalayım diye düşünüyor, işin içinden çıkamıyordum.
Birgün, (vaka-i poster-ül muhteşemden bir hafta önce), New Orleans’ta ikinci eşyalar satan bir dükkanda, klarnetimsi görünümlü, ama sanki 2150 yılından günümüze ışınlanmışçasına fütüristik bir hali olan bir alet gördüm.
Baya kötü durumdaydı. Ama dedim, (çogafedersiniz) lan? Yoksa elektro klarnet mi yaptılar? Eve geldim, bi Google araması yaptım, ahanda, Ewi 4000s. İsterseniz (ve yine çogafedersiniz) osuruk sesi bile çıkaran (yani bir alet ile poponuz da dahil 100 enstrüman sahibi olduğunuz) bir şey. YouTube videoları izledim (burada YouTube çekiyor). Hastası oldum. üstelik çok da ciddi bir ciğer gücü gerektirmediğini, tuşları dokunmatik olduğu için delikler tam kapandı kapanmadı, mantarları eskidi derdi olmayan bir alet olduğunu okudum. Ve hatta bununla da kalmıyordu, bir kulaklık girişi olduğundan, kulaklığınızı takıyor, kimse duymadan çalıyordunuz. Tam hayallerimdeki şeydi bu!
Para bulmak lazımdı. İşte o anda, yıllarca inek bir öğrenci olmam bir işe yaradı, poster sundum, para ödülü verdiler. Teeey teeeey. Aldım elime Ewi’mi hemen başladım, Autumn leaves’i çıkarmaya.
İşte bu da benim Ewi’yle olan öykümün başlangıcıdır. (Öyle ünlü bir müzisyen filan olamayacağımdan dolayı, öykünün çok sofistike bir bitişi olmayacaktır.)
meren said,
Nisan 2, 2009 @ 20:17
Hahahah
Belli mi olur efendimiz. Bakarsınız N’awliinz Ewirmoni Orkestrası kurar o turne senin bu turne benim yaparsınız :)
zuhal said,
Nisan 3, 2009 @ 01:56
düygü hanım, ben de senelerce klarnet çalmak istemiş fakat bu isteğime nail olamamıştım.üstelik nefsimi de burhan öçal ve trakya all stars’ın trakya ezgilerini dinleyerek köreltmiştim ( köreldi mi acaba ? ). bu durumda hem ultra yüksek başarınızdan ötürü ve hem de yeni müziksel aletiniz için sizi yürekten tebrik etsem ?
farukahmet said,
Nisan 3, 2009 @ 18:39
Tebrikler Duygu! Artık iyice can sıkıcı olmaya başlayan din-evrim tartışmalarından sonra taze hava gibi geldi yazı.
Demek adı Ewi imiş. İleri derece hayranı olduğum güzide bir -Norveçli- jazz/metal/prog/o/bu/şu grubu var Shining adında. Birkaç ay önce İstanbul Babylon’da harikulade bir konser verdiler. Solist/Gitarist/Saksofonist/Ewist (?)’leri Jørgen Munkeby’nin elinde, bu konserde gördüm ben de ilk bu aleti. Tabi sen henüz bir şarkıya saksofonla başlayıp, gerektiğinde gitar çalıp, o esnada Ewi’ye geçip arada da vokal yapma seviyesinde değilsindir ama yine de karizmana karizma katacağından şüphem yok ;)
Shining – Goretex Weather Report Yine saksofonla başlıyor ama tam 3. dakikadan itibaren Ewi’ye geçiyor. Videoda bir ses-video senkronizasyon bozukluğu var ama çok da bozmuyor. Hayırlı olsun Ewi’n tekrar.
B. Duygu Ozpolat said,
Nisan 4, 2009 @ 10:12
Herkese teşekkür ederim efenim.
Faruk, Video için çok teşekkürler, bir iki tuşu yukarı doğru kaldırsam mı diye düşünüyordum ben de, Jørgen abi kaldırmış. Bu arada ben bu aleti sırf evde kafamı dinleyerek, rilaks olarak yapabileceğim bir hobim olsun diye aldım. Hiç bi iddiam yok :)
Ewi aslında teknik olarak bir synthesizer bu arada. (Ewi = electronic wind instrument). Zira içinden hava geçmiyor. Üflemeyi algılayan bir “sensor” mekanizma var ağızlık tarafında.
meren said,
Nisan 4, 2009 @ 10:14
Benim Norveç’ten çıkan bütün gruplara hasta olduğumu bilen bir arkadaşım çok ısrar etmişti Shining ile ilgili, bir türlü fırsat olmamıştı. Sen şimdi böyle bağlantısını filan verince gittim dinledim. Ne kadar dahiyane tiplermiş, nasıl sevdim anlatamam :)
B. Duygu Ozpolat said,
Nisan 4, 2009 @ 10:21
Evet yav bu arada grup şahane kesinlikle. Böyle bir Dream Theather havası da var, ama güzel Norveçimizin karanlık tınıları da var. Nefiz :)
farukahmet said,
Nisan 4, 2009 @ 11:28
Ve ne kadar iyi çalıyorlar değil mi? Konser soundları albümdekinden daha dolgun da olunca, iyice aşıyorlar. Gerçi ara ara benzer sesler çıkarmıyor değiller ama ruhsuz ve sıkıcı bulduğum (“Awake” albümü hariç) Dream Theater’la karşılaştırmamayı yeğlerim :)
Meren, madem konu açıldı coşalım. Ben de hep söylüyorum “Norveç favori müzik ülkem” diye. Zaten ilgileniyormuşsun, bilmen olası ama diğer ziyaretçilere de kıyak olsun, güzide Norveçlilerden bir iki tane link vereyim:
İlki, müthiş kaliteli ve geniş bir diskografisi olan cânım Motorpyscho. Çok fazla albümleri var ve hepsi oldukça farklı, ama son zamanlarda en sevdiğim şarkılarından ikisi The Other Fool (ne yazık ki sonunu kesmişler biraz) ve Kill Devil Hills ve daha eski bir klasikleri Walking on the Water (seyircinin eşlik etmesinden anlaşılıyor zaten). Üç oldu.
İkincisi Susanna Wallumrød‘un muhteşem vokali ile ileri derecede minimalist klavyelerden mürekkep Susanna and the Magical Orchestra. Bunun “magical orchestra” kısmı, Shining’in ve ondan önce Jaga Jazzist’in (onlar da müthiştir, yine Norveç) klavyecisi olan Morten Qvenild oluyor, iki kişiler yani. Susanna, “Susanna” adıyla iki solo albüm de çıkardı. İki şarkı ilk albümleri “List of Lights and Buoys”dan: Believer ve Friend (favorim). Üçüncü şarkı da Joy Division’ın klasiğini yorumladıkları Love Will Tear Us Apart.
Beni durdurmazsanız ben giderim daha. Knut Hamsun’un da Norveçli olduğunu düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum. Kalkıp oraya taşınıcam en sonunda o olacak.
B. Duygu Ozpolat said,
Nisan 4, 2009 @ 13:26
Faruk, Dream Theather’a ettiğin laf yüzünden neredeyse yorumunu sansürlüyordum :P
farukahmet said,
Nisan 4, 2009 @ 14:03
Savatage hakkında düşündüklerimi de söylersem beni hepten banlarsın herhalde :)
Düygü said,
Nisan 5, 2009 @ 01:03
Savatage hakkında ne desen başımı eğer kabullenirim. Ama Dream Theater için pençelerimi çıkarır savunma pozisyonu alırım :) Eheh
emin korunan said,
Nisan 5, 2009 @ 08:58
duygu hanım tebrik ederim yine çok güzel bir yazı yazmışsınız geçen yıl tesadüf eseri blogunuzu gördügümden beridir sürekli takip ediyorum .
Düygü said,
Nisan 5, 2009 @ 10:31
Teşekkür ederim :)
anne adlı kişi said,
Nisan 6, 2009 @ 05:24
harikkasın duygucum..beni bu sıkıntılı günlerimde gülümsetmeyi başaran yegane kişi..
Enis said,
Nisan 11, 2009 @ 16:51
Bu posterden imzalı olarak alabiliyor muyuz? :D
Yarın bi gün ünlü bir müzisyen falan olursa şu anki kariyerini bir kenara itip, iyi para eder :P
O zamana kadar Öğrenci evimin duvarını süsleyebilir :D
Düygü said,
Nisan 12, 2009 @ 20:33
Ehehe, eğer yarın bigün ünlü olabileceksem ünlü bilim biyolokumu Düygü kişisi olmayı isterim aslında. :)
Enis said,
Nisan 14, 2009 @ 09:35
Ünlü bir biyolokum olmak, hele birde ünlü türk bir biyolokum olmak çok zor olsa gerek.
Baksana yüzyıl sonra bile kulaklarını çınlatıyorlar iyi-kötü :D
Ben yine de talibim postere :P
Hilal said,
Ağustos 14, 2009 @ 05:14
Duygu hanım,
Çok şekersiniz. Yazma tarzınıza ve kelimeleri ustalıkla kullanışınıza bayılıyorum.
Bloğunuzu bir kaç ay önce keşfettim. Zaman zaman girip eskileri karıştırıyorum. Belirttiğim gibi kelimeleri kullanmana bayılıyorum
Sevgiler
Mustafa Umut Saraç said,
Eylül 15, 2009 @ 22:51
Sayenizde ben de bu elektronik zamazingoyu dinledim ve berbat buldum , bu minimalist müzik denilen başağrısı popo müziğinide mide bulandırıcı buluyorum , bulursanız weather report , jaco pastorius , garry mulligan , john coltrane dinleyin , norvecliler son yuz yilda cep telefonu ve ikea stil mobilyadan baska bir sey yapamamis bes para etmez adamlar , bu linkteki grup , ne enstruman calmayı nede armoni filan biliyor , amerikada bula bula bu müziği mi buldunuz ? Enstrumanların sesleri korkunc , melodi korkutucu , basiniza bir bela gelecek gibi calıyorlar , eger parca weather reportsa icine etmisler , norvece tasinirsaniz – 80 derecede cigerlerinizi usutup , 15 gunde hayata elveda edersiniz , bir sise birayada 50 milyon para verirsiniz , ulkenizin degerini bilin , size tavsiyem iyi bir klarinet almanız , bu ilkel sintler rezalet , bu aletleri bir joe zawinul bir de yes kullandi , elp de iyi idi , valla ne diyecegimi sasirdim , nereden tutsam elimde kaliyor , zevksiz birisi iyi bilim adamı olamaz
Düygü said,
Eylül 15, 2009 @ 22:56
Asıl ben sizin bu önyargılarla dolu, garip ve ukala yorumunuz karşısında ne diyeceğimi şaşırdım.
Sözünüzü dinleyip hemen bilim insanı olmayı filan da bırakıyorum. Bugünden itibaren evlere temizliğe gideceğim. Beni aydınlattığınız için çok teşekkür ederim. Siz olmasanız ne yapardım. Ewi’yi de hemen salonun ortasında yere vurarak parçaladım. Fonda Miles Davis “Tutu” çalıyordu ki kendimi adeta bir ritüeli gerçekleştiriyormuş gibi hissedeyim. Muhteşem bir insansınız, her halinizden belli.
(Hamiş: Google’dan “Çin malı saksafon” arayarak bu bloga düşen herkes keşke sizin yaptığınız gibi hayatımı değiştirecek kudrette olsa).
“Kriptografi Gördüm”, Wunjo… » Bir macera aracı olarak üflemeli çalgılar said,
Mayıs 30, 2010 @ 22:44
[...] da senelerce içimde kalmıştı. Sonra geçtiğimiz senelerde elime biraz para geçince, yeniden bir üflemeli çalgı aldım. Bu sefer beni (kendimden başka) kimse tutamazdı, aldığım çalgı elektronikti, istersem [...]
ewrim said,
Eylül 30, 2010 @ 08:36
yok artık! sırf, bir insan ile zevklerinin örtüşmediğini görünce tutup, o insanın hayatının önemli bir kısmını adadığı amacına,hedefine ve başarılarına bu şekilde hakaret eden birinin nasıl bir düşünce yapısına, dahası nasıl bir yaşam formuna sahip olduğu ciddi bir merak unsuru…
ewrim said,
Eylül 30, 2010 @ 08:38
ayrıca dream theater muhteşemdir, john petrucci ise muhteşem ve ötesidir :))
emrah said,
Mayıs 27, 2013 @ 13:59
nerden alabiliriz bu enstürmanı bilgisi olan ?