Kendine ait bir odada evrim ve felsefe okumaları…

Ne yalan söyleyeyim, benim felsefe, sosyoloji gibi alanlarda öyle deste deste kitap okumuşluğum yok (biyolojik bilimlerin bu alanlarla kesiştiği kümelere düşen bir iki kitabı okuduğumu saymazsak). Sevmediğimden değil ama sanırım Sofi’nin Dünyası’nı okuduktan sonra elime bir “felsefe için felsefe” kitabı almış değilim (ki aranızdaki gerçek felsefecilerin Sofi’nin Dünya’sına burun kıvıracağına eminim, ama lisedeydim! -Vayyy sanırım özrüm kabahatimden beter, üstüme gelmeyin bre filozoflar.) Bu blogun pek sevgili okuru sizdenizin de farketmiş olacağı üzere, felsefeyle ilişkim daha çok bu sayfalardan atıp tutarak kendi felsefemi yapmaktan ibaret.

Geçenlerde evrim kuramının insan hayatına etkileri üzerine bir yazı yazmaya başladım (bu yazıyı Ömer Gökçümen ile birlikte yazıyoruz ve ayrıntılarını ilerleyen günlerde vereceğim). Yazı için ufaktan araştırma yapmaya başlayınca, zaten bir süredir kendimi çok cahil hissettiğim sosyalbilimler ve felsefe alanlarından kitaplar karşıma çıkmaya başladı; haliyle, mesele insan olunca… Laboratuvarda tavuk kanadı kesip biçmeye ve her şeye kuru bilim insanı gözlüğüyle ya da mikroskoptan bakmaya odaklanmış beynimin kıvrımları, merakla araladığım bu kapının ardında kendisini keşfetmemi bekleyen koskocaman dünya karşısında heyecandan kıppır kıppır ettiler.

Tabi ki ne yaptım? İnternetten biraz fikir edindikten sonra kütüphaneye gittim. Ne kadar da seviyorum kütüphaneyi, canım benim. İlgimi çeken birkaç kitabı aldım. Bu arada eve yeni bir ev arkadaşımızın taşınması dolayısıyla, çalışma ortamında bazı değişiklikler yapıp çalışma masasını yatak odasına almıştım ve bu değişiklik bana çok iyi gelmişti. Çalışma ortamı konusunda çok garip takıntılarım var. Daha önce kapıları boydan boya cam olan, aslında çok da nefis olduğu halde kendimi dış dünyadan soyutlanmış hissedemediğim bir odadaydı çalışma masam. Bu durum benim konsantrasyonumu çok etkiliyordu (ayrıca odanın ısıtma ve soğutma teknolojisinden yoksun olması da yaz ve kış aylarını çekilmez hale getiriyordu). Hoş bunların bir bahane olup olmadığından emin olamıyorum çünkü ciddi şekilde odaklanarak verimli çalışmamı engelleyen en büyük etken malesef hem pek sevdiğim hem de en azılı düşmanım gibi hissettiğim “lö internet“. Son zamanlarda internette boş boş dolaşarak geçirdiğim zamanları da olabildiğince aza indirmeye çalışıyorum. Velhasılı, galiba ben aslında bu internet yüzünden bir süredir eskisi gibi kitap okuyamıyormuşum. İnternet’in dozunu azalttığım şu son bir iki haftadır kendimi kitaplara verdim, kapalı kapılar ardındaki “kendime ait bir oda” ise bana tam zamanında yetişti.

Şimdi diyorum ki ey sevgili okur, gel seninle şu kitaplardan 3 tanesine bir göz atalım. Zira, ilginç bilgiler var içlerinde.

Fotoğraftaki konumlarına göre, inceleyeceğimiz kitaplar yukarıdan aşağı şöyle:

1) The Evolutionary Imagination in Late-Victorian Novels. JOHN GLENDENING.

Bildiğiniz gibi Darwin, “doğal seçilim yoluyla evrim” kuramını 150 yıl önce yayınladı (1859). Bu tarihin denk geldiği dönem (1837′den 1901′e) İngiltere’de Viktoryen Dönem olarak anılıyormuş. Bu kitap da aslında ilginç bir konuya el atıyor: Darwin evrim kuramını ortaya attıktan sonra, o dönemde yazılan romanlar evrim fikrinden nasıl etkilenmiş, hatta bu fikri alıp nasıl kullanmışlar ve dahi nasıl eleştirmişler vesaire.

Kraliçe Viktorya Ablamız.

Yazarın incelediği kitaplar arasında Bram Stoker’ın Dracula’sı, H.G. Wells’in “Doktor Moreau’nun Adası” kitapları da var. Yazar, evrim kuramının bu romanlarda, bilimsel anlayışımızda yarattığı ilerlemeden ziyade, insanlar üzerinde yarattığı endişe, belirsizlik ve kafa karışıklığı açısından ele alındığından bahsediyor. Bu arada her iki romanın filmleri de var -Dracula’yı zaten biliyorsunuzdur-. Dr. Moreau’nun Adası’nın 1977 yapımını buradan izleyebilirsiniz (kitap da burada). Filmi izlerseniz, öyküdeki ana eleştirilerden birinin, adada çılgın deneyler yapan (hayvanları insan-hayvan arası canlılara dönüştüren) Dr. Moreau üzerinden, bilim insanlarının “tanrıyı oynamasına” yönelik olduğunu pek rahatlıkla görebilirsiniz.  Mesela filmde şöyle bir diyalog var:

Dr. Moreau: İzin ver sana bir şey göstereyim. Embriyolar… Köpek, fare, insan embriyosu… Hepsi neredeyse birbirinin aynı görünüyor. Zaten gelişmeye aynı şekilde başlıyorlar. [...] Fakat her birinin sonunda ne kadar farklı göründüğünü biliyoruz. Neden? Bir hücre nasıl oluyor da belli bir yapıya, hiç değiştiremeyeceği bir kadere sahip oluyor? Bu kaderi biz değiştirebilir miyiz?

(O ana kadar uslu uslu dinleyen) Mr. Braddock: Peki ama değiştirmeli miyiz?,  diye soruyor. Bu soru gelene kadar heyecanlı bir paylaşım içinde olan Dr. Moreau birden Braddock’un kendisini anlamadığını düşünüyor ve küskün bir çocuk gibi embriyoların bulunduğu dolabın kapağını kapatıyor.  “Görüşürüz Mr. Braddock”, deyip karakter atarak ortamdan ayrılıyor.

John Glendening de kitabında, romanın Dr. Moreau ile Darwin arasında üstü kapalı bir karşılaştırma yaptığını, aynı zamanda Darwin’le doğrudan bağlantılar kurduğunu söylüyor (bunları filmden anlamak güç olabilir). Mesela, Moreau’nun adasının kitapta bahsedilen koordinatları Galapagos Adaları’nın hemen yakınlarına düşüyor vesaire. Bu açıdan bakarak filmi izlemek benim açımdan keyifli oldu. Hoş “bilim adamı” figürü o kadar acımasız ve deli çiziliyor ki, filmde Harun Yeahyeah’nın eserlerinden biriymiş gibi bir hava var. Nitekim, filmin sonlarına doğru seyirci olarak Dr. Moreau’ya gıcık olmaktan kendinizi alamayıp “çok biliyon sen zaten denyo” diye tokatlayasınız gelebilir (bana öyle oldu). [sonradan eklenen bir not: kitapta Dr. hakkında farklı hissediliyormuş, sizleri film yerine kitaba yönlendirmemi öneren Erkan Tekman'a çok teşekkürler, bunu anlatan yorumu şurada]. Öylesi bir anti-bilim atmosferi var. Eski bir film olduğu için yavaş ilerliyor ama yine de tavsiye ederim.

2) The Caveman Mystique. MARGARET McCAUGHEY


Bu kitabı çok sevdim. Martha McCaughey, Appalachian Eyalet Üniversitesi’nde Disiplinlerarası Çalışmalar bölümünde profesör, ayrıca Kadın Çalışmaları’nın  yöneticisi. Kitapta önce Darwinizmin, evrimsel psikolojinin ve feminizmin tarihi ve sosyal bağlamda bir incelemesi var (-ki genel olarak Darwinizmin ne olduğunu anlamak, tarih boyunca etkilerine göz atmak için bile iyi bir özet). Daha sonra,  Batı kültüründe erkeğin cinsel kimliğinin, kendine bakışının popüler Darwinizm ve evrimsel psikoloji tarafından, özellikle de popüler medya aracılığıyla nasıl etkilendiğine değiniyor. Kitabın olayları hem feminist ve sosyolojik akımlar açısından hem de -yazarın eleştirilerinin ana hedefi olsalar da- biyolojik bilimciler tarafından ele alması, ve saplantılı bir tonunun olmaMAsı hoşuma gitti. “Erkek neden aldatır, neden tecavüz eder? Kadının beyni erkekten farklı mı çalışır” gibi cinsel kimlik sorularına evrim kuramı üzerinden cevap arayan ve öne sürdüğü hipotezlerle medyada bol bol yer alan “evrimsel psikoloji” alanı, son yıllarda gitgide daha çok bilim insanı tarafından eleştiriliyor. (Hatta burada Müspet İlimler blogunda bu konuda güzel bir yazı var).  Nitekim McCaughey de, evrimsel psikologların hipotezlerini çok erkek merkezci (veya heteroseksüel merkezci) düşünerek oluşturduklarını, yani farkında olarak ya da olmaksızın taraflı bilim yaptıklarını söylüyor. Hatta bana pek ilginç (ve olası) gelen alternatif fikirler ortaya atıyor. (Ama onu sonra anlatırım).

3) Evolution’s Rainbow. JOAN ROUGHGARDEN

Şahane başka bir kitap. Bu kitabı kütüphaneden almadım, kendisi benimdir (daha yarısını okudum). Kitabın yazarı Joan Roughgarden, Stanford Üniversitesi’nde profesördavranışsal ekoloji alanında eşeysel seçilim konusunda çalışmaları var. Yukarıdaki iki akademik kitabın aksine bu kitap popüler bilim okuruna hitaben yazılmış. Roughgarden kitapta özetle, cinsiyet ve cinsellik konularında Darwin’in eşeysel seçilim görüşünü eleştiriyor. Cinsiyet kavramını başka diğer türler açısından ele alırken Darwin’in fikirlerini temel alanların insanmerkezci davrandıklarını, sınırları hem kültürel hem biyolojik olarak insandaki gibi katı şekilde çizilmiş “iki” cinsiyet üzerinden gittiklerini fakat bunu yapmakla büyük bir hataya düştüklerini söylüyor. Nitekim kitabı okurken yazarın verdiği örneklerden görüyoruz ki, başka canlılarda insanda olduğu gibi “erkek” ve “dişi” cinsiyetler arasındaki fark o kadar belirgin olmayabiliyor (kitabın ilk yarısında bu çeşitlilikten bashediliyor). Örneğin, kanguru sıçanı (Dipodomys ordii) denilen bir tür hayvanın bireylerinde birçok karışık cinsiyete rastlanıyormuş: bireylerin yaklaşık %16′sı hem sperm hem yumurta hücresi üretiyor, üstelik hem bir penise ve testislere hem de bir vajinaya ve yumurtlalıklara sahip. Yine çok ilginç başka bir örnek de fener balıklarından (anglerfish) geliyor: Bu balık türünün bütün erkekleri “cüce” (dişilerden 40 kat küçükler) ve kendi başlarına yaşayamıyorlar. Dişilerin salgıladığı kokuyu algılayabilen kocaman burun delikleri var. Bu sayede dişinin yerini tespit eden fener balığı erkeği, dişinin sırtına ağzındaki kıskaçlarla tutunuyor ve vücudu dişinin vücuduna yapışıyor (adeta kaynak yapılmış gibi). Bu noktadan sonra erkek artık dişinin vücudunun bir parçası haline geliyor, içorganları eriyor ve sadece üreme için kullanılıyor. Gerekli besinleri de dişinin vücudundan sağlıyor. Daha ilginci, bir dişiye birden fazla erkeğin “yapışabiliyor” olması.

Dişinin tepesindeki küçük çıkıntı aslında erkek bir birey.

Yani, modern eşeysel seçilim kuramları, Roughgarden’a göre kültürel önyargıların sonucu bugünkü hallerini almış ve doğayı yorumlarken, yukarıdaki örneklerde anlatılan çok farklı dişi-erkek senaryolarını gözardı ederek, insan için geçerli olan senaryoyu temel alıyor.  Kitabın henüz okumadığım ikinci bölümü ise insandaki cinsiyet ve cinsel kimlik çeşitliliğinden bahsediyor. (Bu arada Roughgarden aynı zamanda, Müspet İlimler blogunun yazarlarından, aynı zamanda bir Evrim Çalışkanı olan Erol’un da hocası olur efem.)

İşte böyle… Son olarak, sözünü ettiğim diğer yazı bittiğinde eğer orada ayrıntısına girmemişsek, özellikle evrim kuramıyla birlikte cinsel kimliklere bakışımız nasıl şekillendi, farklı bakış açıları neler, bunlar arasında eksiği, taraflısı, kültürel önyargılısı, en çok eleştirileni hangileri, alternatif bakış açıları ne olabilir gibi sorulara değinen bir şeyler yazmak istiyorum. Fakat her zamanki kaypaklığımla söz vermiyorum. Böyle de hain bir biyolokumum. Ama sizler beni olduğum gibi sevdiğiniz için teşekkür ederim.

Notlar:

1) İlk fotoğrafta kitapların eğri göründüğüne bakmayın, monitörünüzün ayarlarıyla oynamayın. Fotoğrafı Meren’in yeni balıkgözü objektifi ile çektim, optik bir olay dönüyor.

2) Diğer resim ve fotoğraflar için Google’a teşekkür ederim.

  • Share/Bookmark

11 Yorum »

  1. okuyucu said,

    Ağustos 16, 2009 @ 18:31

    Evrim kuramının insan hayatına etkilerini duyunca, ilk aklıma gelen şey “mantık” oldu…
    Evrim hipotezinin, herhangi bir “bilgi” ile karşılaştığında, doğru ile yanlış akıl yürütmede ki ayrımı yapan temel disiplinlerinin, insan hayatı gibi “kaotik” bir durumu ifade ederken, mantığın temel disiplinleri ile ilişkisini hep merak etmişimdir. Araştırmanızda salt evrim merkezinden “mantığın” oluşum süreci olarak değil, mantıksal yöntemlerle “evrim hipotezinin” evrimi ve dayanıklılığı yönünden de bakılsa, iki türlü de istifade ederdik… :) Araştırmanız da başarılar dilerim…

  2. Hakan Kuruoğlu said,

    Ağustos 17, 2009 @ 03:58

    Bu güzel ve bilgilendirici yazı için teşekkürler. Senin ve eşinin bloglarını heyecanla takip ediyorum.
    Harikasınız.

    Benden de benim okuduğum ve tavsiye edebileceğim birkaç Türkçe kaynak kitabı yazmak istiyorum ;

    Carl Sagan – Cennetin Ejderleri – İnsan zekasının evrimi üzerine düşünceler (sanırım şu anda kitapçılarda yok.)
    Carl Sagan – Tanrının Kapısını Çalan Bilim (Atıflarla konu hakkındaki kaynak kitaplara ulaşabileceğiz bir eser)
    Richard Dawkins – Ataların Hikâyesi – Yaşamın Kökenine Yolculuk ( Dawkins klasiği – resimler çok güzel)
    Richard Dawkins – Gen Bencildir
    Stephan Jay Gould – Darwin ve Sonrası
    A.M.Celal Şengör – Yaşamın Evrimi Fikrinin Darwin Döneminin Sonuna Kadarki Kısa Tarihi
    John Maynard Smith – Evrim Kuramı (Kapsamlı ve yalın anlatıma sahip popüler bilim kitabı)

  3. istemfer said,

    Ağustos 17, 2009 @ 05:42

    2. kitabı çok merak ettim baya ilgimi çekti, bir bakınayım İstanbul kitapçılarında bulabilecek miyim..Ömer’le yazınızı merakla bekliyoruz :)

  4. Duygu said,

    Ağustos 17, 2009 @ 15:50

    Hakan çok teşekkürler.

    Dawkins’in Gen Bencildir kitabını okumuştum taa lisedeyken. Şimdi düşünüyorum da, o kadar küçükken bir şey anlamış mıydım acaba? (Anlamamış olduğumu zannediyorum zira aklımda bencil gel kavramından başka bir şey kalmadı neredeyse. Dawkins’in başka kitaplarını da kısmen okudum (birileri elime sürekli kitapları zorla veriyor!).

    Fakat benim bu araştırma ile anladığım şu ki, felsefe sosyoloji okumuş araştırmış kişilerin evrim kuramına ilişkin düşüncelerini aslında pek de okumamışım, hep “bilim insanı” perspektifinde yazılan kitaplar denk gelmiş (ya da kolayıma gitti belki ben onları seçtim).

    İstem bulamazsan belki burada İnternet’te ucuza ikinci eli vardır. Bir dahaki New Scientist postasına dahil ediveririm?

  5. Anonim said,

    Ağustos 22, 2009 @ 02:49

    Yeni birşeyler bekliyoruz dolduralım lütfen blogu boşlamayalım tek geçmeyelim evet.

  6. Anonim reloaded said,

    Ağustos 22, 2009 @ 03:09

    Bloga daha sık yazı beklediğimizi başınıza kakaraktan hatırlatıp
    http://graphjam.com/2009/08/19/song-chart-memes-mcdonalds-chicken/
    Adresinde kendinizden birşeyler bulacağınızı ümit ediyoruz.

    Ayrıca
    http://www.dontevenreply.com/index.php?
    http://www.fmylife.com/

    tavsiye ediyoruz.(doktora çalışmalarını baltalayabilir ama sonra mesuliyet kabul etmem.)

  7. B. Duygu Ozpolat said,

    Ağustos 22, 2009 @ 10:15

    Eheh sayın anonim, bağlantılar beni çok güldürdü.

    Yazı yazıcam işallah bakalım, ama yukarıdaki kitaplara yenileri eklendi. Bu hafta sonu da okumalarla geçecek gibi.

    Ayrıca bir de blogumuzdaki yazıların her biri el değmeden ve fekat özenle, tek tek büyütülüp toplanılıyor ve masanıza ulaştırılıyorlar. O yüzden yapımları biraz zaman alıyor :P

  8. Erkan Tekman said,

    Ağustos 25, 2009 @ 07:15

    Sevgili yenge,

    Bir aralar H.G.Wells’e fena halde takıp ardı arkasına okur hale geldiğimden Dr Moreau ile ilgili ufak bir yorumda bulunmadan geçemeyeceğim. H.G.Wells, kanımca ve genelde tam aksi söylenip yazılıyor olsa da, sağlam distopyacıların başında gelir. “Mutlu son”la biten eseri yok neredeyse (Dünyalar Savaşı’nda uzaylıların apti bir dizi mikroorganizmaya mucizevi şekilde yenik düşüp yokolmalarını “mutlu son” saymazsak :-P ). Kahramanları da, haliyle, hayli çökmüş ve gerilmiş arkadaşlar. Özellikle kitabı okuyanlar Dr Moreau’nun son yaklaştıkça nasıl yalnızlaştığını ve yabancılaştığını görmüş ve hatta sevgili Dr için sonunda 1-2 damla gözyaşı dahi dökmüşlerdir, Görünmez Adam’ın son koşturmacasında olduğu gibi.

    Holywood, her zaman olduğu gibi, kitabın posasını bilindik formüllere bulayıp bir nakit kaynağı yapmış olsa gerek. Bu çağda biraz antika kaçacak, ama okuyucuları doğru kaynağa, yani kitaba yönlendirmekte yarar var…

  9. B. Duygu Ozpolat said,

    Ağustos 25, 2009 @ 10:00

    Erkan Tekmancığım, bu bilgiler ve yorum için çok teşekkür ediyorum. Yazımı güncelleyip yorumuna link verdim.

    Distopya demişken, Yevgeni Zamyatin’in “Biz” kitabını okudun mu?

  10. Erkan Tekman said,

    Ağustos 27, 2009 @ 01:53

    Yingeciğim, teşekkür ederim…

    Biz, zaten neredeyse distopyaların başlangıcı sayılır. Okuyalı epey oldu, belki de dönüp bir tur daha yapmanın zamanı gelmiştir. Ya da distopya filmlerine takıp bir tematik izleme furyasına girmenin…

    Herkese distopya tavsiye ediyorum, okuyun, izleyin, okutun… İnsanı genç ve dinç tutar…

  11. Amfoes said,

    Nisan 14, 2010 @ 00:56

    Selamlar Duygu,

    John Maynard Smith. Bahsetmediğin için okumadığını varsayıyorum, seni kınıyorum ve sana laflar hazırladim. Sadece kitapları değil yayınlamış olduğu tüm makaleleri mutlaka okumalısın.

    Geçtiğimiz yüzyılın en büyük filozoflarından biri olan sevgili Daniel Dennett’in biyolojiye ve özellikle evrim teorisine ilgi duyduğu için kendimizi şanslı saymamız gerektiğini düşünüyorum, o derece*. Dennett’i de sepete ekleyelim.

    Din mevzusu ilgimi çekiyor diyorsan, farklı bir tad olması açısından antropolog Pascal Boyer’in Religion Explained adlı kitabını tavsiye ederim.

    Görüşmek dileğiyle,

    Sevgiler

    * Yiğit Özgür’e de selam çakmış olalım.

RSS feed for comments on this post · TrackBack URI

Yorum yapın