Wherever you go there you are
Küçük bi not düşüyorum bugün: Wherever you go there you are. Göze ne kadar da basit görünen bir cümle değil mi? Hiç öyle göründüğü kadar basit değil aslında. Hayatın kocaman sırlarının şöyle üç-beş kelimeye sığmasına bayılıyorum. Tek problem, böyle sözleri anlamaya ihtiyacınız olduğu anda anlamıyorsunuz. Ne zaman ki deneyimler sizi pişiriyor, ne zaman ki bilgiye erdeme vakıf oluyorsunuz, o üç-beş kelimenin derinlerde yatan esas anlamı size görünür oluyor. O zaman da işinize yaramıyor sanki, çünkü zaten öğrendiniz bu cümlenin ne demek olduğunu, deneyimlediniz.
Ne olur ne olmaz, yine de saklıyoruz bir kenara bu cümleleri, web siteleri, kitaplar filan var bunların biriktirildiği, küçüklerimize filan söylüyoruz, şarkı sözlerinin arasına sıkıştırıyoruz, kitapların başında alıntılıyoruz, kompozisyon sorusu yapıyoruz. Belki kendine gelmek için tam da o ufak silkinişe, sırttan minicik bir ittirişe ihtiyacı olan o birisi, o sözü duyar ve birden anlar her şeyi… Belki de budur kaygımız ya da umduğumuz.

© Mark Baker
Wherever you go there “you” are… İkinci “you” üzerinde bir vurgu olduğunu düşünürseniz (ki ben öyle olduğunu düşünüyor sizi de bana katılmaya davet ediyorum), nereye giderseniz gidin işte oradaki yine “siz”siniz. “Sen”sin. Sen değişmediğin sürece, sen adam olmadığın sürece, mekan değişmiş ne fark eder… Nereye gidersen git yine bulduğun şey kendinsin ve aynı dertlerin, aynı mutsuzlukların, aynı iç hesaplaşmaların ya da kendinle hesaplaşmayı erteleyişlerin, ve nihayet aynı hayal kırıklıkların. Ya da tam tersi, nereye gidersen git mutlu olmayı becerebilen isen sen, işte orada bulduğun da o. Bu kadar derin bu laf. Amerikalılar demiş biliyor musunuz? Gören Çinli söylemiş sanır, öylesine derin.
Sıkça sorulan sorular: “Amerika’ya gelsem mutlu olur muyum? Çok zorlanır mıyım?” Ne cevap vereceğimi bilemiyordum, artık elimde bir cümle var. Bu cevabın her seferinde istediğim mesajı vereceğinden emin değilim, ama bundan daha doğru ne söylenebilir ki: “Wherever you go, there YOU are” ve orada ne deneyimleyeceğin de tamamen sana bağlı.
NoDry ( i ♥ Fırat ) said,
Mart 28, 2010 @ 19:07
Gittim demekle gidillmiyor ..Cok güzel eline sağlık :)
Moonshine said,
Mart 29, 2010 @ 03:55
Duygu,
Kavafis bir şiirinde de ne güzel söylemiş, tam da senin buraya koyduğun bu sözün anlattığını:
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.
Murat Gunduz said,
Mart 29, 2010 @ 09:05
Düygü hanımcım,
tamda yeni bir şehre taşındığım gün yazmışsın bunu :), denk gelmiş, ben yeni okudum,
(bu arada, wuhuuu, evet, sonunda Bolonyadayım ):
her ne kadar yazdıklarının büyük çoğunluğuna katılsamda, yaşadığın yer/mekan/şehir/.. vs’nin de
önemli olduğunu düşünmekteyim. “Sen” gittiğin yerden bağımsız sen sin, tamam, fakat o şehir de senin için önemli bence. Ne bileyim, bira tüketmenin yasak olduğu bir yerde daha mutsuz olurdum heralde :P,
misal, arkadaşlarla şöööle bira ile çıtır çıtır patates kızartmasının canına okuyamıyorsan, orda yaşamak istemezdim, böyle tonla örnek verilebilir, işin özü (tam bir oran veremesemde:P), yaşadığın yer de önemlidir.
ne zaman Bolonya’ya geliyorsunuz :P
sevgiler
Duygu said,
Mart 29, 2010 @ 12:12
Moonshine, geçen biri daha bahsetti bu şiirden. Özünde aynı şeyi söylüyor ama çok karamsar bir üslupla be! Sanki insanın hiç değişmeye gücü olmayacakmış, kendiyle hapsolup kalmış gibi. Oysa ki öyle değil. Kafa değişince şehirlerin görüntüsü de değişiyor. Aydınlanıveriyor her yer ya, ben onu demek istiyorum :)
Muratçığım haklısın, bunun savaşı var, açlığı var, yasağı var. Ama eğer olanaklar bakımından daha çok şey vaadeden bir yere giderken sen kişi olarak hayatı kendine zindan eden bir şahsiyetsen, şehir, ülke, okyanus, gezegen değişse de farketmiyor :) Ben kendimden bildim. Yoksa kafana bomba düşerken Bağdat’ta mutlu olamıyorsun diye kimse kızmasın bi zahmet tabi :) Öte yandan, biraların ve patates kızartmalarının yerini başka şeyler de alabiliyor insan isterse ki!
Bolonya’dasın demek sonunda, çok sevindim, en kısa zamanda gelebilelim, keşke, keşke Avrupa’ya taşınalım :(
arpat said,
Nisan 2, 2010 @ 05:32
aldigim bi duyuma gore tazmanya canavari gibi hiphizli donersen ilk ben ikinci benden anlik da olsa kurtulabiliyomus.. ikinci ben yetisene kadar ilk ben azcik degisebiliyomus.. ikinci ben yetistiginde de iki benin ortalamasi yeni ben oluyomus.. insanlar boyle boyle degisebiliyomus.. :)))
buket said,
Nisan 3, 2010 @ 07:31
nereye gidersen git kendini de götürürsün olarak çeviriyoruz bu cümleyi biz türkler.
aslında güzel olan cümle değil, bize güzel gelen değişimin illa ki bir böceğe dönüşmek kadar zorlu olacağını düşünüp bunu yapmanın imkansız olduğunu bilmenin iç huzuru; kendinle hesaplaşmayı erteleme fırsatı/bahanesi.
Uğur Güçarslan said,
Nisan 5, 2010 @ 01:40
hayat bazen o kadar basit ki; biz bile şaşırıyoruz onun bu kadar basit olmasına. acaba bir yanlışlık mı var diyoruz bunda. hep farklı bir açıdan bakmak istiyoruz ama nedense karşımıza aynı pencere çıkıyor. hata mı bu? elbette değil! sadece alışılagelmişin bir tekrarı..
iş böyle olunca sana sorulan soruda kendi özelliğini yitiriyor. “Amerika’ya gelsem mutlu olur muyum? Çok zorlanır mıyım?”
buna verilecek cevaplar hakkında doktora tezi yazarım ama iş bu kadar kolay değil işte. yaşayıp görmeden, onda kendinden bir şey bulamaya çalışmadan ben sana ne kadar söylesem Tamburi Cemil Bey’in Hicaz Peşrevi gibi gelir. o kadar güzeldir ki gerçek değil der insan..
Yeliz said,
Nisan 5, 2010 @ 05:33
Pek güzel bir latince deyiş vardır bu yazdıklarına dair Canım Çekirgem…
“Coelum non animum mutant qui trans mare currunt”
“Denizi aşan insanlar ruhlarını değil, (üzerlerindeki) gökyüzünü değiştirirler.”
Ben de şu sıra üzerimdeki gökyüzünü değiştiriyormuşum sadece. Bana bunu tekrar hatırlattın hem de tam bunaldığım bir anda. İyi ki varsın, ne diyeyim…
allpower said,
Nisan 5, 2010 @ 07:04
Böyle sözleri anlamaya ihtiyacınız olduğu anda anlamayan kişiyle,zamanla deneyimlerin pişirip bilgiye erdeme vakıf olan kişi, aynı kişi değil gibi sanki! biranın ve patates kızartmasının yerini başka şeyler alabilir ama zamanla gerekli. Cep telefonunun çekmediği, bigisayarın, internetin olmadığı medeniyetten uzak bir yere giderim her yaz. başlarda insan kendini boşlukta hisseder çok can sıkıcı olur ama zaman ilerledikçe, bir de bakmışsınız ki kendinize yeni uğraşlar edinmişsiniz. Uzun yollar ardından mesafelerin hoşçal demesi gibi sanki.
Gördüğün, düşündüğün, hissettiğin dünkünden çok farklıyken, manevi anlamda nasıl aynı olabilirsin. anlamadım!
Mustafa Özkan said,
Nisan 6, 2010 @ 13:49
Bana bazen “Keşke biyoloji okusaydım” dedirten bir yazardan çok güzel bir yazı. Kimyayı bırakayım mı bunu mu istiyorsunuz!
s said,
Nisan 7, 2010 @ 11:56
Selam, bu yorum bu yazıya değil, aslına bakarsan bloguna, daha dogrusu sana. Her ne arıyorduysam bir gün çılgın google araştırmalarım sonunda “Dünyayı kurtarmak isteyen kadın” isimli yazına denk geldim. Tam olarak benim hislerimi yansıtıyordu, hatta onun ötesinde seninle kendim arasında bir dünya benzerlik buldum… Her neyse o gün bugündür bloguna ara ara ziyaretler düzenliyorum. Yaptığınız çeviri için seni tebrik etmek istedim… Bu vesile ile de ilk yorumumu yapmış bulunuyorum. Ben insanların blogumu okuyup sessiz sedasız terk etmelerindense bir şeyler yazmalarını tercih ediyorum, belki sen de öyle hissediyorusundur diye de bunları yazdım. İşte öyle…
Duygu said,
Nisan 7, 2010 @ 15:40
Yorumların hepsine çok teşekkürler, cevap yazmaya vakit bulamadım ama bittabi pek mutlu oluyorum yorumlara.
İsmail said,
Nisan 11, 2010 @ 15:58
Selamlar Duygu,
Özdemir Asaf okumuş muydun hiç bilemiyorum ama bu kısada çok anlatma yazılarını görünce hep onu anarım:
“Bir konuyu azda kısa bırakmak bilisizliktir derseniz, susarım. Bir konuyu uzunda az ve kısa bırakmak nedir derseniz: Derim ki bu gevezeliktir ilkin, ardından saygısızlıktır.”
“İnsanın yininde ‘ameliyat’ yapmak için onu bayıltmak gerekir.. Ruhunda yapmak için ayıltmak.”
“Duygularının bekçiliğini yapan kişiyi hırsız bile çalmaz.” diye alıntılıyorum ve duygularını bizimle paylaştığın için sağol, varol diyorum :)
Düygü said,
Nisan 11, 2010 @ 22:49
Eskiden şiir okurdum ama Özdemir Asaf’ın bu sözlerine denk gelecek kadar okumuşluğum yok demek ki. Asıl sen ne iyi ettin de bunları paylaştın. Sen sağol varol, çünkü ben şimdi eskiden çok sevdiğim ama uzun zamandır unuttuğum bir şey yapıp gidip şiir okuyacağım, azda çok anlatan satırlarda keyifler bulacağım :)
Oğuzhan said,
Mayıs 15, 2010 @ 12:57
Amerikalılar çok güze söylemiş, okuduğumdan beri söylemediğim insan kalmadı çevremde. Bu sözü benden duyan insanlarla “Acaba Türkiye’de de böyle mi? Yok yahu, nerede!” diye söyleşirken buldum kendimi. Yaşanmadan öğrenilmiyor bazı şeyler demek ki. :)
“Kriptografi Gördüm”, Wunjo… » Bir macera aracı olarak üflemeli çalgılar said,
Mayıs 30, 2010 @ 22:49
[...] Bu aralar Amerikalıların bilgeliğine dadandım madem -git gide seviyor muyum ne kerataları- (“Wherever you go there you are” ), yine onların dediği, hatta ve hatta güzide dizi Lost’un sonunda da söylendiği gibi [...]
patates said,
Temmuz 11, 2010 @ 15:30
az önce gecenin bir yarısı just be’yi dinlerken kendimi yukarıda bahsettiğin bu cümleyi düşünürken yakaladım ve biraz kasınca ona birkaç ay önce senin bu yazını okudurken rasladığımı hatırladım ve gelip buraya bir link bırakmanın iyi olucağını düşündüm.
işte burada: http://www.youtube.com/watch?v=xYyr0tMVViE
Kararsız ama kararlı said,
Temmuz 23, 2019 @ 09:58
ben hastalıkları araştırmak istiyorum çözüm bulmak istiyorum genetik hastalılara. bunun için mbg düşünüyprdum ama hangi bölümü seçmeliyim
morhamus said,
Ağustos 22, 2022 @ 06:50
unutulmasını istemediğimiz ”deneyimlerimizi” çünkü bir kelimeye, cümleye veya da bir mekana teyellemek gerekir… unutuşun devamlılığına karşı ancak böyle; ruha iğnelemek gibi bir farkındalıkla mücadele verilebilir sanırım .. varsın olsun.. yazıldığımız en güzel hikayenin üzerimizde hakkı kalmasın.. ya da teyellendiğin yer senin varoluşun, gerçek vatanın ve ”sen benim vazgeçilmezimsin’ ‘inizdir. İşte ruh denen mefhumun çıktısı bu dünya, böyle mekan oluyor.. küçük daire büyük daireden daha büyüktür ve ”mendiller yalnızlıklara eğimlidir” hem..