Başkentin kıyısında yeni hayat ve yeni ev arkadaşları

Tam anlamıyla bir erteleme psikolojisi içindeyim, bir ay önce tamamlayıp, doktora danışmanım Ken’e göndermiş olmam gereken bir makale var. O kadar erteliyor o kadar üşeniyorum ki, bu gece suçluluktan kabuslarıma girdi. Yine de ben oturdum blog yazacağım.

Bugün sizlere Washington DC yakınlarındaki College Park isimli şehre taşınışımı anlatmak istiyorum.

Bu yazıya başlarken dinlemekte olduğum parça: Gogol Bordello’dan “Wonderlust King

Doktora tezimi savunup kazasız belasız hayatımın bu periyodunu da geride bıraktıktan sonra, New Orleans’ta birkaç hafta vize/çalışma izni ile ilgili dökümanlarımın gelmesini bekledim. Bu sırada zaten Maryland Üniversitesi’ne geleceğim belliydi, eski blog yazılarından birinde “hayırlı bi iş için” buralara yolumun düştüğünden bahsediyorum ya, o bir iş görüşmesiydi. Kimyamız uyuştu, gezegenler hizaya geldi, cepte var bir iş oh ne güzel psikolojisi ile rahata kavuşuldu, yazın oluyor bunlar. İşi kabul ettim. Heyecanla doktora bitsin diye beklemeye başladım. Ben sıkılıyorum çünkü, yaşadığım yer dar, çalıştığım konu banal gelmeye başlıyor. Eskiden beri yerimde duramayışım ondan herhalde. Kendimi her yollarda buluşumda garip bir korkuya karışık çok daha güçlü bir tatmin duygusu yaşıyorum.

Öte yandan, hep olur ya, gideceksiniz diye çok sevdiklerinizle daha bir sık vakit geçirmeye başlarsınız. Sonra ayrılması iyice zor olur. Öyle de oldu. Neredeyse bu duyguya yenilip “Ya New Orleans benim evim olsunmuş meğersem” diyecektim.

Velhasılı, Ocak ayının sonuna doğru bir Perşembe sabah çok erken, küçük bir kiralık kamyonetin kasasının yarısını dolduran maddi değeri son derece düşük manevi değeri ise tırlara filan sığmayacak bir gıdımcık eşyam ve yanımda sevgili “bench might” Lindsay ile yola düştük. Meren benimle gelemeyeceğinden, Lindsay (Lindziy diye okuyoruz) bu yolculukta beni yalnız bırakmamak için bana eşlik etmeyi kendisi teklif etti. 5 senenin sonunda Amerikalı’ları tanıdıkça onları ne kadar çok sevdiğime dair bir itiraf yazısı da gelir belki ileriki haftalarda. Ama şimdilik, bu yolculuğun tek başına yapılamayacak bir şey olduğunu anladığımda Lindsay’i daha bir sevdimi söylemekle yetineyim. Zaten dünyadaki en arıza ve tatlı insanlardan biri. İnsan yolculuk arkadaşı olarak daha ne ister. Çünkü Lindsay ve ben şöyleyiz:

Hiç müzik dinleyemediğimiz kamyonetimizle bin küsür mil aştık ama o kadar çok konuştuk ki müziksizlik koymadı. Daha New Orleans’tayken Craigslist isimli bir internet sitesinden kiralık ev/oda bakıp, üniversitenin yakınlarındaki bir evde oda kiralamıştım. Ev sahibi tesadüfen Türk bir hanımefendi çıktı. Telefonda konuştuk, güvendim. Depozito çeki gönderim. Odanın fotoğraflarını bile görmedim. Ev sahibinin bana verdiği bilgilere göre oda büyükçe (önemli kriter), bol güneş alıyor (hayati önem taşıyan diğer bir kriter) ve evde Amerikalı bir öğretmen ile Alman bir lisansüstü öğrencisi yaşıyor (yani lisans öğrencileri ile muhatap olmayacağım, “young professional”lara kiralıyorlarmış boşalan odaları, bu da güzel, zira hiç “haydi her gece içelim eğlenelim” derdindeki Amerikalı “college kid”lerle uğraşma psikolojisinde değilim). Kulağa iyi geliyor her şey. Ev arkadaşı mefhumunu da bir sever oldum, şu yaşa geldim, hiç öyle küçücük bir stüdyo eve kapanıp yapayalnız yaşayasım yok.

Şimdi elde var bu bilgiler. Biz Cumartesi gecesi eve varacağız, ya ev sahibi karşılayacak ya da ev arkadaşlarından biri kapıyı açacak.

İki gündür yollarda olmanın, bir de her nasıl olduysa hem Lindsay’nin hem benim ikinci gün mideleri bozmuş olmamızın verdiği yorgunluk ile GPS sonunda “arriving the destination” (adrese varıldı) dediğinde, bunu duymak “dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey”. Zira o ukala aletin, her yanlış yola sapışımızda usanmış bir ton ile “recalculating” (yeniden hesaplıyorum) deyişine alışmışız bir kere.

Kamyoneti parkedip kapıyı çalıyoruz. Bundan sonra olanlar bomba:

Kapıyı baya esmercene, nerede görsem Türk bu diyeceğim 20lerinde bir delikanlımız açıyor. ABD’de 5 senede almış olduğum kültürel eğitimin bir sonucu olarak içimden diyorum ki “dur şimdi hemen Türk bu çıcık diye kabullere kapılma, belki esmer bir Almanımız kendisi di mi, düşük ihtimal ama olabilir”. O yüzden kendimi, İngilizce, “Hi, I am your new roommate Duygu” (Merhaba, ben yeni ev arkadaşınız Duygu) diye tanıtıyorum. Gencimiz direkman Türkçe cevap veriyor “Aaa Duygu hoşgeldin ben Aydın“. Şimdi hadi bu ufak bir şok. Ben özellikle ev ararken Türk’lerden kaçınıyordum, çünkü özellikle buralarda inşallahçı, maşallahçılar çok, boş yere çatışmanın alemi yok, marjinal bir insanım, hem farklı kültürlerin insanlarını tanımayı seviyorum. Neyse o saniyelere yüzbinlerce düşünce sığdırabiliyor insan böyle durumlarda ama hayatın benimle eğlencesi daha bitmedi a dostlar.

Aydın’ın elini sıktıktan sonra kafamı arka plana çevirdiğimde gördüğüm tam olarak şu:

Bir yemek masasında, bıyıklı, 40larında bir abimiz, yanında da bir başka esmerden Türk erkeğimiz oturmuş ince belli bardaktan çay içiyorlar, masada da kültablası filan var. Yani tam bir lagara lugara sigara çay sigara ortamı üzerinize afiyet. Bende tepki şu:

O sırada Aydın beni tanıştırıyor: “Bu Kemal Abi, bu da bizim arkadaş Emre”. Kemal Abi “Hoşgelging Düyghuğ, gel bi çay iç” diyor.

Bak sevgili okur sana şunu diyeyim. Sen senelerce ABD’nin Güney’inde, en fakir eyaletlerden birinde yaşadıktan sonra, ABD’nin başkentinin oraya taşınınca, karşında bıyıklı bir Kemal Abi’yi ince belli bardaktan çay hüpletip sigara tüttürürken bulmak beklediğin en son şey oluyor. Hele ki özellikle yabancı ev arkadaşları ile yaşayayım diye özellikle uğraşmışken.

Bu esnada yol yorgunu zavallı Lindsay’ciğimin görsel ipuçlarından (bıyık) ve anlamadığı dilde konuşulanlardan hiçbir şey çaktığı yok. Bavulunu çekiştiriyor filan. Ben şokumu en minimal seviyede dışarı vurarak teşekkür edip yorgun olduğumuzu, bugünlük odaya çıkıp uyuyacağımızı söylüyorum.

Bir şekilde o akşam biraz sohbet ettik, bu arada ben budolabında iki şişe rakı görünce rahatladım biraz. Yine de kutuları tamamen açmadım, her an pılımı pırtımı toplayıp gidebilirim düşüncesindeyim. Ertesi günlerde Aydın’la aramızda şöyle bir diyalog geçti:

-Duygu selam ya, naber. Ben senin ismine baktım internetten. Evrimle filan ilgileniyomuşsun.
-Haa evet, işte yapıyoruz kendi çapımızda bişeyler, gönüllü işler filan, maksat halkımız bilgilensin.
-Ya kitap filan çevirmişsin ne güzel. Ben de Harun YeeeYee’nin (kim olduğunu biliyosunuz şimdi isim verdirmeyin bana) kitaplarını çeviriyorum Türkçe’den İngilizce’ye.
Bende tepki yine şu:

-Eee hakkaten mi diyosun Aydın?
-Valla ya, işte biz de kendimizce katkıda bulunuyoruz. (Pis pis sırıtıyor.)
-Ya şaka yapıyosu di mi Aydın?

Bu arada tam da akşam yemeği yapmıştım, elimde bıçak var. Aydın şöyle bi bıçağa bakıyo bi bana.

-Eheheeh, ya ben seni biraz daha keklicektim ama korktum şimdi. Şaka şaka. Ben sizin Evrimi Anlamak sitesini okuyorum ne zamandır çok güzel.
-Of Aydın ya, kalpten gidicektim şurda. Heeheheheh. İyi şakaydı ama rispek!
-Bikaç gün devam ettirseydim de görseydin, neyse acıdım.
-Sağol ya.

Bir hafta sonra manyaklar gibi kar yağdığında ortamımız şu idi:

Bunlardan hangisi Kemal Abi, sanırım tanımakta zorluk çekmeyeceksiniz.

Yani düşünmeden, şaşırmadan edemiyorum, hayat sen ne acayipsin bre! Kaç insanın Konya’nın bağrından kopup gelmiş mermer ustası, evde kuru fasülye pişiren, küfte yoğuran, köyünün güzelliklerinden filan bahseden ev arkadaşı var ABD’nin Vaşingtın Disi’sinde? Ay Vaşingtın’ı bırak Türkiye’de??? Şimdilik Kemal Abi’nin Kemal Abi olması sebebiyle hissettiğim inceden bir mahalle baskısının dışında (ki adamcağızın bir şey yaptığı yok da ben onu marjinal kişiliğimle şoka sokmak istemediğimden) iyiyiz.

Bakalım daha neler göreceğiz. Stay tuned y’all!


Bu yazı biterken dinlemekte olduğum parça da Michael Bublé’den Feeling Good

  • Share/Bookmark

25 Yorum »

  1. baratrion said,

    Mart 13, 2011 @ 13:15

    :) Ev sahibesi seni keklemiş mi yani?

  2. ümitorhan said,

    Mart 13, 2011 @ 13:26

    :))) Aydının yaptığı şakaya bittim! Harika gerçekten… :D
    Yurtdışındayken aynı kafadan olmayan başka memleketlilerle aynı çevrede bulunmak oldukça zor bir durum. Bir ortamda türkiyeden tek kişi olup türkiye, politika vsvs hakkında istediğin gibi konuşabilmek tatlı bir özgürlük.
    Ama eminim aile durumları çok farklıdır. Aileden aileye çok fark var ama ben olsaydım belki onca yıldan sonra sevinebilirdim bile. :) Ama ev sahibi tarafından kandırılmak hiç hoş olmamış.
    İyi şanslar!
    Yeni blog yazılarını merakla bekliyoruz.
    Ümit

  3. Biyolokum said,

    Mart 13, 2011 @ 13:48

    @baratrion: Hala kadınla karşılaşıp da soramadım, genelde eşi gelip ilgileniyor bizimle. Ya bilerek söylemedi, ya da bu evde kimlerin kaldığından haberi yoktu, çünkü 5-6 tane böyle evleri var çeşit çeşit insana kiraladıkları. Kötü bir niyet yok diye düşünüyorum kısacası. Hayatın bir cilvesi.

    @ümitorhan: di mi! :) Aydın süper bir kardeşimiz.

  4. Julidemu said,

    Mart 13, 2011 @ 14:15

    O şakayı bir hafta devam ettirseymiş keşke.

    Müzik de hoşmuş buarada.

  5. Tuğçe said,

    Mart 13, 2011 @ 14:24

    meren in bloğundan sonra seninkine bir göz atmak alışkanlık olmuştu. ama en son gönderdiğin fuyasa başlıklı yazıyı göre göre artık yazmayacağını kabullenmeye başlamıştım. hoşgeldin =)

  6. emrahhhhhh said,

    Mart 13, 2011 @ 16:33

    Oh be özlemişim yazıları:9

  7. Selin Ersoy said,

    Mart 13, 2011 @ 16:59

    Sayfayı aşağı indirirken karlı fotoğrafı görünce sesli güldüm, bildiğin Ankara olmuş orası yahu :) Ne demeli bilemiyorum kolay gelsin, bol şans.

    Selin
    Not: Bloga geri dönmene çok sevindim, ben de herkes gibi çok özlemişim yazılarını okumayı.

  8. Türker Sezer said,

    Mart 13, 2011 @ 17:42

    Yeni işin, ev arkadaşların hayırlı olsun. Olsun olmasına da Meren n’oldu bu durumda? En son ayrı diyarlara düşüp onu yalnız bıraktığında [1] pek bir sıkıntılara düşmüştü. Kavuşmanız yakındır umarım.

    [1]: http://meren.org/blog/2010/07/hayat-ne-garip-fransa-filan/

  9. Biyolokum said,

    Mart 13, 2011 @ 17:46

    :) Bu kadar seveni olmak ne güzel yahu!

    Türker, Meren biraz kilo verdi ama o da bir aksilik olmazsa yakında doktorasını alıp Kuzey’e taşınacak. Aynı şehirde olmayacağız ama yakın. Her şey yolunda yani :)

  10. Erdal said,

    Mart 14, 2011 @ 07:03

    oh beaa FUYASA gitmiş sonunda
    yeni hayatınızda başarılar düygü hanım umarım herşey istediğiniz gibi olur.

  11. meren said,

    Mart 14, 2011 @ 13:32

    Oh be.

    Hale bak. Yazmaya yazmaya insanları FUYASA düşmanı yaptın. FUYASA’ya verdiğin bu zararın bedelini ödemek için şöyle 5 yazı daha yazmalısın filan :(

    Türker beyciğim, çok teşekkürler ederim, kendisinin yokluğu ile start alan çılgın ve munis partilerim vermek durumunda kaldığım kısa aranın ardından tüm hızları ile devam edecekler!1

    Sevgi, selam.

  12. Biyolokum said,

    Mart 14, 2011 @ 13:34

    FUYASA konusunu anlayamadım ben neler oluyör?

  13. Sefa said,

    Mart 14, 2011 @ 15:00

    Hahahaha! “Fotoğraftaki Kemal Abi’yi bulunuz” oyunu çıksın istiyorum. Böyle çeşitli çeşitli fotoların bir yerlerine Kemal Abi’nin kafasını monteleyip, online bir oyun olsa çok eğlenirdim diye düşündüm.
    İçinde seyahat geçen her yazı gibi bu yazıyı da ayrı bir sevdim.
    Aydın kardeşimize de selamlar.

  14. Erdal said,

    Mart 14, 2011 @ 15:01

    Şöyle oluyor efenim
    - Acaba duygu hanim yeni bişiler yazdımı bakim
    FUYASA ve Picasa :(
    - Belki bu hafta yazmıştır bakim
    FUYASA ve Picasa :(
    şeklinde 2010 Haziran ayından 2011 Mart ayına kadar her hafta gördüğümüz başlık
    FUYASA ve Picasa :)

  15. Biyolokum said,

    Mart 14, 2011 @ 15:19

    Hahahaah :) yav, ay ne desem bilemiyorum, bu kadar bekleyenim olduğunu iyi ki bilmiyormuşum, yoksa yazmamamın verdiği huzursuzluktan çat diye düşüp ölürmüşüm.

  16. fanfan said,

    Mart 15, 2011 @ 03:41

    aa fuyasa gitmiş! yeni yazılar gelmiş yuppi! duygü lütfen sen hep yaz, ofis günümün must do-it ‘leri arasındasın çünkim.. evet.. sevgiler!

  17. annecik said,

    Mart 16, 2011 @ 17:10

    tatlım..geldiğimde hiç yabancılık çekmiyeceğim için ben kendi adıma mutlu oldum doğrusu:))ke mal ağbin, Aydın bey, Türk ev sahibesi filan ..fotolar gözükmüyo bizde yannız..bi dee bu Türk arkıdeşlere ne getiriyim ülkemizden bi sor bakalım..neleri özlemişler.öptüm çok..

  18. beneklitavuk said,

    Nisan 9, 2011 @ 14:05

    yorum yazmak adeti olmayan bir anti-fuyasapicasacı olarak geri dönmene çok sevindim duygu. akşam olduğunda yaptığım interblogtravellarımda seni okumanın keyfi bambaşkaydı. tecrübelerini, çalışmalarını ve hatıralarını eskisi gibi keyifle anlatacağın yeni yazılarını bekliyoruz.

  19. Biyolokum said,

    Nisan 10, 2011 @ 11:38

    Çok teşekkür ederim :))

  20. Ayse said,

    Nisan 30, 2011 @ 11:15

    Selam,
    Essegi nerede okutursan okut essek essektir, degil amerikayi 3 5 senedir gezmek , dÜnyayi gez isterse bu zihniyet bu saygisizca ve acimasizca , dalga geçercesine hor ve kücuk gorurcesine elestirip benim dinimi yada baskalarinin dinini elestirmek sana kalmadi, bizler avrupada dogduk büyüdük senin kadar öz kisiligimizden kopupta asagilamadik, sen ise kendi dogup buyugudun ekmegini yedigin ülke insanlarini nasil asagliyorsunuz anlamiyorum, sen kaya kovanindan mi meydana geldin he? senin atalarinda mi evrim geçiriyodu?evet gerçekten evrim geçirmis günümÜzün Türk gençligi

  21. Biyolokum said,

    Nisan 30, 2011 @ 13:23

    Ayşe Hanım,

    Yazdığım yazıda tam olarak neye bozulduğunuzu anlayamamam bir yana, bana eşşek deme hakkını nereden bulduğunuzu da merak ettim. Belli ki önyargılarınız gözünüzü körü etmiş. Hiçkimse ile dalga geçiyor değilim, akşamları Kemal Abi’me bir bardak Türk kahvesini de yapıp ikram ediyorum, birlikte yemeğimizi yiyoruz, pek de güzel sohbet ediyoruz şükür. Bugün de mangal yakacağız. İsterseniz siz de bu esnada oturup bir bardak kahve içerken bu öfkeli tavrınızın nereden kaynaklandığını, kendi içinize dönüp bir sorgulayın. Ben de sizin bu yorumunuzu tahammülsüz ve öfkeli Türk teyzelerinin en hakiki sembollerinden biri olarak blogumda saklayacağım.

    Selamlar

  22. fanfan said,

    Temmuz 13, 2011 @ 06:19

    @Ayse;
    niye? her insan illa doğup büyüdüğü yere karşı kendini borçlu hissetmek zorunda mı? benim burada doğup büyümüş olmam yarın öbür gün, filipinleri de kendi doğup büyüdüğüm yer kadar benimsemeyeceğim ya da benimsersem vatana millete hiyanet ettiğim anlamına mı gelecek? ne saçma bir çemkirme bu? sonuçta doğduğu yeri de insanlar seçemiyor, bize seçme hakkı verilmediği gibi sanırım en azından sevip sevmeme ya da bir türlü uyum sağlayamama hakkına da sahip olabileceğimizi, olunabileceğini düşünüyorum. ben de bizim milletimizin büyük çoğunluğunda bir anda peyda olan şu ‘benim toprağımdan ve benim dinimden olmayan benden değildir’ olayını anlayamıyorum. ve bu düşünceyi taşımayan her topluma da her ekolojiye de çok rahatlıkla uyum sağlayacağıma da inanıyorum. Yapabilenlere de lütfen küf kokulu öfkelerinizi bulaştırmayın artık.

  23. memet said,

    Haziran 2, 2012 @ 00:47

    inanilmaz bir sey benden kemal babaya slmler. sonsuz hurmetler gonderim biricik abim kemal abime tam turk filmi ikinci yorumu yakinda yazacagim melbourne

  24. Gökçen said,

    Ağustos 1, 2013 @ 11:14

    gerçekten harika :) :) büyük bir zevkle okudum sevgili biyolokum düygü abla :) benimde isteğim yurtdışında eğitim ve yazılarınızı okudukça hevesleniyor insan. yeni insanlar yeni kültürler pürüzleri de absorbe ediyor.

    bu aradaaaa “Ey güzel okur. Buraya kadar gelmiş, okumuşsun. Saygılar sunar, gözlerinden öperim..” en sonda bu yazıyı görünce içtenlikle gülümsedim. birtanesiniz :)

    kucak dolusu sevgilerr

  25. Biyolokum said,

    Ağustos 1, 2013 @ 14:04

    Gökçen çok teşekkür ederim :)

RSS feed for comments on this post · TrackBack URI

Yorum yapın