Nereye gittiğini biliyormuş gibi yapmak

Yalnız gezginin sahip olması gereken en önemli özelliklerden biri, yüzüne kendine güvenli bir ifade takınıp, aslında kaybolmuşsa bile nereye gittiğini biliyormuş gibi yürümektir. Bugün sabah vardığım Senegal’in başkenti Dakar’da bunu bir kez daha anladım. Henüz 24 saati doldurmamış olmama rağmen o kadar farklı psikolojiler yaşadım ki, şimdi kahvemi yudumlayarak arkadaşlarımı beklediğim sırada otel lobisinde mini netbukumu açıp bu konuda bir şeyler yazmadan duramadım.

Öncelikle… Hani bizim ülkemizde sürekli kazık atıp durduğumuz yabancı turistler var ya, özellikle “aptal” deyip durduğumuz Amerikalılar… Yavrularım, bunlar o kadar tehlikesiz ve kibar bir toplumda yaşıyorlar, o kadar kendilerini kazıklamaya çalışan kimselerle, her verlien fiyat için pazarlık etmek gerektiği gerçeğiyle yüzleşmiyorlar ki, böyle yumuş yumuş, ensesine vur ağzından lokmasını al bir kıvama geliyorlar. Mesela bizim Türkişler bu şekilde bir sürü Amerikalıyı, İstanbul’da halı almak için, hem de ne fahiş fiyatlara, kandırıyor. Belki duymuşsunuzdur, masum turistimizin peşine takılan bir çocuk, gelin bi çay ikram etçez sadece halılara bakın, hiçbir şey almak zorunda değilsiniz, ölümü gör, şeklinde turistlerimizi dükkana götürüyor, ve o turistlerin çoğu, gördükleri süper misavirperver muameleden dolayı kendilerini halı almak zorunda hissederek (acayip psikolojiler var burada) hiç hesapta olmayan bir harcamaya giriyorlar. Bunu hem internette okudum, hem de birebir Amerikalı arkadaşlardan dinledim.

ABD’de bu kadar süre yaşadıktan sonra, bu insanların bu tuzaklara nasıl düştüğünü çok iyi görebiliyorum. Çünkü elimde olmadan ben de o yumuş yumuş topluma alıştım, kendim yumuş yumuş bir hale geldim. Yolda yabancılara gülümseyip iyi günler dilemeler, dilenen çocuklara durup ya hiç bozuğum yok ühühü diye açıklama yapmalar, bir noktadan sonra, herhangi bir insana kafanızı çevirip o yokmuş gibi davranmak o kadar büyük bir terbiyesizlik halini alıyor ki, bunu yapmanız gereken yerlere gittiğinizde bir süre “salak turist” oluveriyorsunuz.

Her Türkiye’ye gelişimde, ya da kurnaz olmam gereken bir yere seyahat edişimde, “yumuş Amerikalı” kimliğimden soyunup “kurnaz Türk” kimliğine bürünmem gerekiyor. Öyle bir düğmeye basınca olsa keşke, ama o kadar kolay değil.

Bugün, gece yolculuğunun verdiği yorgunluk, camdan baktığımda gördüğüm şehrin çirkinliği ve hiç çekici olmayışı (meğersem diğer taraf denizmiş ama), dışarıdaki dünyanın bana inanılmaz derecede yabancı oluşu, ilk defa Türkiye dışında müslüman bir ülkeyi ziyaret ediyor olmanın verdiği garip bir huzursuzluk filan falan gibi dizi dizi sebeplerle otel odasından hayatın içine çıkmakta bir süre zorlandım. Resmen inine saklanmış ürkek bir yaban hayvanı gibi hissediyordum. Ama tabi “bi daha mı gelcez dünyaya” düşüncesi ağır basmakta gecikmedi. Önce otelin lobisi ve bahçesi ve hatta havuzunu keşfetmek üzere aşağı indim (ne kadar cesaretliyim di mi). Otelin arka bahçesinin duvarlarından dışarı bakarken, orada duran bir adam benimle sohbet etmeye başladı.

İki dakikalık sohbetin akabininde yolun karşısındaki minik tükkanına beni sürüklemiş, kendi yaptığını iddia ettiği tahta figürleri bana -tabi ki- fahiş fiyatlara satmaya çalışıyordu. Şimdi Türkiş Biyolokum olsa, daha ilk aşamada adamın yüzüne bakmaz, bir şekilde başından savardı. Ama Amerikalı Biyolokum cart diye tuzağa düştü. Neyse ki durumun çabucak (?) farkına vardım, param olmadığını bir şey alamayacağımı söyledim (adam bir arkadaki otele, bir bana baktı, utandım ama “vallahi arkadaşın misafiri olarak kalıyom” diyemedim). Velhasılı adam bana zorla bir kolye küpe takımı “hediye etmek” istedi. Ben “hayır kabul edemem” dedikçe “ama kalbimi kırıyon abla” edebiyatı çekiyordu. Anladım ki, hediye ile beni kandırıp, kendimi suçlu hissettirip bir şeyler almamı isteyecek. Ben hayır böyle bedavadan bunu kabul edemem, dedikçe işi “tamam o zaman gönlünden ne koparsa”ya çevirdi. Baktım iş uzuyor. Tamam dedim, aldım kolyeleri. “Yanımda para yok yukarıdan alıp gelicem” dedim. Odaya çıktım, kolyelere baktım. Almak istemiyorum. Koydum bir poşete. Bir not yazdım, “hediyeniz için teşekkürler ama kabul edemem”. 1 saat kadar sonra (bilerek bekledim ki adamın bana yaptığı salak turis büyüsü etkisini kaybetsin, kurnaz Türk psikolojisi iyce otursun) götürdüm eline tutuşturup “Au revoir cınım, hayırlı cumalar” dedim.

Yani henüz otelin dışına bile çıkmamışken (gerçi teknik olarak adamın dükkanı için karşı sokağa geçtim) Amerikalılığımı bana hatırlatan bu olay sayesinde, bir anda içimdeki Türkiş Biyolokum yatmış olduğu kış uykusundan “roaaarrrr” nidalarıyla uyanıverdi.

Günün geri kalanında yollarda yürürken bana kimsenin bulaşmaması için suratımda bir “dokunmayın lan” ifadesi, bir de itici hareketler, neredeyse uluorta burnumu karıştırmadığım kaldı. Başladım Dakar sokaklarında tek başıma yürümeye.

Deri renginizin sizi yanıp sönen bir alarm ışığı gibi ele verdiği bir ülkede olmak nedir bilir misiniz? Çok acayip bir hismiş. Ama işte yürürken nereye gittiğinizi biliyor gibi görününce, insanlar bir şekilde ilişmiyor. İlişseler de kısa kesiyorlar. Ama bir anlık tereddüt, bir anlık gereksiz göz teması… Bittiniz dostum. Gel de düşür yakandan “sana çok iyi fiyat vericem bak, süper” diye “doğurganlığı arttıran heykellerden” satmaya çalışan adamı.

Dakar’ın Korniş denilen kıyı yolu boyunca, ayaklarım acımaya başladığında ama durup haritaya bakarsam başıma üşüşeceklerinden, nereye gittiğimi bilmeden, ama bilirmişçesine öyle hızlı adımlarla yürümüşüm ki “Yeter daha fazla yürüyemeycen gari” dediğimde otelden 9 kilometre filan uzaktaydım. Ve bence durum çok komikti. Güldüm kendime ve hayata ve bir hayvan türü olarak insan oluşuma.

Bir taksi şöförüyle pazarlık ettim. 4 dolara (2000 Franc) otele geri getirdi. Arkadaşlar bana 1000′den fazla ödeme demişlerdi ama, daha fazla pazarlık edecek hal kalmamıştı. Bence ilk günüm için yeterince başarı göstermiştim. Taksiye de iki katı fazla ödeyiveriyimdi. Normal fiyattan yolculuk da yarının hedefi olsundu.

Bu yazı fotoğrafsız. Dakar’daki ilk günümün muhteşem psikolojileri tarihe geçsin maksat. İlerleyen günlerde fotoğraflarla karşınızda olacağım. O zamana kadar “ba beneen!” :)

Süper “badass” Türkiş Biyolokum

 

 

 

  • Share/Bookmark

16 Yorum »

  1. Ebru said,

    Ocak 20, 2012 @ 15:09

    Senegallilerde de “bakma” huyu var mi? Ozbekistan’da “yabanci” gorunce yiyecek gibi bakiyorlardi. Gelip rahatsiz etme neredeyse hic olmuyordu ama gorus alanlarindan cikana kadar bakiyor da bakiyorlardi. Deri rengi farkliligi bile gerekmiyor o neon lambasi ozelligini kazanmak icin, ustundeki kiyafetlerin farkliligi bile yetiyor. Bir sure sonra “when in Rome…” olayina nasil kaptirmissam, beni Tatar falan sanmaya basladi taksi soforleri falan.

    Devamli fotograf cekmek, harita acip etrafa bakmak, cantaya siki siki sarilmak falan direkt “turist bu” dedirtiyor. Aslinda en guzeli “sark kurnazi turist” olmak, o imaji vermek: hem yerel misafirperverlikten payina duseni aliyorsun hem de kaziklama girisimleri minimize oluyor.

  2. Meren said,

    Ocak 20, 2012 @ 15:11

    Kolye konusundaki tavrını alkışlamak için ayağa kalkacaktım ama çoastayım bugün :( Çok iyi etmişsin, bu başarının üstüne taksiden yediğin kazık da helal olmuş olabilir.

    İnsanları bu hale getiren faktörleri de düşünmek gerekli elbette. Moskova’daki köpekler üzerine yapılan bir çalışmada, köpeklerin ‘yiyecek verme potansiyeli’ olan insanları yüzlerine bakarak tanıdıkları gösterilmişti, hayvanlar yiyecek vermeyeceği tipinden belli olanlarla vakit kaybetmek yerine profit’i maksimuma çıkarıyor. Onlar nasıl ki yiyecek sora sora, aç kala kala davranışsal ipuçlarını birleştirip o noktaya ulaşıyorsa, Dakar’daki, Türkiye’deki esnaf da Batı insanın zaaflarını Doğu insanının sıcaklığı ile süistimal etmeyi öğreniyor işte. Değişik.

  3. Betul said,

    Ocak 20, 2012 @ 18:02

    Turkis kurnazligi vs. Amerikan yumuslugu nuansini cok iyi ozetlemissin biyolokum. Cok guldum okurken.

  4. uğur said,

    Ocak 20, 2012 @ 18:32

    bu durum sanırım sırtınızda kocaman bir çanta (backpack denenlerden) varken pek olmuyor. en azından şuana kadar ki tecrübelerimden bunu gördüm. birde her yerde faydalı olur mu bilmem ama kulağınızda kulaklık varken pek yaklaşmıyorlar. yaklaşsalar bile ısrar etmiyorlar. inşallah yani..

  5. Biyolokum said,

    Ocak 23, 2012 @ 04:27

    Ebru, burada ben onlara bakıyorum onlar bana bakıyorlar :) Zira ben “ne güzeller lağğğğn” diye bakıyorum, kıyafetleri, derilerinin pürüzsüzlüğü vesaire. Ama bakışmalar beni rahatsız etmiyor, sanırım senin deneyimlediğin raddede değil. Bir de genç delikanlılarımız bol bol öpücük gönderiyorlar :) Ama hiç yanaşıp rahatsız etmiyorlar.

    İlk günün şoku geçtikten sonra biraz daha farklı bir gözle bakmaya başladım, yazacağım fırsat olursa…

    Meren, Moskova’da yapılan çalışma çok ilginçmiş!

    Betül, çok teşekkür :)

    Uğur, sırt çantasının da pek kar edeceğini sanmıyorum. Avrupa’da olsa hani “bu fakir öğrenci turist” der geçerler ama burada sen “fakir öğrenci tursit” olarak bile kulağında kulaklıkla filan insanların bir çoğundan ekonomik olarak çok çok çok daha iyi konumdasın. Yani en basitinden sırf keyif için çıkıp gelebilmişiz Afrika’ya, sırt çantasıyla ve zor şartlarda da olsa. O yüzen her halükarda yanaşacaklarına eminim.

  6. feris said,

    Ocak 24, 2012 @ 14:43

    canımsın. çok özlemişim.

  7. Biyolokum said,

    Ocak 24, 2012 @ 19:32

    Ferişim, ben de çok özledim :..) Kart yazdım bugün size buradan göndericem :)

  8. Kamil said,

    Ocak 26, 2012 @ 21:08

    Duygu yazıda resim yok ama yazının sonunda bunu fark ettim, öyle bir anlattın ki atmosferi ben aklımda kısa film çektim adeta :) Elbette ekleyeceğin foto’ları da merak etmekteyim.

    @Uğur Aslında kulaklık fikri zekice :]

  9. kerem said,

    Şubat 1, 2012 @ 03:33

    meren moskovada ki çalışma çok ilginç miş ben de neden bizim köpek hep annemin yanına gidiyor yemek yerken diyorum:)

    resimlerini mirek ettik senegalin:)

  10. Aydin said,

    Şubat 7, 2012 @ 11:33

    “Zone Industrielle”. Harita da Dakar’ in dogu yakasinda. Haritasiz gezecem cakallari basimdan savacam diye plan yapmissin ama az kalsin sanayi mahallesinde sonlanabilirmis gezin.

  11. Biyolokum said,

    Şubat 7, 2012 @ 11:39

    Yok yok, ben Abbatoirs, Claudel taraflarında yürüdümdüüü.

  12. anne said,

    Şubat 12, 2012 @ 15:47

    hadi fotoları görelim artıık….

  13. Fumik0 said,

    Şubat 14, 2012 @ 00:11

    Blogunu, yurtdisinda yasamaktan mutevellit simit krizi gecirirken kesvetmis bulunuyorum. Daha once de basarili bir simit pisirme denemem olmustu ama bu sefer baska bir tarif bulabilirmiyim acaba diye, internetin ucra koselerini kurcalarken kendimi birden Biyolokum oykuler denizinde buluverdim. Henuz senin tarifini uygulamaya koymadim zira usengecligime veriyorum.. Once son yazdigin yazilari okuyordum, sonra kendi kendime dedim ki, madem basladin okumaya dogru durust yapta en bastan oku su guzelim yazilari. Hani bi kitaba baslarsin, konusu o kadar sarar ki seni, hic bitmesin sonu hic gelmesin istersin, bende oyle okuyorum yazilarini. Hatta gunde 3-4 taneden fazla okumamaya calisiyorum ki yarin bilgisayarimin basina oturdugumda da yeni bir macerayla degisik rotalara yelken acabileyim, bilmedigim konular hakkinda da bir fikir sahibi olabileyim. Ama maalesef ki sona yaklasiyorum ve bu sebeptendir ki, bu yaziyi yazma ihtiyaci hissetim.. Haydi Duygu yeni yazilarini sabirsizlikla bekliyorum(yoruz).

    Seni ve yazdiklarini seven,
    Guzel okur :)

  14. Biyolokum said,

    Şubat 14, 2012 @ 00:18

    :))) Ama bu güzel yoruma ne kadar teşekkür etsem az! Nasıl da mutlu oldum!

    Yazılar geliyor, iki adet Richard Dawkins kitabının çevirilerinin düzeltmesini yapıyorum (editör ehem). Ne zaman boş vaktim olsa bu işle uğraştığımdan bloga yazmaya bir türlü fırsat bulamadım yine. Ama söz, yazılar yolda.

  15. Hilal said,

    Şubat 28, 2012 @ 02:08

    Özledik seni Duygu.
    Yorumlarını okumak ihtiyacı duydum seninle karşılaştım. Hadi yaz artık.
    Sevgiler

  16. “Kriptografi Gördüm”, Wunjo… » Popenguine ve yolları said,

    Nisan 30, 2012 @ 16:30

    [...] ki, gözüme baobap kolyesi ilişti. Fakat önceki gün Dakar’dayken yaşadığım pazarlık/hediye etme macerasından dolayı temkinli idim. Arkadaşlarım bana yaklaşıp “pazarlık yapman lazım, sakın ilk [...]

RSS feed for comments on this post · TrackBack URI

Yorum yapın