Kürtaja karşıysanız bile, neden kürtajı yasaklayan bir yasanın karşısında olmalısınız?
Gelişim biyolojisi alanında doktora yapmış bir bilimci olarak, yani son 6 senesini çeşitli canlıların embriyolarını pek çok açıdan inceleyerek, her evresini gözlemleyerek geçirmiş bir bilimci olarak, embriyonun erken dönemlerinde acı hissetmediği, beyninin bilmemkaçıncı ayda geliştiği, o yüzden kürtajın benim bilimsel perspektifimden hiç de problem olmadığı konusunda çok sıkı bir argüman ortaya koyabilirdim. Üstelik bu argümanla pek çok insanı ikna da edebilirdim. Ama bunu yapmayacağım.
Çünkü benim derdim, bir embriyonun alınmasının ne zaman etik olduğuna dair keskin ve kalın çizgiler çizip, insanları bilimci kimliğimle koyacağım bu kurallara ikna etmek değil. Çünkü o keskin ve kalın sınırlara inanmıyorum. Herkes bu konuda kendi vicdanına göre karar vermeli. Benim derdim, insanların seçim yapma haklarının ellerinden alınmaması. Benim derdim, iktidarın, güç sahiplerinin yasaklarla bize tek bir seçeneği dayatıyor olması.
Yasaklamak niye? Kimileri, bir bebeği aldırmanın insan hakları ihlali olduğunu, annenin ekonomik ya da psikolojik durumu ne olursa olsun, o bebeği doğurduğunda bir şekilde işlerin yoluna gireceğini düşünüyor. Ben bu bakış açısını anlıyor ve bir bakıma doğru buluyorum. Kendim farklı bir düşünceye sahip olsam da, bu diğer bakış açısının kaynağını anlıyorum, buna saygı duyuyorum. Ama önemli olan, bu argümanı, kürtaj olmayı seçen kadınları eleştirmek, onlara yapacakları/yaptıkları şeyi sorgulatmak için kullanmak. Devlet yasaklarına arka çıkmak için değil. İnsanların seçim haklarının olması çok önemli. Bu satırları okuyanlar, hepinizi iyi ki doğmuşsunuz ve belki siz koşullar ne olursa olsun bir bebeği doğurmayı seçenlerden olabilirsiniz ve ben bu konuda size saygı duyuyorum. Ama bir başka kadın, kaldıramayacağını, yapamayacağını düşünüyorsa, o bebeği doğurmamayı seçebilir. Ve ben o kadını destekliyorum. Hayat aklardan ve karalardan ibaret değil. Herkesin kendince bir vicdanı, kendi durumuna göre aldığı kararları var. “Benim bedenim, benim kararım” sözüyle kastedilen de bu. Kürtaja karşıysanız bile, kürtajı yasaklayan bir yasanın karşısında durmalısınız.
Dr. B. Duygu Özpolat
Rıza said,
Haziran 2, 2012 @ 03:52
İnsanı insan yapan şey, acı hissetmesi veya beyninin gelişmesi midir? Mesela, gelişimsel davranış bozukluğu olan otistik çocuklar daha mı az insandır? Veya, Allah göstermesin, bir yakınınız inme geçirse, sağ kolunu ve bacağını artık kaldıramasa, daha az mı insan olur? Sonuçta, “insan vücudu” ile “insan” aynı şey değildir. İnsanı insan yapan şeyi kromozom sayısında, genom diziliminde bulamazsınız.
Öyleyse, buradaki temel mesele, “embriyo”nun insan olup olmadığıdır. Zira, her insanın, yaradılışlarından ötürü gelen, temel hak ve hürriyetleri vardır. Bu hak ve hürriyetler, insanlar tarafından verilmez; var oluşlarının ilk anından beri, bu hak ve hürriyetlere haizdirler. Bu hakların en temeli de, yaşama hakkıdır. Eğer “embriyo” insansa, hiç kimse bu hakkı ortadan kaldırma hürriyetine sahip olmamalıdır. Yaşama hakkından üstün başka hangi hak olabilir?
Sonuçta, şu iki sorunun cevabı önemlidir:
1) İnsanı insan yapan şey nedir?
2) İnsan embriyosu buna sahip midir?
Eğer (2) numaralı sorunun cevabı “Evet”se, yukarıda bahsettiğim bu temel yaşam hakkı ihlal edilmiş demektir. Devletler de yegane var oluş sebepleri temel hak ve hürriyetleri korumak olduğu için, bu hakkı koruma amacıyla kanun çıkarabilirler. Tabii, günümüzdeki devletlere bakınca, maalesef durumun pek öyle olmadığı görülüyor. Hangimiz dünya üzerindeki devletlerin, insanların temel hak ve hürriyetleri koruma amacıyla var olduklarını söyleyebilir? İnsan hak ve hürriyetlerini en çok ihlal eden, hatta yok sayan, yine devletlerdir. Zaten benim burada bahsettiklerim, sahnelenen çirkin siyasi oyunlarla ilgili değil, insani prensiplerle ilgili.
Bir soruyla bitirmek istiyorum: Bir [ideal] devlet, hamilelik boyunca annenin sigara içmesini yasaklayan bir kanun çıkarma hakkına sahip midir?
Biyolokum said,
Haziran 2, 2012 @ 07:32
http://www.taraf.com.tr/haber/yasak-ozerklige-aykiri.htm
Gokhan said,
Haziran 2, 2012 @ 09:09
Embriyo insan değildir. Embriyonun haklarına gelene kadar daha severek ve istenilerek dünyaya gelmiş insanların hakları sağlanamıyor günümüz dünyasında. (yaşama hakları dahil)
Böyle bir gündemi desteklemek için farklı bir gezegende yaşıyor ve dünyayı bir adet magazin dergisinden takip ediyor olmak lazım…
Süper ideal bir dünyada (savaş yok, askerlik yok, açlık yok, terrör yok, insan kaçırma ve cinayetler yok, tecavüz yok, şiddet yok, insanların kendini geçindirme ve hayatta kalma mücadelesi yok, istenildiği kadar çocuk yapılabiliyor ve herkese yetecek kadar sonsuz kaynak var, siz bakmasanız devlet her tür konforu sağlıyor, eğitim ve sağlık imkanı herkes için eşit ve sınırsız vs…) belki gerçekten konuşulabilecek bir konu olurdu.O vakit böyle büyük bir kararı verecek olan annelerin de bir çok kaygısı var olmazdı, her embriyo’nun ileride insan olmasına izin verilirdi.
Fakat bu tablo filmlerde bile yok, burası açık ve net… bu yüzden insanların seçim hakkını zorla elinden alıp, bir insanı yetiştirmek gibi büyük bir yükün altına sokup yalnız bırakmayı kimsenin aklından geçirmemesi lazım. Çünkü kararını kürtaj yapmak olarak kullanmalarını sağlayacak on binlerce neden var günümüz dünyasında, tecavüz en basit örnek.. Gerçekten insanı herşeyden faydalanmasını sağlayarak birini yetiştirmek ebeveynlerin bir ömrünü alıyor. Bu kadar yüzeysel düşünüp insanları bu yükün altına sokmak büyük günah…
Rıza said,
Haziran 2, 2012 @ 09:46
1) Yazının tamamını okuyamadım (üyelik gerektiriyor), ama erişilebildiği kısmındaki varsayım şu: Embriyonun fiziksel yaşamı olsa da, zihinsel yaşamı yoktur; öyleyse zihinsel faaliyeti gösteren bir bulgu olmadan (acı çekmek gibi), bu varlıkların (oradaki tabirle “hücre”nin) haklarından bahsedilemez.
Yazarın fiziksel yaşamdan ayırdığı “zihinsel yaşam” nedir? Yazarın burada verdiği örnek “acı çekmek”. Eğer fetüs acı çekecek kadar gelişmişse, asgari bir zihinsel aktiviteye sahiptir ve yaşama hakkına haizdir (Yazarın deyimiyle: “…acıyı hissedecek kadar gelişmiş fetüsün menfaati vardır.”) Elbette burada önemli bir sorun ortaya çıkıyor: Acı çekmek, hem subjektif, hem objektiftir. Objektif olarak, acı dediğimiz şey, belirli dış uyaranlara karşı vücudun oluşturduğu yanıtlardan biridir. Bu insanda da olabileceği gibi, Drosophila’da da olabilir. Sineklerde nosiseptörler var diye, herhalde onları insandan saymamak gerekir.
İnsan olmanın bir parçası olan ise, subjektif acıdır. Bu acı, bizim gündelik hayatta hissettiğimiz “fiziksel” acılarında ötesine geçer: Aşk acısı gibi, evlat acısı gibi. Sabit’in meşhur beytinde dediği gibi: “Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir/Mübtela-yı gama sor kim geceler kaç saat”. Bizleri insan yapan şeylerden biri de, işte bu gibi hisleri tecrübe etmektir. İnsan olmak, güzel bir melodiyi mırıldanmaktır. İnsan olmak, sevgiliyle baş başa gün batımını seyretmektir. İnsan olmak, hasta babanın başucunda beklemektir. İnsan olmak, ölen annenin arkasından gözyaşı dökmektir. İşte, yazarın bahsettiği “zihinsel yaşam”, aslında budur. Yaşama hakkı olmayan bir varlığın elinden alınan da, bizleri biz yapan bu hisleri tecrübe etme imkanıdır. Peki, hiç yaşamadığı için bu hisleri tecrübe etme imkanı elinden aldıktan sonra, “bu gibi hisleri yok” diye insan olmadığını ve dolayısıyla yaşama hakkının olmadığını savunmak, makul müdür? Fuzuli’nin dediği gibi: “Canan yok ise, cihan gerekmez.”
2) a) Embriyonun insan olmadığını neye göre söylüyorsun? İlk yazımda da bahsettiğim gibi, iki soru var: (1) İnsanı insan yapan nedir? (2) Bu şey embriyoda var mıdır? Ben yukarıda, bence insanları insan yapan şeylerden birinden bahsettim. Eğer embriyonun insan olmadığını düşünüyorsan, neden olmadığını da izah etmen gerekir.
b) Birinin hakkını savunmak, başkalarının hakkını savunmamayı mı gerektirir? Dünyadaki en muhtaç, en az savunma imkanı olan bir varlığın, en temel haklarından birini savununca, diğer kimselerin hakları savunulmamış mı olur? Tersine, bahsettiğim bu temel hak ve hürriyetler, ancak herkes için savunulduğunda anlam kazanmış olur.
c) İdeal bir dünyanın olmaması, temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmayı mazur kılmaz. (http://en.wikipedia.org/wiki/Nirvana_fallacy). Dünyada hep terör olacak diye, devletlerin ifade özgürlüğünü kısıtlama hakkı var mıdır? Bir aile, dünyada hep kötülükler olacak diye, çocuklarının evden çıkmasına mani olma hakkına sahip midir? Bir baba, her zaman ahlaksız insanlar vardır diye, kızının kiminle evleneceğine kendisinin karar verme hakkına sahip midir?
d) Ben siyasetten hoşlanmam. İlk yazımda bahsettiğim gibi, prensipler üzerinden konuşuyorum. Hepimizin temel hak ve hürriyetlerinin, siyasi manevralara alet edilmesinden de hiç hoşnut değilim.
dicle said,
Haziran 2, 2012 @ 23:13
Merhaba… Önce şunu söyleyeyim: Bireysel seçimleri beni hiç ilgilendirmez, ama ille de birşey söylemem gerekirse -ki gerekiyor gibi görünüyor-, seçimini kürtajdan yana kullanmış olan her kadına saygı duyduğumu ve desteklediğimi; gebeliğini sürdürmek ve doğurmaktan yana kullanmış olan her kadına da saygı duyduğumu ve desteklediğimi söyleyebilirim. Dünyada ve ülkemizde insanların yaşam koşulları, olanakları, vb. çok çeşitli ve genelde kötü, hatta çok kötü. Bu o kadar açık ki, tek başına ‘vicdan’ bile, görmeye elverir… Bunlarda kabul edilebilir bir iyileştirmeye gidilmeden, hatta bunu talep bile etmeden kürtaj konusunda ‘ahkam kesmek’ en hafif deyişle yakışıksız. Bu yakışıksız tutumdan ötürü, kadınlar haklı olarak şöyle haykırıyor: “Sana ne!”
Sorunları, ‘canlıları’ yok etmeden, dar anlamda öldürmeden çözmeye çalışmak ve olanaklıysa çözmek genel bir ilke olmalı… Demek ki sorun ilkesel. Bu ilkesel sorun, yukarıda ve bir önceki yazınızda (“Domates fideleri ve doğmamış çocuklarım”) kimi yorumcuların yaptığı gibi felsefi cambazlıklarla ele alınıp çözüme bağlanacak kadar basit değil. Hiç değil. Felsefenin bir dalı kabul edilen ‘etik’, ekonominin, sosyolojinin ve gerçekte biyolojinin bir dalı olan psikolojinin, ve burada olduğu gibi, gerektiğinde biyolojinin, özel olarak gelişim biyolojisinin verileriyle bağdaşmalı. Bilimdışılığa yer yok.
“Yasakçı zihniyet” diye nitelenen gerici anlayış, yasakları, yasaklara karşı çıkarak savunur; bunun için de, her çeşit cambazlığa başvurur, “kırk takla atar”. Örneğin yukarıdaki bir yorumcu, kürtajın yasaklanmasını, özgürlükleri anarak nasıl da pervasızca savunuyor: “İdeal bir dünyanın olmaması, temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmayı mazur kılmaz. Dünyada hep terör olacak diye, devletlerin ifade özgürlüğünü kısıtlama hakkı var mıdır? Bir aile, dünyada hep kötülükler olacak diye, çocuklarının evden çıkmasına mani olma hakkına sahip midir? Bir baba, her zaman ahlaksız insanlar vardır diye, kızının kiminle evleneceğine kendisinin karar verme hakkına sahip midir?” Polemik… Bu özgürlükçü kişi, iş kürtaja gelince, nasıl da bağnazlaşıyor, yasaklanmasını savunuyor… Özel bir durum değil; pek çok örnek verilebilir.
Embriyon canlı mıdır? Evet. İnsan mıdır? Hayır. Kişi midir? Hayır. Özne midir? Hayır. “Hukuki ehliyet”i var mıdır? Hayır. “Fiili ehliyeti” var mıdır? Hayır. vb. vb. Bunlar ve benzerleri sözkonusu edilerek, laf cambazlıklarıyla, konu bulandırılmaya, sorun görmezden gelinmeye çalışılıyor. Ne ala! Zaten, sözkonusu edilseler de, yasaya taşınacakları yok. Şu ya da bu biçimde yasaya taşınırlarsa, pek çok hukuksal sonuç doğuracaklardır. Herşeyden önce ‘mülkiyet ilişkileri’ etkilenecektir… Örnek vereyim: Bir erkeğin karısı ölmüş ve bir çocuğu var. Bir “hayat kadını”yla cinsel ilişkiye giriyor ve kadın gebe kalıyor. Adam ölüyor. Mirası, oğluna ve gebe kadının embriyonuna kalıyor. Kadın düşük yapıyor. Embriyonun mirası, “anne”sine kalıyor… Çok mu düşsel? Bence değil. Kürtajın yasaklanmasını savunanlar, mülkiyet ilişkilerine bu tarza ‘dokunulmasına’ taraf olabilirler mi?
Konuyu etraflıca ele almaya hevesli olmadığım için, burada kesiyorum.
————
Duygu Hanım, yukarıda andığım yazınızdaki kimi dilegetirişlerinizden ötürü, kimi yorumcular tarafından haksız yere eleştirilmişsiniz. Kürtaj gibi bir konuda insanların ikilemleri, üçlemleri, vb. olması doğaldır. Sizden, özellikle yaşayan için son derece yıpratıcı olan böyle bir konuda niçin herşeyi kafasında ve gönlünde çözmüş bir insan olmanız bekleniyor? Varsayalım ki tutarsızsınız. Hakkınızdır. Ahkam kesmek kolay, toprağı işlemek zordur. Domates yetiştirmeye başlayarak, son derece iyi bir işe soyunmuşsunuz. Ben de, oğlumla fasülye yetiştiriyorum. Ve sizin de gelecekte çok iyi bir anne olacağınızdan kuşku duymuyorum… Kolay gelsin.
Rıza said,
Haziran 3, 2012 @ 02:59
Ben kürtajı savunan hiç kimseye kötü bir laf söylemedim (yaptıklarının yanlış olduğunu düşünmekle birlikte), ama yukarıdaki yazar, söylediklerime cevap vermek yerine, bana “bağnaz”, “gerici”, “pervasız”, “laf canbazı” deyip (http://en.wikipedia.org/wiki/Ad_hominem) lafı kestrip atmış. “Bilimdışılığa yer yok” diyen kendisine hatırlatayım, bilim kanıta dayalıdır ve her iddianın bir temeli olmalıdır. “Embriyo insan değildir” deyip, bunu tartışılmaz bir gerçek olarak kabul eden biriyle, “Embriyo insandır” deyip, hiçbir kanıt sunmadan bunu kabul etmenizi isteyen biri arasında ne fark vardır?
Kendisinin yukarıda bahsettiği iki görüşe gelince: Birincisi, daha önce de bahsi geçen ‘Dünya kötü ve zorluklarla dolu bir yer, bu kötü yaşam koşulları hem anneyi hem de doğacak çocuğu kötü etkileyebilir; o halde annenin kürtaj yaptırması kabul edilebilir.’ Bunu yukarıda zaten tartışmıştık. İkincisi de farazi bir mülkiyet sorunu. Yine, mülkiyet sorunu çıkabilir diye, kürtajın kabul edilebilir olduğunu savunmak ne kadar geçerlidir? Doğmuş çocukların velayet sorunları çıkabilir diye, onların yaşam hakkını elinden almayı herhalde kimse savunmaz.
Sonuç olarak, yukarıdaki iki görüş de ikincil sorunlardır. Esas sorun, kimin insan olup olmadığı. “Embriyo insan değildir” diye kestrip atmanın, hele hele böylesine önemli bir konu için, yeterli olmadığı sanırım herkes için aşikardır. Eğer embriyo insan değilse, şüphesiz kürtaj kabul edilebilir. Ama eğer embriyo insansa, ne mülkiyet, ne dünyadaki zorluklar, vs., yaşam hakkının elinden alınmasını mazur kılmaz. Eğer embriyonun insan olmadığına bu kadar kesin bir şekilde inanıyorsanız, kanıtlarınızı ortaya koyun ki, herkes bundan faydalansın ve gerçek açığa çıksın.
zgs said,
Haziran 3, 2012 @ 14:11
Duygu Hanım’ın yaklaşımı en sağduyulu, en makul yaklaşım gibi görünüyor. Kendisi olayın biyolojik kısmına girmemiş ama ben şunu eklemek istiyorum. Bir embriyonun kendi kendine gelişme şansı olsaydı ve siz bunu engelleseydiniz bu yaşam hakkının ihlali olurdu. Ama insanlar açısından düşünürsek, embriyo birey haline gelebilmesi için anne vucüduna gereksinim duyuyor yani bağımsız bir varoluş söz konusu değil. Yaşam ancak anne kendi vücudunu embriyo ile “paylaşmaya” karar verdiğinde söz konusudur. Anne, kendi vücudunu ne zaman paylaşıp ne zaman paylaşmayacağına karar verme hakkına sahip olmalıdır.
dicle said,
Haziran 3, 2012 @ 23:35
Yazdıklarımın nasıl olup da “ad hominem” kavramı ile ilişkilendirdiğini anlayamasam da, yorumculardan birini “mağdur” ettiğim anlaşılıyor. Ve bu “mağduriyet”, bizim toplumumuzda çok önemlidir! Değil mi ki benzeri sözde mağduriyetler, yanlış anlaşılmalar, sözde alttan almalar vb. üzerine politikalar kuruluyor… Evet, birincil sorunların neler olduğunu “mağdur”lar saptar! Benim gibi düşünenlerin öncelikleri en çok ikincil olabilir. Somut mağduriyetler en çok ikincildir; hatta hiçe sayılabilir, en azından görmezden gelinebilir.
Deniyor ki: “Eğer embriyo insan değilse, şüphesiz kürtaj kabul edilebilir.” Bu inayet karşısında bana düşen, “insan”ı tanımlamaktan ibaret imiş gibi görünüyor. Ama işler böyle yürümüyor. “Mağdurların” bir “insan” tanımı vardır. Aman dikkat! Kanıtlamamı, her zaman onların tanımları üzerinden yapmam beklenir. Örneğin “organik evrim”, onların kabulleri üzerinden gösterilemezse, safsatadır… Onlara göre “kanıtlamak” bilimselliktir. Bilimin işi de “kanıtlamak” olmalıdır. Onlar hiçbir şeyi kanıtlamak zorunda değillerdir. Aristo mantığının elverdiği ölçüde akıl yürütmeler, basitçe “klasik mantık”, bir kanıtlama aracı sayılır. İş, bu kadar basittir.
Şimdi, “ad hominem”i bilen, ovumun da, embriyonun da, fetüsün de ne olduğunu bilmez mi? Gebe kadının son adet günü temel alarak hesaplandığında, döllenmiş bir yumurtanın 10 haftalık sürede ne kadar geliştiğini bilmez mi? Bilir, elbet. O zaman, sorun nerede? Sorun, gelişme evrelerinin hangisinde, döllenmiş yumurtayı “insan” diye adlandıracağımızda mı?
Romalılar için köle, insan değildi: İş araçlarına sessiz, hayvanlarına yarı-sesli, kölelerine sesli araç diyorlardı. Bugün herkesin dilinde “insan hakları” deyişi var. Bu deyiş karşısında akan sular duruyor… Politik bir araç olarak kullanılmaya son derece elverişli. Oysa, bu deyişin içeriği görecedir (relative). Hem tarihsel, hem çıkar ilişkileri bakımından. Çünkü, insan hakları, insanların varlığına değil, toplumsal ilişkilerine bağlıdır. Gerektiğinde, bir yetişkin bile, insan sayılmayabilir. Gerektiğinde, bir spermatazoit bile yarı-insan sayılabilir. “Boşa harcanan” yüz milyonlarcası için gözyaşı dökülebilir. Neden mi? “Mağdur” olunmuştur da, ondan.
Onur said,
Haziran 4, 2012 @ 00:55
Bence kürtaj meselesini tartışırken, tam olarak neyi tartıştığımızı da bilmemiz gerekiyor. Rıza Bey, siz bu konuya bana göre ters bir yerden giriyorsunuz.
Embriyonun insan olup olmadığı konusuna gelmeden önce, bu meselenin içinde “iki” canlının olduğunu unutmamamız gerek.
Birisi, son tahlilde bir insanın doğmasına “karar” verecek en yetkili kişidir. Kadın, canı ne zaman isterse o zaman anne olur. Eğer kadın, anne olmayı “istemiyorsa”, “olmaz”. Bir kere prensip olarak bu çok basit bir gerçek değil mi? Şimdi, eğer bir embriyonun kürtaj ile alınması söz konusu ise, annesinin istemediği bir canlıdan bahsediyoruz demektir. Burada ciddi bir problem olduğu açık. Planlanmamış, istenmeyen, olmaması gereken bir durum var ortada.
Peki, embriyo insan mı? Bunu biz burada nasıl tartışabiliriz bilmiyorum. Tartışsak bile kesin bir sonuca varabilir miyiz – ve hatta varmalı mıyız?? – onu da bilmiyorum. Bana göre değil, size göre insan. Ali diyor ki evet, Veli diyor ki hayır. Bu, çok felsefik bir tartışma.
Mesela siz kürtaj karşıtlarının klasik bir argümanını dile getirerek diyorsunuz ki, “bu canlı, ileride sağlıklı bir birey olma potansiyeline sahip, o yüzden insandır ve her insanın en temel hakkı yaşamaktır”. Bu potansiyele sahip olmak, bu canlıyı gerçekten de insan yapar mı? Diğer memeli embriyolarından çok fazla bir farkı yok, insanı insan yapan o dediğiniz özelliklere henüz sahip değil (sahip mi?), ama insan? Belki henüz insan değildir, o meziyetleri ona annesi verecektir daha? Belki bir süreç içinde insan oluyordur?
O canlı, insan olma potansiyeline sahip bir canlıdır, ancak insan değildir. Eğer o insanı insan yapan şey, -kusura bakmayın, benim anladığım bir çeşit insan ruhu, yanılıyorsam düzeltin-, eğer döllenmeden itibaren var ise, bunu sizin de kanıtlamanız gerekmez mi? (Bence bunu kanıtlaması çok zor). O şey, varoluş anından itibaren ileride insanca duygular yaşama ihtimali olduğu ise, o zaman insanı insan yapan, insan olma potansiyeli mi olmuş oluyor? (Bunu biraz kaba ve sığ bulabilirsiniz, ancak benim anlattıklarınızdan anladığım bu -kusura bakmayın).
Kürtajın yasaklanmasının sadece bu boyutta tartışılması bile beni bir “insan” olarak çok rahatsız ediyor ama, açıkçası sizin argümanınız da bana göre oldukça zayıf. Biraz daha açabilirseniz iyi olur.
Rıza said,
Haziran 4, 2012 @ 08:09
1) Benim “mağdur” olduğumu nereden çıkarıyorsunuz? Burada “mağdur” olan taraflardan biri, hiçbir zaman kendilerini savunamayacağı için, prensip olarak onların hakkını savunuyorum. Zira haklar, ancak herkes için varsa anlam kazanırlar. Kaldı ki, birinin haklarını savunmak, başkalarının hakkını savunmamak, veya onların üzüntülerini, acılarını görmezden gelmek demek değildir.
Ben ne size, ne de başka birine, hiçbir tanım dayatmadım. “İnsanı insan yapan şey nedir?” diye sorarak, neyi dayatmış oluyorum? Buna göre, “Embriyo şu nedenlerle insan değildir” diyebileceğiniz gibi, “Embriyo insandır, ama bu gelişme safhasında bazı hakları yoktur” görüşünü de savunabilirsiniz. Hatta “Embriyonun insan olup olmamasının önemi yoktur” dahi diyebilirsiniz. Bambaşka bir yaklaşım da getirebilirsiniz. Soru sorarak, sizin görüşlerinizi ifade etmenizi nasıl kısıtlayabilirim ki? Aksine, soru sormak, insanı doğru yolu bulmaya sevk eder.
Ama sizin varsayımınıza göre, kürtajı savunmayan biri, zaten gericidir, evrimi bile kabul etmez. Benim neyi kabul edip etmediğimi nasıl bilebilirsiniz? Dayatmadan şikayet eden birisi için, başkası hakkında böyle bir iddiada bulunmak makul mü? (Konuyla ilgisi olmasa da, evrimin bir gerçek olduğunu söyleyeyim.)
Ben bir tıp doktoruyum, o yüzden embriyonel gelişme safhalarını gayet iyi biliyorum. Sorun, bu gelişme safhalarının, insanı tanımlamak için kullanılması. Sizin de ifade ettiğiniz gibi, Türkiye’de 10. haftaya kadar, başka ülkelerde değişen sürelerde, isteğe bağlı kürtaj kanunen serbesttir. Öyleyse, bir embriyoda 10. haftaya kadar olmayıp da, 10. haftadan sonra olup kürtaj yapılmasına mani olan şey nedir? Kürtajı savunurken kullanılan argümanlar (annenin hazır olmaması gibi), 26. haftada da geçerli değil midir?
Ben burada sıkça kullanılan bir görüşü ifade edeceğim, sizin başka bir yaklaşımınız olabilir. Herkesçe malum olan, ABD Yüksek Mahkemesi’nin 1973′teki Roe v. Wade kararına göre, kürtaj hakkı, fetüsün rahim dışında canlılığını sürdürebilmesine (viability) bağlanmıştır. Buna göre, birinci trimesterda kürtaj hakkı sınırsızken, üçüncü trimesterda kürtaj yasaktır. Elbette, Mahkeme’deki tartışmalarda ve karşı görüşlerde de bahsedildiği gibi, burada bir sorun olduğu aşikardır: Örneğin, Roe v. Wade kararını yazan yargıç Harry Blackmun’a göre, bu şekildeki trimester sınırları “keyfi”dir ve sakıncaları vardır. Mesela, Roe v. Wade’e göre, ikinci trimesterda kürtaj bazı şartlarda serbestken, üçüncü trimesterda yasaktır. Roe v. Wade’in yayınlandığı tarihte, ikinci trimesterdaki bir fetüsün “yaşayabilirliği”, son derece düşüktü. Aradan geçen süre zarfında, ikinci trimsterdayken doğan çocukların yaşama şansı giderek arttı; hatta bugün, 24. haftada doğan bebeklerin sağkalımı, çeşitli merkezlere göre değişmekle birlikte, yaklaşık %50′dir. Buna göre, ikinci trimesterda kürtaj, sınırlı da olsa serbest mi olmalı, yoksa yasaklanmalı mı? Zaten bu ve buna benzer sakıncalar sebebiyle, Yüksek Mahkeme, 1992′deki Planned Parenthood v. Casey kararında, kürtaj hakkını korumakla birlikte, trimester sınırlarını kaldırmıştır. 2007′deki Gonzales v. Carhart kararında ise, yine trimester sınırlarının olmadığını teyit etmiş ve ikinci trimesterda kullanılan bir kürtaj yöntemi olan intakt dilatasyon ve küretajı yasaklayan kanunu, anayasaya uygun bulmuştur. [Not olarak ekleyeyim, ben burada savunulan temel görüşe katılmıyorum. Örnek amacıyla bu görüşü sundum.]
Son paragrafta yazdığınız “insan hakları, insanların varlığına değil, toplumsal ilişkilerine bağlıdır.” görüşünü görünce, çok üzüldüğümü söylemeliyim. Kadın haklarını savunan biri bunu nasıl söyleyebilir? Örneğin, toplumun çoğunluğu istiyor diye, masum kadınların “cadı” öldürülmesine göz yummak, hangi şart ve dönemde olursa olsun, nasıl kabul edilebilir? Bugün bile, kendi “toplumsal hassasiyetlerini” öne sürüp, kadınların araba kullanmasını, mülk edinmesini, okula gitmesini kısıtlayan, öldürülmelerine göz yuman devletler vardır. Bunlar hiç kabul edilebilir mi? İnsan hakları, döneme ve coğrafyaya göre değişmez. İnsan hakları, ister toplum olsun, ister devlet olsun, başkası tarafından verilmez. İnsan hakları, insanın yaradılışından ileri gelir. Sokrates, Plato ve Aristoteles’ten başlayıp, John Locke ve Thomas Jefferson’a kadar uzanan insanlar, asırlar boyunca, bu tabii hakları, ölümleri pahasına da olsa, savunmuşlardır.
2) Onur Bey, bahsettiğiniz “insan olma potansiyeli”, Taraf’taki “zihinsel gelişimi olmadığı için embriyo insan değildir” diye özetleyebileceğim teze verilmiş bir cevaptı. Zira, zihinsel gelişimine izin vermedikten sonra, zihinsel gelişimi yok diye kürtajı savunmak, bence çelişkili bir konum. “İnsan olma potansiyeli”, yukarıda bahsettiğim Roe v. Wade kararında da sıkça bahsedilen bir konu. Ama ben bu görüşe katılmıyorum: Embriyo, insan olma potansiyeli olduğu için insan değildir.
Sizin de fark ettiğiniz gibi, ben bu konudaki görüşümü, kasten açıkça söylemedim. Çünkü kürtaja karşı çıkmak veya savunmak kadar önemli olan, hangi sebeplerle karşı çıktığınız veya savunduğunuz, bu sebepleri savunurken hangi kanıtları kullandığınızdır. Yoksa tartışma, şahsi saldırılara kalır: Kürtaja karşı çıkan herkes, kadınların haklarını elinden almaya çalışan, mağdur rolü oynayan, evrimi bile kabul etmeyen gericiler olmadığı gibi, kürtajı savunanlar da ahlaksız, kötü kalpli, cani insanlar değillerdir.
Öyleyse, “insanı insan yapan şey nedir?” Bunu iki aşamada inceleyim:
a) İnsanı insan yapan şey, biyolojik midir? Yani, insanı insan yapan şey, dokuların belli bir gelişmişliğe ulaşması, belirli proteinlerin ekspresyonu, belirli gen dizilimlerinin olup olmaması, belirli epigenetik özelliklerin olup olmaması mıdır? Kürtajı serbest bırakan kanunlar, bu sorunun cevabına göre yazılmışlardır. (Örneğin yukarıdaki Roe v. Wade kararında olduğu gibi). Sorun da burada yatmakta: İngilizce’deki bir tabirle “kuma bir çizgi çekip”, o çizginin gerisindekilerin hakkı olmadığını savunmak. Bizi insan yapan şey, üçüncü trimesterla birinci trimester arasındaki sürede olan doku gelişimi mi? Bir proteinin ekspresyonu mu? Doğum öncesi ve doğum sonrası arasında gelişim farkı yok mu? Birinci ve üçüncü trimester arasında olan, ama doğum öncesi ve sonrası arasında olmayan, öylesine önemli bir doku gelişimi mi ki, yaşama hakkının olup olmadığına, bu gelişime göre karar verilebiliyor?
Veya, gelişimsel bir eksiklik mi insan olup olmamayı belirler? Trizomiler, genetik translokasyonlar, organ anomalileri insan olmakla bağdaşmayan şeyler midir? Trizomi 21’le doğan insanların duyguları, düşüncüleri, arzu ve istekleri yok mudur? Genetik bozuklukları olan insanların bakımı masraflı olduğu için, ailelerine yük olabildikleri için; hepimiz gibi hisseden, düşünen, bazen hayal kırıklığına uğrayan, bazen hayallerini gerçekleştiren bu insanların hayatları daha mı az değerlidir? Bir hayatın değerini, annesi dahi olsa, kim böylesine biçebilir? Down sendromlu bir insanın yüzüne: “Sen ailene ve topluma yük olabildiğin için, senin yaşam hakkını savunmadım.” diyebilir misiniz?
Bu konudaki diğer argümanlar, ciltler dolduracak kadar çok olduğu için, bu kadarını aktarıyorum. Sonuç olarak, benim görüşüm şu: İnsanı insan yapan şey, biyolojik bir şey değildir. İnsanı insan yapan şeyin, gelişim safhasıyla, protein ekspresyonuyla, kromozomla, vs. ilgisi yoktur.
O halde, kürtajı serbest bırakan kanunların önemli bir dayanağı ortadan kalkmış oluyor. Bir başka deyişle, kanunda çizilen o “10 hafta” sınırının, biyolojik bir temeli yoktur. Bu sınır yoksa, üçüncü trimesterde yaşam hakkına sahip olan fetüs, nasıl olur da birinci trimesterda bu hakka sahip olmaz?
Not olarak ekleyim: Yaşam hakkını savunmak, kadın haklarını savunmamak demek değildir. Elbette kadınlar (ve erkekler), başkalarının haklarını kısıtlamamak kaydıyla, kendi hayatlarını, kendi arzu ve hayalleri doğrultusunda, istedikleri gibi yaşamakta özgürdürler. Buradaki mesele, başkalarının hakkını kısıtlamamaktır. Yani, kadın isterse gebe kalır, isterse kalmaz. Teorik olarak da, isterse gebeliği rahminde tutar, isterse tutmaz. Ama rahmin boşaltılması, üçüncü bir şahsın yaşam hakkını elinden aldığı için, kürtajı savunmuyorum.
b) Peki insanı insan yapan şey biyolojik değilse, nedir? Bu aşama, sizin de söylediğiniz gibi, daha çok felsefi bir tartışma. Kürtajı savunup savunmamayla da doğrudan ilgili değil. Bu herkesin, şahsi olarak düşünüp karar vermesi gereken bir konu. Bana sorduğunuz sorunun cevabına gelince: Bana göre, gak ve hürriyetleri olan “insan”, kendisini ifade eden, düşünen, hayal kuran “insan”, alçakça ve haince davranabildiği gibi, karşılık beklemeden iyiliklerde de bulunabilen “insan”, insan ruhudur. İnsan bedeni, bu dediklerimi gerçekleştirebilmek için bir araçtır. Dolayısıyla, ben, insan varlığının, döllenmeden çok önce başladığına inandığım gibi, ölümle de bu varlığın sona ermediğine inanıyorum.
Elbette bu, benim şahsi görüşürüm. Benim gibi düşünüyorsanız, bundan mutlu olurum; ama bunu görüşümü başkasına dayatma hakkım olmadığını düşünüyorum. Yani, ben kürtaja, insan ruhu olduğu için karşı çıkmıyorum; zira başkalarını insan ruhuna inanmaya zorlama hakkım yok. İsteyen inanır, isteyen inanmaz. Bu inanıp inanma hakkı da, en temel haklardan biridir. Ben kürtaja, yaşam hakkını savunduğum için karşı çıkıyorum. İnsan ruhuna, veya başka bir varlığa inansanız da, inanmasanız da, başka birinin yaşam hakkını almaya hakkınız yoktur. Sonuç olarak, kürtaja karşı çıkmak için, insanı insan yapan şeyin ne olduğu hakkında ittifak etmemize gerek yok. Önemli olan, yukarıda belirttiğim gibi, kanunlarda belirtilen sınırların biyolojik bir geçerliliği olmayıp, üçüncü trimesterdeki fetüsün haklarını, birinci trimesterdaki embriyodan ayırmamak gerektiği.
dicle said,
Haziran 4, 2012 @ 23:38
Yukarıdaki yorumcunun yazdıklarını okurken, Russell’ın şu sözlerini anımsadım: “Bir el kitabında bulunabilecek şeyler, bilgi değildir.” Yorumcu, kısaca şunu söylemektedir ya da eteğindeki taşları şu sözlerle dökmektedir (değil mi ki, “ben bu konudaki görüşümü, kasten açıkça söylemedim” diye yazıyor): “Ben, insan varlığının, döllenmeden çok önce başladığına inandığım gibi, ölümle de bu varlığın sona ermediğine inanıyorum.” Böylece, yorumcuya göre, “kürtajı serbest bırakan kanunların dayanağı [bilimsel olsun, olmasın -benim eklemem] ortadan kalkmış oluyor”. Yorumcu bunun “şahsi görüşü” olduğunu, “görüşünü başkasına dayatma hakkı olmadığını düşündüğünü” de eklemekte… Anlaşılan yorumcu, “kürtajı serbest bırakan kanunların bir dayanağı” olmadığını düşünmekle birlikte, kürtajın yasaklanmasına taraftar değildir. Safdillikle söyleyeyim: Sevindirici!
Yorumcunun kendisini “mağdur” hissetmemesine de sevindim. Vicdani bir yükten kurtuldum. Ama görülüyor ki, “mağduriyet” hala çok önemlidir! Vazgeçilemez bir kavramdır. Kendisi “mağdur” olmasa bile, mağdur olan bir taraf her zaman vardır ya da icad edilebilir. Şöyle söylüyor: “Burada ‘mağdur’ olan taraflardan biri, hiçbir zaman kendilerini savunamayacağı için, prensip olarak onların hakkını savunuyorum.” Bundan, apaçık ki, embriyonların hakkını savunduğu, mağduriyetini gidermeye çalıştığı sonucu çıkmaktadır. Buna “insaniyet” denmez de, ne denir?. Gene, safdillikle söyleyeyim: Sevindirici!
Doğrusu, ‘insan hakkı’, buna bağlı olarak ‘yaşama hakkı’ savunusunun Sokrates, Plato ve Aristoteles’le başladığını bilmiyordum. Yani, işim zor; bütün felsefe tarihini ‘hatmetmem’ gerekecek. Üstelik konu, Diyanet İşleri Başkanı’nın son açıklamalarıyla, yeni bir boyut kazandı: Kul hakları. Sanırım bu konuyu irdelemek için de, en azından Kitab-ı Mukaddes’e kadar geriye gitmem gerekecek. Örneğin, 10 Emir’den birisi şu: “Öldürmeyeceksin!” Ve, her ne kadar zina, AB düzenlemesiyle ‘suç’ olmaktan çıkmışsa da, “yasakçı zihniyet”in kürtaj konusuyla ilişkilendirebileceği bir tanesi de şu: “Zina etmeyeceksin!”
Anlayacağınız, iş epey karışık… Ve bir kez daha görüyorum ki, insan hakları, insanların varlığına değil, toplumsal ilişkilerine bağlı. Ve ‘insan hakları’ deyişi, politik bir araç olarak kullanılmaya son derece elverişli. Oysa, bu deyişin içeriği görecedir (relative). Hem tarihsel, hem çıkar ilişkileri bakımından… Kul hakkı konusunda ise, söyleyecek sözüm yok. Daha doğrusu, olmasa daha iyi olur.
Yalnız, yorumcuyu temel bir yanlış anlamasından kurtarmam gerek: Burada, kimsenin kürtajı savunduğu yok. Örneğin, ilk yorumumda şöyle söylemiştim: “Sorunları, ‘canlıları’ yok etmeden, dar anlamda öldürmeden çözmeye çalışmak ve olanaklıysa çözmek genel bir ilke olmalı.” Demek ki ben de, ‘ilkesel olarak’ bir canlının (insan olsun, olmasın) yok edilmesine karşıyım. Yorumcu, bunu görmezden geliyor. Çünkü, ‘kürtaj’ ile ‘kürtaj hakkı’nı bir ve aynı şey sayıyor. Bu kanaatten kurtulmadıkça, gerçek mağduriyeti de göremeyecektir.
——
İlk yorumumda, kürtajın yasaklanmasına gerekçe gösterilen kimi varsayımlar şu ya da bu biçimde yasaya taşınırlarsa (örneğin ‘çocuk’, kanunen -1 ile 18 yaş arasındaki ‘birey’ biçiminde tanımlanmak isteniyor / bkz: TBMM Sağlık Komisyonu Başkanı’nın açıklaması), bunun pek çok hukuksal sonuç doğuracağından; bundan, herşeyden önce ‘mülkiyet ilişkileri’nin etkileneceğinden söz etmiş ve düşsel bir örnek vermiştim. Ve, “sözkonusu edilseler de, yasaya taşınacakları yok” diye eklemiştim. Çünkü bu konuda bir “samimiyet” yok; amaca yönelik bahaneler ve icad edilen mağduriyetler var. Döllenmiş yumurtayı ‘çocuk’ sayabilirler mi? Paraya, mala, mülke tapanlar, mülkiyet ilişkilerine bu tarza ‘dokunulmasına’ taraf olabilirler mi? Bu da, işin komedi kısmı…
Sinem said,
Haziran 6, 2012 @ 08:04
Rıza bey,
Bu konuda sadece bilimsel düşünmenin yanıltıcı olduğu kanaatindeyim. İki embriyo taşımış bir anne olarak görüşüm sorunun embriyo insan mı, değil mi nin ötesinde olduğudur. Embriyo tamamen anneye bağlı, anne yaşarsa yaşayacak, yaşamazsa yaşayamayacak, fiziksel ve ruhsal annenin uzantısı olan bir canlıdır. Ve annenin kararı, isteği bu durum için kritiktir. Pratikte kimseye zorla doğum yaptıramazsınız. İstediğiniz kadar yasa, yasak koyun bir anne istemediği bir çocuğu gerçekten istemiyorsa doğurmaz. Kendi hayatı, sağlığı pahasına. Benimde yasağa karşı çıkma sebebim buna dayanıyor.
Eğer ki o da bir canlıdır ve annenin bu yaptığının bir cezası olmalıdır diyorsanız yine benim fikrim kürtaj zaten insanın kendine verdiği çok büyük bir cezadır, başka bir cezaya gerek yoktur.
m.yılmaz said,
Haziran 6, 2012 @ 17:21
En başından itibaren annenin bebeği doğurmak istemesi gerekir, bebeğin yaşama hakkı kadar ruhsal durumu da umurlarında ise anneyi nasıl ikna ederler bilmiyorum ama bu kanunla olacak şey değil gibi. bknz. http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=8XPkh9gwznI#t=1300s
Biyolokum said,
Haziran 6, 2012 @ 17:39
m.yılmaz, paylaştığın bağlantı için çok teşekkürler, şimdi izliyorum, çok aydınlatıcı.
emre said,
Haziran 7, 2012 @ 08:35
ne yazıkki cehalet,vicdansızlık diz boyu….kürtaj yasaklanırsa kimbilir neler olacak.
Kaldırımda Doğurdu, Arkasını Dönüp Kaçtı
http://www.sondakika.com/haber/haber-kaldirimda-dogurdu-arkasini-donup-kacti-3689457/
Blackeyes said,
Temmuz 2, 2016 @ 22:42
Gerçekten bilmiyorum…