Sezaryene karşıysanız bile, neden sezaryen hakkına sahip çıkmalısınız?

Akıllar karışmasın, şimdilik sezaryen yasaklanıyor değil (ama o günleri de görebiliriz, hiç şaşırmayacağım). Ayrıca baştan söyleyeyim, sezaryen doğum yanlısı veya karşıtı değilim. Kendim çocuk sahibi olacağım zaman, hangi doğum yöntemini seçeceğime dair güzelce araştırıp, doktoruma danışıp karar vereceğim.

Asıl mesele de yine bu, hangisini uygun buluyorsam o yöntemi SEÇEBİLME özgürlüğü. Sezaryen meselesi, Başbakanın ve iktidarın söylemlerinin ne kadar işkembeden olduğunun en güzel örneklerinden biri. Sözde, bilimsel bulguları göz önünde bulunduruyorlarmışmış. Külliyen yalan. Eğer bilimsel ve tıbbi gelişmeleri gerçekten takip ediyor olsalardı, sezaryen gibi bir doğum metodunu “doğal değil” diye kestirip atmadan önce iki kere düşünürlerdi.

Bu yazıyı, iktidarın pek çok konuda nasıl da mahallenin kahvehanesinde oturup herhangi bir konuda aklına geleni üzerinde düşünmeye ihtiyaç duymadan söylercesine ülke yönettiğinin güzel bir örneği olarak sezaryeni kullanmak amacıyla yazıyorum. Sezaryen yanlısı veya karşıtı olmanız önemli değil. O veya bu şekilde doğum yapmış olmanız önemli değil. Sizi o açıdan bir şeye ikna etmek derdim yok.

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2010 raporuna göre [1] Türkiye’de 15 yaş üstü kadınların sayısı 25 milyon 430 bin. Bu kadınların %1,5′i (yani neredeyse her 100 kadından 2′si) HPV taşıyıcısı. HPV nedir? Human Papilloma Virus. Bu virüsün çok çeşitleri var, ama iki çeşidinin rahim ağzı kanserine sebep olduğu biliniyor. (“Sezaryenle alakası ne?” diye sabırsızlanmayınız, geliyorum).

Türkiye’de kadınların jinekologa gitme oranlarına dair bir çalışmaya malesef rastlayamadım, ama kendi çevremden ve Türkiye insanımızın ne kadar geleneksel ve bu konuda eğitiminin yetersiz olduğundan yola çıkarak, kadınların düzenli olarak jinekologa gitmediklerini biliyoruz. Bu yüzden, aslında HPV’nin kadınlar arasındaki oranının %1,5′ten çok çok çok daha yüksek olduğuna eminim. (Bu konuda sizlerin de benimle hemfikir olacağınızı düşünüyorum).

HPV, cinsel yolla bulaşan hastalıklardan sadece bir tanesi.  Kadın evli olabilir veya evli değilse de tek eşli olabilir. Ama Türkiye’mizin erkeklerinin davranış şekillerini göz önünde bulundurunca, yani prezervatif kullanma oranları düşük (yine Dünya Sağlık Örgütü raporuna göre, erkeklerin prezervatif kullanma oranı sadece %10,8! [1]), evlilik dışı ilişki yaşamayı kendilerine hak görenler pek çok olunca ve buna en geleneksel kesimlerde bile rastlanıyor olduğundan (buna dair bir rapor yok, ama hepimiz biliyoruz ki bu bir gerçek), kadının eşinden ya da partnerinden HPV ve diğer hastalıkları kapması durumuna sık sık rastlanıyor.

Sonuç olarak, pek çok insan farkında olmasa da ve bir kısım insan doktora gittiği için bilse de, ortada gerçek olan şey şu: nüfusun ciddi bir bölümünün günümüzde artık cinsel yolla bulaşan hastalıkların taşıyıcısı olması.

Bu hastalıklardan HPV veya HSV-2 (Herpes Simplex Virüsü, cinsel organda uçuklara sebep olan virüs) gibi hastalıklar, hayatı doğrudan tehdit etmedikleri için (yani HIV gibi olmadıklarından) ve kimi zaman gözle görünür bir semptoma sebep olmadıkları için, kişi bunların taşıyıcısı olduğunun farkında olmayabiliyor.

Bunun sezaryenle bağlantısı ne? Politikacılarımızın bu aralar Batı’yı örnek göstererek konuştuğu gibi konuşayım, “Batı”da yapılan çalışmalar gösteriyor ki, normal doğum sırasında bu hastalıklar, bebek annenin vajinasından geçerek dünyaya geldiği için ve söz konusu hastalıklar da vajinada konuşlandıklarından, bebeğe bulaşıyor. Yani bebek, hayata gözlerini açarken, bu hastalıkların taşıyıcısı olarak açıyor. HSV-2′nin yeni doğmuş bebekte ölüme yol açtığı, ya da kalıcı beyin hasarına sebep olduğu biliniyor [2]. Bu yüzden, bu hastalıkların taşıyıcısı olan bir kadının sezaryen doğum yapması öneriliyor. Evet belki atalarımızın Afrika ovalarında doğurdukları gibi “doğal” değil, ama bir kadın, bebeğinin baştan bir hastalığa sahip olmasını engelleyebilecekse, sezaryen doğum yapmayı tercih edebilir (ya da belki etmez, ama bu ona kalmış).

Bu arada, tek eşli olduğu halde, belki kocasının kendisinden önce beraber olduğu insanlar yüzünden ya da evlilik dışı ilişki sonucu bu hastalıkların taşıyıcısı olan kadınlar çok. Yani, sanmayınız ki bu hastalıklar sadece çok eşli kadınları ilgilendiriyor.

Şimdi soruyorum, bu kadar ciddi bir meseleyi “Sezaryen doğal değil, sezaryene karşıyım” diye kestirip atan bir politikacının söylediklerine gerçekten güveniyor musunuz? Aynı şahıs, kürtaj hakkında da ileri geri konuşuyor olmasın?

Diyeceklerim bu kadar hakim bey…

 

KAYNAKÇA

[1] Dünya Sağlık Örgütü’nün sözünü ettiğim raporuna şuradan ulaşabilirsiniz. (Burada ülkeyi seçip özet ya da raporun tamamını görüntülüyorsunuz)

[2] Dünya Sağlık Örgütü’nün HSV-2 hakkındaki makalesi ise burada.

  • Share/Bookmark

5 Yorum »

  1. Murat E. said,

    Haziran 4, 2012 @ 03:43

    Merhaba,

    Zannedilmesin ki AKP’nin herhangi bir politikasını destekliyorum, ne tekim doğruluğundan emin olduğum birşeyi Tayyip efendi buyursa şüpheye düşerim. O derece hiçbir şekilde, hiçbir politikalarını desteklemiyorum. Hatta isteyenin bana gönül rahatlığıyla “ulusalcı faşist” veya “geri kafalı kemalist” gibi sıfatlar takabileceği bir kafa yapısına sahibim.

    Ama Türkiye’de normal doğum yapmayı başarabilmek gerçekten kolay değil. Ben de 10 ay kadar önce baba oldum. Çevremizdeki herkesin sezaryenle doğurmuş olmasından dolayı ve bunların çoğunun da kendi seçimleri olmamasından şüphelenerek baya araştırma yaptık.
    İsmini vermiyeyim reklam olmasın, özel bir hastanenin doğum ile ilgili dersleri var. Doğumdan önce neler yapılması gerektiği, nasıl hazırlanılacağı, doğumun nasıl birşey olduğu, çıkabilecek sorunlar, epidural nedir, episiotomi nedir v.s, emzirme, çocuk bakımı falan gibi genel ve aslında oldukça faydalı bilgiler veriliyor. Biraz da hastanesinin ne kadar “bebek dostu” bir hastane olduğunun reklamı yapılıyor. “Anne dostu” hastane kavramının varlığından bile bahsedilmiyor. Mesela o dersler sırasında neden sezaryenin Türkiye’de bu kadar yaygın olduğu konusu açıldı, Hastane çalışanları da genelde türk kadınlarının doğuma psikolojik olarak hazır olmadıkları için bir şekilde doğurmayı beceremediklerini ve normal başlayan doğumların bile sezaryenle sonlanabildiğini söylediler.

    İyi dedik demek ki eğitim şart, eskiden duolalık yapan oldukça new age bir abladan normal doğuma hazırlık dersleri aldık ve asıl dehşetimizi orda yaşadık. Hastanedeki derslerde normal birşeymiş gibi anlatılan mesela hastaneye geldikten sonra anneye (sorun olur da narkoz vermek gerekir bahanesiyle) asla yemek verilmemesi, doğum sırasında karna bastırmak soretiyle masaj yapılması, doğum biraz gecikince hemen suni sancı basılması gibi şu anda hepsini hatırlayamadım bir sürü müdahalenin normal ve kolay bir doğum ihtimalini azalttığını öğrendik. Dersin insanı endişelendirebilecek kadan büyük bir kısmı, doğum sırasında doktor ve hemşirelerle ne şekilde mücadele edilmesi gerektiği, yapmak isteyecekleri müdahalelerin ne sonuçlara neden olabileceği ile ilgiliydi.

    Bunun üzerine “sezaryenci” olduğunu öğrendiğimiz doktorumuzu değiştirme kararını değerlendirdik ama normal doğum süper birşeydir, bir doktor normal doğum yaptırınca çok mutlu olur ben normal doğumu çok destekliyorum beyanatları üzerine vazgeçtik. Aynı doktor son haftalara yaklaştıkça bizi bariz bir şekilde sezaryene yönlendirmeye çalışıp üzerine yalvar yakar 40. haftayı beklemeye ikna etmek zorunda kalınca neden çevremizdeki herkesin sezaryenle doğurduğunu ve türk kadınlarının neden “psikolojik” olarak normal doğuma hazır olamadıklarını da anlamış olduk.

    Karım doktorun verdiği sezaryen tarihten 2 gün önce suyu gelmesine rağmen 8 saat boyunca sancılar başlamadığı için sezaryenle doğurmak zorunda kaldı. Karnı yedi kat kesildi, 4 gün yataktan kalkamadı ciddi psikolojik ve fiziksel travmalar yaşadı. Sonuçta bebeğimiz gayet sağlıklı olduğu için aslında doğumun nasıl olduğu çok da önemli değil. Hatta ben normal doğumcu bir doktor da olsa büyük ihtimalle sezaryen olmak zorunda kalacaktı diye düşünüyorum. Yine de doktorun bebeğinde pozisyonunda normal doğumu engelleyen ama kolayca düzeltilebilecek bir durum gördüğünü ve sırf gecenin bir saati gidip hastanede 7-8 saat beklemek zorunda kalmak yerine kendini sıkıntıya sokmadan yarım saatte işini yapıp parasını alabilmek için bunu bizden sakladığını düşünüyoruz. Ya da büyük ihitimalle doğumu başlatmak için yapılabilecek basit bir müdahale vardı ama bizim doktorumuz bunu bildiğini bile zannetmiyorum. Çünkü doğumdan sonra doktorumuzun başka hastalarına da bize yaptığı gibi başta normal doğum diyip sonra sezaryene yönlendirdini öğrendik. Tabi bunları kanıtlayabilmemiz imkansız olduğu için de yapabileceğimiz birşey yok, zaten kendimiz de kesin olarak emin olamıyoruz ama şüphelenmemiz bile bir sorunun varlığını gösteriyor.

    Neyse sonuç olarak küçük şehirleri, köyleri, kasabaları falan bilmiyorum ama özellikle büyük şehirlerde ve özel hastanelerde ve doktorlarda çok ciddi bir sorun var. Kadınlar normal doğum konusunda bilinçli olarak bilgisiz bırakılıyor ve doktor açısından daha garantili ve kolay olan sezaryene yönlendiriliyor.

    Sezaryen malesef ülkemizde bir sorunla karşılaşıldığında sorunu çözmek için (ya da bebeğin sağlığını tehlikeye atacak bir risk varsa önleyici olarak) yapılan bir ameliyat olarak değil, kolay ve acısız bir doğurma yöntemi olarak pazarlanıyor. Kimse doğumdan sonra çekilen acılardan, kullanılamaz hale gelen karın kaslarından falan bahsetmiyor.

    Çok yazdım bağlıyayım, sezaryene karşı olmak kalp ameliyatına karşı olmak kadar salakça bir hareket ama böyle de olmamalı. Eğitim şart…

  2. Sezen said,

    Haziran 4, 2012 @ 03:53

    Duygu merhaba;

    İlk önce doğmamış çocuklarım diye başladığın yazıya yorum yazacaktım, vazgeçtim. Çünkü bıktım usandım bu konudan. Günlerdir memleket dahilinde konuşulan tek şey kadının rahmi, vajinası şusu busu. Haftasonu geçti mesele yatışmadı, şimdi de diyanet işleri başkanı kürtaj yaptıran kadınları cinayetle suçluyor galiba televizyonda. Twitterdan takip ettiğim kadarı bu en azından.

    Öncelikle 20li yaşlarındaki kürtajını açıklama cesaretini gösterdiğin için seni tebrik ederim. Ben olsam net söylüyorum yazmazdım bunu. O yazında kürtajdan dönüp hayata gelen arkadaşların yorumları vardı. Onların tabi ki hayata tutunmalarının sebebi annelerinin almadığı bu karar olduğu için kürtaja karşılar. Senin de dediğin gibi anneleri onları da iyi ki doğurmuş, ne güzel kocaman insanlar olmuşlar.Seninle aynı işi yapıyoruz, ben de akademisyenim. O çocuğu doğursaydın şu anda olduğun yerde olamayacaktın yüksek ihtimalle. Kucağında bir çocukla Amerika’ya gidip doktora yapmak belki imkansız değildir ama çok çok zordur. Ama zaten sen de iktidarın olmasını istediği kadın figürü değilsin ne yazık ki. Kaç yaşındasın (29 muydu) ama daha bir tane bile çocuğun yok. Şimdiye kadar 3 taneyi sıralamış dördüncüye de hamile olmalıydın. Ne demek post doc yapmak, doktor olmak, senin kadın başına ne haddine böyle şeyler? En çok şuna sinirleniyorum, öyle bir hava yaratılıyor ki bizler katiliz caniyiz de onlar çok masumlar. İşin komik yanı mesela senin örneğinde sen korunmama rağmen hamile kaldım diyorsun, yani en başına dönersek zaten bebek istemiyorsun. Ama zaten de sıkıntı evlenmeden cinsel ilişki yaşaman değil mi?

    Sezaryen meselesi heralde özel hastanlerde çığrından çıkmış. Verilen istatistikler doğruysa Türkiye’de %45 gibi bir değermiş sezaryen doğumlar ki kabul etmek gerekir ki çok yüksek. Ama buradaki hata kadınlarda mı ki? Benim doğumum aşağı yukarı 17 saat sürmüş, suni sancılar, vakumlar falan (Allahtan vakumla kafam kopup gitmemiş). Şimdi annem bunu çekmek zorunda mıydı. Tamam ben de 28 yaşındayım, benim doğumudaki tekniklerle şimdiki teknikler bir değil ama benim annem neden 17 saat sancı çekmiş, doğmamışım suni sancı verilmiş falan. Bu mu şimdi çok normali? Nedir yani bu kadar korkunç bir şey değil ki sezaryen doğum. Bir de bir ton argüman söylemiyorlar mı sinir oluyorum. Yok anne ile bebek arasındaki hormonlar, yok süt için gerekli bağlantılar falan. Kardeşim sezaryenle doğdu. Annemin hem yaşı ileriydi, hem de zaten normal doğum pozisyonuna gelmemişti, yan yatıyordu. Kardeşime baktığımda annemle aralarında eksik bir duygu olmadığını görüyorum. Sütte emdi, birbirlerini de baya seviyorlar yani. Dedikleri tamamen yanlıştır demiyorum ama bilip bilmeden konuşulması, yasaklanması falan acayip canımı sıkıyor. Zaten son yıllarda yaşıtlarım arasındaki doğumlarda öncelikli sırayı hep normal doğum alıyor, yasakla falan olmadı bu. Bilinçlenme ile oldu. Ama gerisi annenin takdiridir bence. Bilim bu kadar ilerlemişken kimse kimseyi 17 saat sancı çekmeye zorlayamaz.

    HPV ile ilgili iyi kötü bilgim olmasına rağmen normal doğumla çocuğa geçtiği hakkında hiç bilgim yoktu. Aklıma bile gelmemişti, bu yazı için teşekkür ederim. Bize ahlakçılık taslayan insanların pek çoğunun tek eşli olmadıklarını, olamadıklarını bilmek enteresan. O adamlar için örneğin en aşağılık şekilde geneleve gitmek günah bile değil. Ama iş kendi evlerindeki kadınlara gelince günahın sevabın arkası kesilmiyor. Açıkçası erkeklerin bu konuları böyle fütursuzca konuşmalarından ben utanıyorum. Kaldı ki ben mühendislik fakültesinde yüzlerce erkekle okumuş bir kız olarak ağzı açılmamış küfürler falan bilirim, ne cinselliğin konuşulmasından, ne de insanların bunu yaşayıp yaşamamasından falan utanırım. Ama artık bu tartışmanın seviyesi benim yüzümü kızartıyor. Bir kaç tane adamın kalkıp kürtaj, cinayet, sezaryen meselelerinde yorum beyan etmesi ayıptır. Başka bir şey değil bence.

    Duygu bu yorumu yayınlayıp yayınlamamak sana kalmış, ben sinirlendim, sakinleşemedim günlerdir. Senin yazılarının ise ortalıktaki bütün bu yorumlara karşın bilimsel bir bakışla dimdik durduğunu düşünüyorum. Kendim yazmadım, bitsin tükensin bu konu istedim. Tükenen benim sinirlerim oldu galiba. Sonuçta haziran ayında geleceğimiz yer belli, kürtaj yasaklanacak, sezaryen ne olacak bilmiyorum.

  3. alexandra said,

    Haziran 14, 2012 @ 01:01

    Duygu, her zaman ki gibi susmayıp fikirlerini paylaştığın için bizzat teşekkür etmek isterim. Günlerden bahsi geçen konu ile ilgili okuduğum en sağlam kanıtlı ,net ve sade yazılardan biri.

  4. Elif said,

    Haziran 15, 2012 @ 05:13

    Hayat tabii ki tercihlerden ibaret. Ama kadinin annelikle ilgili her konuda bu konunun diger parcasi olan bebegin de haklarini düsünerek karar vermesi gerektigini düsünüyorum. Ben otuz yasindayim 2 tane cocugum var ve Almanya’da akademisyenim. Iki bebegimi de normal dogumla dogurdum. Dogum kontollerinde HPV, Sifilis, HIV ve Hepatit B testleri yapildigi icin, bu hastaliklardan herhangi birinde eger anne adayi positif cikarsa tabii ki hekim sezeryanla ilgili bir karar verir ve anne adayini böyle komplike bir dogumun yapilabilecegi tam donanimli bir hastaneye sevk eder. Böyle durumlarda ve da annenin kalp damar hastaligi , yüksek tansiyon, kontrole alinamayan seker hastaligi gibi durumlarda ya da bebegin kalp anomalisi gibi durumlarda sezeryan gereklidir ve kimsenin böyle birseyi yasaklamaya calistigini zannetmiyorum. Ama basbakan ve ekibi, Duygu’nun da cok güzel ifade ettigi gibi iskembeden konusmak konusunda nedense israrlilar. Gercek bir politically correct retorik nasil yapilir konsunda fikir sahibi degiller ne aci ki.
    Sezaryen anneyi acilardan kurtarmak icin bir yol degil, normal dogum da filmlerde gösterildigi gibi kadinlarin saatlerce jinekoloji muayene sandalyesinde sirt üstü bagirdiklari bir sey olmak zorunda degil. Benim ilk dogumum 16 saat sürdü. 10 saatin sonunda su ve masaj artik ise yaramayinca epidural anestesi yapildi düsük dozda. Sancilari ve dogumu hissettim ama agrilarim eskisi gibi degildi. Iki bebegimi de esim yanimda ebelerin destegiyle normal bir yatakta dogurdum, doktor hatta ikincisinde dikkatim dagilmasin diye dogumu kibarca sadece kapinin takip etti, yanima bebek dogunca geldi.
    Dogum anne icin cok özel bir an. Hastane ortami annenin kendi bedenini daha iyi anlayacagi bir sekilde düzenlenirse, ebeler anneye dogru nefes alip verme ve agrilari dogal yollardan (hareket, küvete girme) hafifletme konusunda bilgi verirse dogum sancisi dayanilmayacak birsey degil. Zaten annelerimizin hep dedigi gibi insan bebegini kucagina aldiginda herseyi unutuyor (sanirim kandaki endorfin seviyesi tavan yaptigi icin, biraz high bir durum da oluyor:) )
    Muhakkak ki anneler ve bebekler HPV’den, HIV’den ve Hepatit B’den ve dogum sirasindaki ölümlerden korunmali ama normal dogum da acilarla dolu kötü birsey ve sezeryande modern bilimin kadinlari normal dogumdan kurtarma yöntemi olarak gösterilmemeli medyada. Dünya Saglik Örgütü’ne göre eger bir hastanede %15′ten daha fazla sezaryen uygulaniyorsa bunu tibbi gerekliklerle aciklamak mümkün degil. Istanbul’daki bir cok özel hastanede sezaryen oranlari %99.8. Sezaryen ardindan getirdigi komlikasyonlar nedeniyle anne ölüm orani normal dogumdan 4 kat daha fazla olan bir tibbi operasyon.
    Kadinlarin secim hakki ne kürtajda ne sezaryanda onlarladan devlet gücüyle alinmamali. Ama doktorlarin, daha fazla para kazanmak ya da18 saat sanci ceken anneyle ugrasmak yerine 2 saatte dogumu bitirmek gibi zamansal ve ekonomik kaygilari nedeniyle kadinlari sezaryene ikna etmeye calismalarinin önüne gecilmeli. Bu da yasakla degil egitimle, bilgilendirme ile olur.

  5. mia said,

    Haziran 20, 2012 @ 02:00

    Slm, benim bir çocuğum var. Sezaryenle doğdu. Sezaryen istiyordum zaten, ancak plasenta sorunu falan da çıktı. .Ancak hamileliğimi 6 sene önce geçirmeme rağmen, hala doğum psikolojisini aşamadım,psikolojim öyle bozuldu ki. Çünkü, tıbbi müdahalelerden çok korkarım. Aşı,iğne,v.s. Bunu insanlara anlatınca gülüyorlar. Pek paylaşmam istemem bu nedenle. Doktorum da çok anlayışlıydı . Neyse hamileliğimin başında normal doğum yapamayacağımı insanlarla dürüstçe paylaşayım dedim, inanılmaz tepkilerle karşılaştım. Hakaretler, aşağılamalar, sen kendini ne kadar önemsiyorsun,ve daha neler neler.. Ben ekonomik özgürlüğü olan hukukçu bir anneyim. Elbette her doğum yönteminin ne olduğunu biliyorum. İnsanlar o kadar ileri gittiler ki ayrıntılı ultrasonografide ispatlanmış plasenta sorununu bile sen zaten öle istiyorsun, bahane etme falan diye eleştridiler. Eşimin ailesi bana böyle davrandı, ama benden 3 ay sonra kızları doğuma yakın korktu, devlet hastanesinin doktoruna bıçak paraları ödendi, doğumdan 20 gün önce planlı sezaryenler yapıldı. Bunu asla kıskandığım için söylemiyorum. Ancak ne kadar kırıldığımı ve kalleşçe geldiğini anlatamam. Neyse, ben şimdi ikinci bebeğimi sanırım yapamayacağım. Kısacası olayın insan hak ve özgürlükleri boyutu da var, sosyolojik boyutu da. Çünkü normal doğum kolay olmadığından ve hastane koşulları bu şekilde doğuran kadınları da desteklemiyor olduğundan olsa gerek, bu şekilde doğurmaya mecbur kalmış bazı kişilerin normal doğumu daha şiddetle önerdiklerini gördüm. Doktorları hariç tutuyorum, onlar bilim insanı. Ancak onlardan bile pek çoğu eşlerine yaptırmıyorlar. Çok ünlü bir kadın jinekolog, ikinci doğumumda ben de sezaryen yaptım, acı çekmemek için diyebiliyor. Ama biz? Acaba kendi hak ve özgürlüklerimizi yeterince korumaya çalışıyor muyuz? Sezaryen yaygınlaştıırlsın demiyorum, ama bence isteyen anne adayı yapabilmeli. Normal başlayan normal doğumlarının bir şekilde sonlandığı, ama şapkadan sağlıksız bebek çıkan doğumlar yok mu? Bu konuda kadınlar adeta duvara tosladılar. Maalesef en fazla köstek de kadınlardan geliyor. Hak ve özgürlüklerimizi veririz, biz atlattık hadi. Ancak kızlarımız var. Nasıl geri alacağız.

RSS feed for comments on this post · TrackBack URI

Yorum yapın