Koşu günlüğü
Depresyonla mücadele sırasında deneyimlediklerim sonucu kesin olarak emin olduğum bir şey var ki o da spor yapmanın depresyonun en güzel ilacı olduğu. Ama koşmak filan gibi kalp atışını hızlandıran (kardiyo) sporlar. Yoga vesaire insana iyi gelse de fizyolojik olarak aynı etkiyi göstermiyor, işin arkasında koskoca bilim var.
Prozac’ı bırakmaya karar verdiğim zaman, bunu tek başıma yapmamam gerektiğini düşündüğümden, üniversitenin öğretim üyelerine (sınırlı sayıda seansı) ücretsiz olan psikolojik danışmanlık servisine başvurdum. Boş zamanlarını Cheek to Cheek isimli caz triosunda saksofon çalarak geçiren psikologum Tom, daha ilk seanstan gözlerini gözlerime, adeta hesaplanmış bir otorite dozunda, dikip bana dedi ki ”Başka insanlar için spor yapmak iyi bir şeyse, senin için spor yapmak, su içmek, yemek yemek gibi, bir zorunluluk. Spor yapacaksın!” Spor yapacağım! Tamam!
Tamam da… İşte depresyonun kısırdöngüsü de tam burada başlıyor. Sabah yatağından çıkmakta zorlanan bir şahsiyete spor yap deyince, o istiyor ki sabah biraz daha erken kalkayım, spor yapayım. Ama olmuyor. Gün içinde zaten pozitif herhangi bir ruh haline girilemediği ve günün sonuna doğru sürekli bir düşüşte olunduğu için, insanın kendini – ÇOK İYİ GELECEĞİNİ BİLDİĞİ HALDE – spor yapmaya motive etmesi neredeyse imkansız bir hal alıyor. Dolayısıyla spor yapılamıyor, ve ertesi gün bir gıdım daha depresif kalkılıyor.
Şimdi, şunu söylemeliyim ki, depresyon beni çok şaşırtan bir hadise. Yani, ben belli bir akıl mantık seviyesinin insanıyım. Biliyorum ki aslında her şey yolunda. Beni bekleyen zorluklar var, evet belirsizlikler, belki işsiz kalma olasılıkları vesaire… Bunlar stres yapıcı şeyler. Ama bu kadar şey yaşadım, evet evet evet ki her şey bir şekilde yoluna giriyor. Giriyor giriyor… Ama sen gel onu, hormonları coşmuş, nörotransmiterleri sapıtmış, bütün sinapsları kuşatılmış, beyninin her köşesi negatif mihraklar tarafından bilfiil işgal edilmiş Düygü’ye anlat. İşte orada öyle bir kopuş var ki, mantık ile psikoloji arasında, bence o çok acayip bir gerçeği bu hayatın. Bu notu düşeyim ki, halime şükürler edecek durumda oluğumun farkında olduğum halde depresyona yine de girebildiğim gerçeği gözlerden kaçmasın.
Spor önemli, ama öğrendiğim ve emin olduğum bir başka şey de (her zaman yapamasam da), bu canavarla kendi başıma dövüşmeye çalışmak yerine, mahalleden arkadaşlarımı toplayıp ‘çıkışta’ kendisine birlikte dalmak gerektiği. Nitekim bu defa öyle yaptım. Gece canavarın pençesinden beni bir canım insan kurtarıverdi. Sabah yine de odanın köşesine oturmuş bana pis pis bakıyordu canavar, tabi ki öyle bir gecede basıp gidecek değildi. Birbirimizi iyi tanıyorduk, inatçıydık, ikimizin de öyle iki tekme tokatla pes edeceği yoktu.
”Öyle mi lan!” dedim. ”Ben biliyorum ulan senin hakkından neyin geleceğini!” Telefona sarıldım. ”Ha bu mudur yapacağın, arayıp arkadaşlarına dert mi yanacaksın” dedi, sinsi sinsi sırıtarak. ”Sen bi dur, bir dur hele, çok konuşma ordan sen” dedim. En canımlardan üç insanı aradım. Beni sabahları erken uyandırma ve uyandırmakla kalmayıp yataktan çıktığımdan emin olma görevini üstlenip üstlenmeyeceklerini sordum. Cevap ”Tabi ki” idi. Canavar huzursuzlanmaya başlamıştı. ”Benim sabah erken kalkıp spor yapmam lazım da” dediğim anda yüzündeki ifadeyi görmeliydiniz. Böyle olursun işte düdük makarnası!
Ertesin günden itibaren düzenli olarak sabahları koşmaya başladım.
İlk gün, kapının önüne yığılmış kutular adeta kendi önüme yığdığım engellerin bir sembolü, canavarın gitmeden önce bana son bir oyunuydu. Tiheaaaaayyt diyerek… Şey, aslında gayet sakince kutuları kucaklayıp dışarıda çöpe attım.
New York sokaklarında koşarken kendimi bir anda hayatın aslında ne kadar güzel olduğunu düşünürken buldum. Sabah henüz çok erkendi, günlerden pazartesiydi, dükkanlar kepenklerini kaldırmamışlardı. O sayede karşıma şu çıktı:
İkinci gün Maryland’e dönmüştüm. Hava çok soğuk ve yağmurluydu. Ama çabucak terleyen bir insan olduğumdan, koşuyorsam havanın soğuğu bana iyi bile geliyordu. Koşmuyorsam üşüyordum, ben de insanım.
Üçüncü gün mavi spor ayakkaplarımı ne kadar çok sevdiğimi düşünüyordum, yapraklar buz tutmuştu, hava daha da soğumuştu:
Dördüncü gün, evimin çok yakınlarında olduğu halde daha önce farkına varmadığım bir parkı keşfettim. Sabahın erken saatlerinde dışarıda olmak ne güzel bir histi. Sincaplar beni duyunca ağaçlara kaçışıyordu:
Beşinci gün, hep gördüğüm ve ”çıkış yok” diye kendinden emin ifadesiyle beni ikna ettiği için ötesine geçmediğim şu levhayı bu defa kaale almamaya karar verdim:
Çıkış yokmuş! Peh. Meğer ki önceki gün rastladığım parka bu ‘çıkış yok’ yazısının ötesinde ulaşılıyormuş.
Öyle işte, çıkış olmadığını düşündüğümüz zamanlarda, bizi durduran engellerin ötesine geçmeye cesaret edersek, iki yanı sonbahar yapraklarıyla örtülü bir koşu yoluna ulaşıyormuştuk…
3. haftasındayım, düzenli koşmaya devam. With a little (a lot of) help from my friends… <3
Özlem Öztürk said,
Aralık 11, 2012 @ 14:35
Sabah sizi arayıp uyandıran arkadaşlar beni de arayıp uyandırmazlar mı acaba? Hem belki de uyumamış bile olurum o saatlerde. :)
Üç haftadır koşmak ha? Sabahları koşma- belki hızlı bir yürüyüş desem daha inandırıcı olur- yıllardır kuruyorum. Arada bir kalkıp bu işi becerdiğim de oluyor; ama sabah erken kalkmak benim için dünyanın sanki en zor işi.
Kendimi bir kere dışarı atınca, he şey başka bir şekle bürünüyor. Ama işte, istiyorum ama o döngüyü kıramıyorum. Belki de yeteri kadar çok istemiyorum.
Yahu ben burada durmuş ne diyorum?
Bilmiyorum. Ohh be, rahatladım galiba.
En iyisi postayı silmeden hemen yollayayım.
Çok sevindim adınıza:)
cns lvr said,
Aralık 11, 2012 @ 15:54
henüz yeni keşfetmiş olduğum bu blog bana uzuun zaman önce unuttuğum birçok şeyi hatırlattı! bende bu blog çikolata krizi etkisi yaratmaya başladı, biliniz. yazınız, okutunuz, biz buradayız :)
samime said,
Aralık 11, 2012 @ 17:08
düygü ,
çok güzel ifade etmişsin depresyonun teknik olan kısmını . spor insanın kendine verdiği değeri gösteren bir girişim ve buna ilave olarak oradaki adıyla food revolution buradaki yaygın kullanımıyla karatay beslenme tarzını da benimsemeni öneririm . belki zaten yapıyorsun . ancak bu dönemi içinden çıkılamaz bir kısır döngüye çeviren yegane şey tatlı krizleri . karbonhidrat saldırmaları . ruhsal değişimlerin tek nedeni çevresel faktörler değil . aynı olaya farklı kişilerin aynı tepkileri vermemesinde de bunun katkısı var .
aşağıdaki makalede konumuzla alakalı bir bölüm de var .
http://tr.wikipedia.org/wiki/Trans_yağ
Depresyon: İspanyol araştırmacılar altı yıl boyunca 12.059 kişinin yediklerini analiz ettiler ve daha çok trans yağ tüketenlerin tüketmeyenlere nazaran depresyona girme riskinin %48 daha yüksek olduğunu gösterdiler.[54]
ben ne yaptım şimdi TERECİYE TERE Mİ SATTIM :))
Biyolokum said,
Aralık 12, 2012 @ 12:59
Aslına bakılırsa beslenme konusunda ekstra bir hassasiyet göstermiyorum, zira sağlıklı beslendiğimi düşünüyorum. Bir de bu beslenme konusunda yapılan araştırmalara pek güvenim yok. Yanlış olduklarından değil ama olaya tek boyutlu bakıp insanın dinamik yapısını göz önünde bulunduramadıklarından. Tabi bu sözleri tamamen hissiyata dayanarak söylüyorum, araştırmaları çok derinden incelemişliğim yok.
Bir de, insan böyle durumlarda her şeyi değiştirmeye/düzeltmeye çalışırsa, çok bunaltıcı olabiliyor durum. En azından ben bunalıyorum. Bir yandan düzenli spora kendimi alıştırmaya çalışırken, bir de beslenme devrimi yapacak olsam, bu işin içinden çıkamaz, ikisine birden boşverebilirdim. O yüzden adım adım ilerliyorum şimdilik, ileride vakit bulursam beslenme konusunun ayrıntılarını da araştıracağım ama. Teşekkür ederim.
MugeCerman said,
Aralık 14, 2012 @ 03:42
Düygü merhaba; ilk adımı atmışsın ve canavarı köşeye sıkıştırmışsın, tebrik ediyorum seni. Bundan sonrası çorap söküğü gibi olacak, nereden mi biliyorum 2005 yılında benzer durumu yaşamıştım ve satırların hiç yabancı değil. Ötesinde geçeceğin yeni “çıkış yok” tabelası hikayelerini heyecanla bekliyorum.
Sevgi ve ışıkla kal…
“Kriptografi Gördüm”, Wunjo… » P’ye mektuplar: antidepresanlara dair said,
Aralık 19, 2012 @ 17:09
[...] Düzenli spor (ne kadar iyi geldiğini [...]
bora said,
Nisan 18, 2013 @ 15:31
Tebrik ederim Duygu, zeki insan başka oluyor:)
Ben de kendi üzerimde uyguladığım bu tekniği hastalarıma tavsiye ediyorum.
Gerçekten de depresyondaki bir insanın sabah sıcacık yataktan kalkıp dışarıya çıkıp koşması ilk başta büyük azim gerektiriyorsa da ilk günden sonra işler çok daha kolaylaşıyor.
Ayrıca aynı ilacı şeker ve tansiyon hastalarıma da öneriyorum.
merve said,
Mayıs 1, 2013 @ 23:44
depresyonun koşmakla aşılacağını sanmam
koşunca ne olacak?
hormonlar filan diye kendinizi kandırmayın
böyle olmaz olmuyor olmayacak
eminim hala depresyondasınız