Burdur Bisiklet Yarışı (ve kısa bir deprOsyon güncellemesi)

Birkaç hafta önce apar topar Türkiye’ye gelmem gerekti, hayırlı bir iş için. Birkaç senedir başvurduğum bir kursa, rekabet had safhada olduğundan ancak bu sene nihayet kabul edildim! Marine Biological Laboratory’nin Embriyoloji kursu. Kursa katılabilmem için vizemi yenilemem gerektiğini öğrendim. Eşyalarımı bir arkadaşımın evindeki boş odaya yerleştirdim, evden çıktım, yapılması gereken bir sürü ıvır zıvırı halledip Türkiye uçağına atladım.

Aslında bu ani değişim bana çok iyi geldi. İşler biraz aksadı ama bazen hayatın önümüze çıkardığı zorunluluklardan dolayı işlerin aksaması iyi oluyor galiba. Yoksa ben kendimi paralamakta olduğum çalışma temposunu frenleyemeyecek belki de daha fena şekilde deprOsyona yuvarlanacaktım.

Türkiye’yi çok özlemişim. Vardığımda İstanbul biraz serin ama nefis bir bahar hali içindeydi ve her yerde laleler vardı. Bir turistin şaşkınlığı ve hayranlığıyla Havataş otobüsünün camına yapışıp laleleri ve İstanbul’un güzelliğini seyrettim. Taksim’e nasıl geldiğimizi anlayamadım bile. Sabahın erken saatleriydi, trafik de yoktu. Güzel bir başlangıçtı. İstanbul’da kardeşimle biraz vakit geçirdikten sonra Burdur’da oturan annemin, teyzemin, anneannemin yanına geldim.

Anneannemin duvarında, kendisi için aldığı şu notu gördüğümde hayatta sahip olduğumuz özelliklerin genlerimiz ve ailemizden gördüklerimiz tarafından ne ciddi boyutlarda dikte edildiğini düşünmeden edemedim. Psikolojik yapımız, huylarımız… Anneannemin de benim gibi her şeyi not ettiği defterleri, dondurucuya koyduğu sarma yapraklarının nereden, hangi tarihte, ne koşullarda toplandığını kaydetme huyları filan var. (O beyin açıcı dediği şey neyse ondan ben de istiyorum!)

Türkiye’ye geldiğimde, daha önceki bir yazıda bahsettiğim gibi, ruhsal çalkantılarımı dengelemesi için doğum kontrol hapına başlayalı bir ay olmuştu. Hapın ruhsal çalkantıları dengelediğini söyleyebilirim, fakat malesef beni depresif ve agresif bir psikolojiye sabitledi. Tabi insanın psikolojisini etkileyen başka onlarca etken söz konusuyken doğum kontrol hapına dair kesin çıkarımlar yapmak biraz zor. Üstelik farklı hormon oranları içeren hapların farklı etkileri olduğu söyleniyor, bu yüzden bu kapıyı tamamen kapatmıyorum ama, o 1 ayın sonunda kendimi o kadar berbat hissediyordum ki, şimdilik buna dayanacak gücüm olmadığına karar verdim ve hapı bıraktım. Üzerimdeki kara bulut kalktı. Fakat dediğim gibi, bunun aile yanında olmanın tatlı huzurlu sevgi dolu atmosferinden de kaynaklanması söz konusu. Kesin olarak varabileceğim tek sonuç, hapın hakikaten iniş çıkışları dengelediği, fakat “sihirli bir şekilde” mutlu bir ruh haline çekmediği.

Şimdiye kadar benim için kesin olarak işe yarayan iki şey, antidepresan ve spor yapmak. Şu anda antidepresana dönmek istemediğimden kendimi olabildiğince spora vermeye çalışıyorum. Yeterince sıkı bir düzen tutturamadım ama Burdur’a geldiğimden beri birkaç kez koştum, bir hafta sonu ailecek Antalya’da bir ip parkuruna gittik (yükseklerde ve yükseklerden atlama işinden hoşlanmadığım için baya bir zın zın oldum ama tırmanma açısından ve de ailecek yapılabildiğinden çok güzel bir aktivite oldu).

Onun dışında geçtiğimiz pazar günü Burdur’da Hıdırellez kutlamaları kapsamında, Burdur usulü bir bisiklet yarışına katıldım. Burdur usulü diyorum çünkü kayıt olma sürecinin belirsizliği ile olsun, yarış bitiminde kimin kaçıncı olduğuna dair hiçbir fikrimizin olmayışı ile olsun beni benden aldı. Bir şekilde, kendisi de yarışa katılacak olan bir belediye güvenlik görevlisine ismimi yazdırıp kaydolmayı başardım. Tek bildiğim yarışın nereden başlayacağıydı ve kask olmadan katılınamıyor olduğuydu. Teyzemin bana küçük gelen bisikletini ödünç aldım, bir de kask satın aldım. Ertesi sabah Garanti Bankası’nın oradan başlayacak olan yarış alanına gittim. Hep veletler vardı. Hemen kanka olduk.

Kalabalık yavaş yavaş büyüdü, “büyük” yarışçılar ve parkuru trafiğe kapamak için polis de teşrif ettiler.

Yarışa katılan sadece iki adet “bağyan” bulunuyordu. Bendeniz ve bu tatlı kız çocuğu.

Ve yarış başladı:

Parkur, Burdur’un merkezinden Halk Plajına kadar, sanırım 10 kilometrelik bir yoldu. Ben yine spor olsun diye katıldığımdan yarışmak gibi bir amacım yoktu. Bu veletlerin sağı solu belli olmaz diye kalabalığın arkasında başlamaya karar verdim. Nasıl olsa koşmak sayesinde biraz kondüsyonlu olduğumdan, arkalarından yetişirim diye düşünüyordum, öyle de oldu. Çoğu yumurcak işi bilmediklerinden ilk birkaç kilometrede tam gaz gidip sonraki kilometrelerde ben yanlarından geçerken “apla beni çekiveeesene aplaaa” diye bağırdılar. “Her koyun kendi bacağından yavrularım” dedim.

Yarış bittiğinde üzerinde Burdur Belediyesi yazılı tişört ve şapkaların bulunduğu birer paket ile ödüllendirildik:

Ben ortalarda bitirmiştim, herkes kim birinci oldu diye soruyordu ama dolaşan bir takım fikirlere rağmen kimin birinci, ikinci veya üçüncü olduğunu öğrenemedik.

Yarışın başlamasını beklerken, Burdur çevresinde bisiklet binen ve yaşıtım olan arkadaşlar edindindim. Yarış parkuru kısa olduğundan, onlar biraz daha bisiklet bineceklerdi. Birlikte (bisiklet yarışını da sayarsak) 25 kilometre kadar pedalladık.

Sonra da göl kenarına gidip, Burdurluların artık girmeye cesaret edemedikleri göle girdik.

Yakında ABD’ye geri dönüyorum, ama sadece kısa bir süre için. Sonrası belirsiz. Kurs bittikten sonra Türkiye’ye geleceğim. Galiba uzun zamandır ilk defa Türkiye’de böyle uzun uzun vakit geçireceğim için endişeli değil mutluyum.

  • Share/Bookmark

15 Yorum »

  1. Kubilay said,

    Mayıs 6, 2013 @ 03:36

    Bütün yazılarını Twitter’dan duyurmalısın, arada kaçırdıklarımız oluyor.

  2. Fatma said,

    Mayıs 6, 2013 @ 03:45

    Spor denilen o motivasyona benim de ihtiyacım var, yoksa kendimi bir düzene sokamayacağım. Pek güzel bir yazı olmuş, ellerine sağlık ;)

  3. Biyolokum said,

    Mayıs 6, 2013 @ 03:46

    Kubilay, önceleri twitter’ı pek kullanmıyorum diye unutuyordum. Artık düzenli olarak duyuruyorum/duyuracağım. Teşekkürler!

  4. fatih said,

    Mayıs 6, 2013 @ 05:16

    Çok güzel, Türkiye’ ye döndüğünüzde sizi böyle bir ortamın bekliyor olmasına adınıza sevindim. Ben de yakın zaman içinde Türkiye’ ye döndüm ancak şu 1 ay için diyebilirim ki eskisine göre mutlu değilim, etkenleri çeşitli. Ama şunu söyleyebilirim, kısa zamanda koşuya başlayacağım.

    Umarım faydası olur :)

  5. rem said,

    Mayıs 6, 2013 @ 18:05

    Duyguuuuu Santiago planlari yatti mi yaniiii?

  6. sabri said,

    Mayıs 10, 2013 @ 06:20

    bisiklete binmek gayesiyle de olsa, çoluk çocukla yarışmak size yakışmamış

  7. Melikeadlıkişi said,

    Mayıs 13, 2013 @ 06:22

    Beyin açıcı neyse bana da lazım :)
    Kız çocuklu fotoğrafın hastası oldum, iki kız çocuğu şeklindesiniz, yirim.

  8. Seval U. said,

    Mayıs 13, 2013 @ 09:00

    Arasıra böyle umut verici yazılar okumak insanı rahatlatıyor :) Ne kadar doğal ve hoş bir yazı. Teşekkürler.

  9. Merve said,

    Mayıs 17, 2013 @ 09:14

    Selam Duygu; Sarı kantaron denedin mi hiç… solgarın st jhon’s wart diye sarı kantaron içeren bi bitkisel prepatarı var…spor süper bişey, seni destekliyorum..

  10. Deniz Erturk said,

    Haziran 11, 2013 @ 20:35

    segili biyolokum, lutfen imza kampanyamizi imzalayip yut disindaki akademik arkadaslarina yayar misin? tesekkurler.
    Akademisyenim ve Turkiye’de demokrasi için direniyorum. As an academic I resist for democracy in Turkey #direngezi http://academicsforgezi.com/

  11. murat said,

    Temmuz 18, 2013 @ 08:36

    duygu hanım ve meren beyler iyice tembel çıktılar aylardır aynı yazı :) kitle yazı bekliyooorr :)

  12. Biyolokum said,

    Temmuz 20, 2013 @ 15:16

    Bir aya kadar boş vaktim bol olacak, an itibariyle yazarınız tırtıldan kelebeğe dönüşmekle meşgul :)

  13. dr kerem said,

    Eylül 29, 2013 @ 02:25

    selam duygu biyolokumu ihmal etmişim biraz fark ettim ama sen hep aynı enerjik seviyede çok güzel devam ediyorsun Türkiye’ye temelli mi dönüyorsun onu tam anlamadım umarım her şey istediğin gibi olur… :))

  14. eloise said,

    Mart 25, 2014 @ 07:01

    peki ya meren? meren noolcak. ayrıldınız mı siz yoksa :/

  15. perest said,

    Kasım 12, 2014 @ 15:21

    umarım bu yazıyı okursunuz…Sizin bilime olan sevginiz bilimle sanatı felsefeyi buluşturmaniz bana yeni bir bakış açısı kattı diyebilirim…Sanata edebiyata çok ilgim olup ta ne işim var benim Veterinerlik de diyordum ama şimdi Canlı bilimi olarak görüyor daha farklı yaklasmaya çalışıyorum…Bu blogu boşlamayip zaman ayirip daha çok şeyler paylaşabilseniz ne güzel olurdu…..Birde ikinci olarak değinmek istediğim depresyonunuz bende 2.5 yıldır terapiye gidiyorum ama benim depresyonlarim sizinkisi gibi hormonlardan ileri gelmiyor depresyonun pismanliklar aile okul iş gibi şeylerden ötürü. ..Aslina bakarsaniz bana hep depresyon ortada var olan sorunlardan ileri geldigini düşünmüşümdür hep…Sizin ise daha cok hormanal olmasi ilginç geldi ustelik sizin gibi yaşam gayet enerjisi yuksek bir insanin…

RSS feed for comments on this post · TrackBack URI

Yorum yapın