Lost in Ship Island

Önce ben Sheep Island sanmıştım. Gidince etrafta kuzular koşuşuyo olucak diye hayal bile ettim itiraf ediyorum. Meğer Ship Island imiş… Meksika Körfezi’nde bir ada. Kumları siyah ama biraz eşeleyince altından beyaz kum çıkıyor. Kocaman dalgaları var denizin. Ve cıstak cıstak müzik çalıp dalgaların sesini bastıran iğrenç tesisler, kalabalık gruplar yok. İsterdim ki öküz öküz bakan bıyıklı Türkler de yok diyeyim, ama onların yerine öküz öküz bakan Meksika’lı abilerimiz vardı, Tamam, Antalya’nın Konyaaltı’sının da tadı bir başkadır, buz gibi soğuk bir bira alabilmek denizden çıkınca, Yiğit Beach midir nedir oralarda armut şeylere oturmak. Fakat ben bunu özlemiştim, kahretsin, entelim ya zaten, böyle bir eskiye doğala özlem tipiktir bizde :) Böyle bir arabalara karşı olmalar, bir çevrecilik, bir çekirdek kabuklarını yera attırmamacalar falan.

Ama hanginiz olsa benim yerimde hak verirdi bu sefer, “ay entel aman öf” demeden. O kadar güzeldi ki, sessizdi, tenhaydı… Sadece dalgaların sesi vardı, şezlong şemsiye alma zorunluluğu hissettiren bir atmosfer yoktu. Kuma havlularımızı serdik, dalgalarla oynadık, çocuklar gibi çığlık çığlığa, sonra yüzümüze şapka koyup, yumuşacık kumlara gömülerek uyukladık. O kumlar ki armut koltuklardan daha bir rahattılar. Ne yazık ki kumdan kaleler yapmaya vakit kalmadı ama…

Kumdan kaleler demişken, böyle de bir grup vardır, dinlememiş bir insansanız an itibariyle fena şeyler kaçırmaktasınız, o iğrenç Kral TV’yi kapatıp yarın (Ankara’dakiler Dost Kitabevi’nden) Kumdan Kaleler kaseti (ya da CDsi) almaya söz vermezseniz bu blogu bir daha okumanızı istemiyorum (oha, bu aralar bende bir abartasing, yavaş yavaş Amerikalı mı oluyorum lan yoksa… aman tanrım. o may gudnısss.)

Ya bu müzik konusu açılınca bir öğreten adam olasım geliyor benim. Ama şimdilik susucam, ve ne diyorduk, ha deniz…

Artık Meksika Körfezi’nin sularında çimmedim de demem bundan gayrı. CV’me bile yazarım gerekirse. Deniz öyle nefis ve ciddiye alınası bir şey.

Bu arada hayatının yarısından fazlasını Ankara’da geçirmiş bir insan olarak, Nisan’da “yaz gelmesi” kavramına alışkın bir bünye değilim. Buranın mevsimleri gerçekten çok değişik. Kış denilen şey biraz sert bir sonbahar tadında geçiyor (gerçi kışın bir kısmında Türkiye’de olduğum için tam olarak deneyimlemiş sayılmam). Ama eğer hayallerinizin ilkbaharını yaşamak istiyorsanız, buyrunuz kapımız her zaman açık. Ben böyle güzel ilkbaharı olan bir memleket görmedim. (Biliyorum benim ağzımdan buraya dair böyle güzel sözler dökülmesi çok alışılmış bir şey değil:) Burada aylardır; Ankara’da ucundan gösterip kaçıveren bir ilk bahar vardır hani, hani hava ne çok soğuk ne çok sıcaktır; arada bir gölge olabilsin diye gökyüzüne biraz da bulutlar serpişmiştir; yağmur yağmaz, nem yoktur; cennet gibidir hani, “keşke hep böyle olsa” diyeceğiniz türden birkaç ilkbahar günü yaşarsınız; işte o yaşanıyor. Ama Ankara sonra manyak eder adamı, bir soğur, bir ısınır, bahar şenliğinde her zaman mutlaka yağmur yağar. Daha tadını çıkaramadan, haftasonu bir pikniğe gidemeden de kuru bir sıcağa çevirir…

Burada o cennetsi ilkbahar aylarca sürüyor. Ha, ama bir dakika ey ahali, kıskanmadan önce iki durun mümkünse. Zira o ilkbaharı izleyen bir mevsim vardır ki, bizim oralarda kendisine “yaz” derler. Ve fekat burada “Hurricane season” yani “kasırga mevsimi” deniyor… Ve kasırgasını geçtim (bah ya, artis, kasırgayı geçmiş, bir kere sağlam çıktık ya kasırgadan, artık böyle bir kalemde geçeriz falan), Antalya’nın temmuz sıcağını 10′la çarpın, öyle bir nefes alınamayası nem ve sıcak oluyor. Üstelik de aniden manyaklar gibi yağan bir yağmuru var, yaz ortasında ne olduğunuzu şaşırıyorsunuz üzerinizde iki parça kıyafetle.

Bir de Antalya’nın hamamböceklerini 5 ile çarpın, iki de kanat takın. Öyle böcekler var burada. Ben kendilerine buradan “Cockroach abim, abimiz” diye yalakalık etsem acaba gelmezler mi evime? Onlardan bir tanesi üzerime iniş yapsa beni yakın küllerimi de Meksika Körfezine savurun. Benden kimseye fayda gelmez o vakitten sonra çünkü. O derece iğrenç varlıklar. (Ha ne iğrenç mi, ehehe şaka yahu, abilerim, abim, abimiz… ühühühüh)

İşte böyle onurlu bir şey yaşamak.*

* Öperim teyzemi. O anladı.
** Bu arada bir not düşmek istiyorum. O adanın öyle sessiz, sakin ve “doğal” olmasının sebebi kim bilin bakalım? Tabi ki Katrina. Kasırga silip süpürmüş ne kadar tesis, disko varsa. Katrina abla, ablamız…
*** En üstteki fotoğraf tabi ki Internet’ten. Ailemizin fotoğrafçısı gelse de çekse.

——– ÖNEMLİ NOT———-

Az önce blogun sağ tarafındaki linkler kısmına “haftanın linki” diye bir bölüm ekledim. O bölümde belli aralıklarla tıklarsanız pişman olmayacağınızı umduğum linklere yer vereceğim. İlk linkimiz Greenpeace’in bir haberi. Haberin sonunda bir link daha var, ona da tıklarsanız İran’la çıkacak olası savaşı durdurmaya dair minicik ama damlaya damlaya göl olan bir katkıda bulunabilirsiniz.

  • Share/Bookmark

16 Yorum »

  1. Cigdem Sonmez said,

    Nisan 18, 2006 @ 01:28

    Bataklıktan gelen kemikli sivri sinekleri, pamuk zamanı allerjisi olanları kilometrelerce uzaktan balona çeviren pamuk tozlarını söylemeyi unutmuşsunuz.

    Yine de… buz gibi biradan orada da keyif alınır, yıldızlar yere sanki daha bir yakındır. Katrina’ dan sağ kurtulabildiyse bir sokak şarkıcısı sana özel şarkı söyler.

    “Nostalgia hecha hombre” der Hemingway.. “İnsanı özlem yoğurur.”

  2. ahmeTzehiR said,

    Nisan 18, 2006 @ 08:22

    kiskandim valla ya:( bilim adami olmanin zorluklari sanirim…

  3. Düygü said,

    Nisan 18, 2006 @ 17:56

    Ya evet, buradan kayıtlara geçsin ve gözleri yaşartsın mümkünse. Ahmet labda deney yapabilmek adına, bizimle okyanus suyuna banmaya gelmedi. İnanabiliyamısınııaazz… Evet.

  4. Baris said,

    Nisan 18, 2006 @ 22:12

    Ship Island’a Katrina oncesi gitmistim ben de, daha o zaman da pek ucra issiz medeniyetten uzak bir yerdi. Denizi de dalgali Missisipi’nin getirdigi camurla karisik bulanik bi seydi, ayagimi sokmadan geri donmustum. Ege’nin masmavi sularina alisinca insan bir kere boyle gotu kalkiyor iste :P Meksika korfezinde Florida sahilleri en iyisiydi, Pensacola ve ilerisi. Kum beyaz, deniz mavi, ama kopekbaliklarina dikkat!

    Aaamet, aklina sasiyim senin…

    PS: Duygu, gozun aydin mi? :D

  5. Düygü said,

    Nisan 18, 2006 @ 22:37

    ay Barış’çım tabi sen eski İstanbul asilzadelerindensin :)

    Bulanık olsa da çok güzeldi valla.

    Ama bütün dünyayı gezdim (abartasing), yine de Akdeniz’im Ege’m tabi. Hatta Olimpos’un iğrenç kalabalık olmayan 1990lı yılları… Aah ahh. (Bu cümlede de bakın şu gizli mesela: ben daha siz bebeyken Olimpos’a giderdim, oranın eski hallerini bilirim, hadi bakim.)

  6. pinguar said,

    Nisan 19, 2006 @ 13:21

    kumdan kaleler deyince, aklıma tuna kiremitçi keşke sadece şarkı yazsaydı sonra da güzel güzel söyleseydi; hayat bayram olsaydı diye düşünesim geldi :)

  7. pinguar said,

    Nisan 19, 2006 @ 13:51

    ve işte ben böylesine devrik cümleler kurabilen bir insanım :) off..

  8. Düygü said,

    Nisan 21, 2006 @ 00:00

    :) Pınarcım, benim de bunun üzerine:
    “Allah allah, Tuna Kiremitçi ne yapmış ki başka?” diyesim geldi. Ben de öylesine cahil bir insanım, bakma ordan entel görünüyorum :)))

    Nedir olayı bu Tuna abimizin? Dansöz mü oldu sonradan?

  9. Anonymous said,

    Nisan 21, 2006 @ 09:22

    Tuna Kiremitçi İğrenç Öykü Denemeleri Yaptı Kimse Okumadı. Sonra Roman Yazdı. Kimse Okumadı. Bi Daha Yazdı Kimse Okumadı…

    Kimse Kimdir Şimdi Açıklıyorum…

    Kimse = Tüm Türkiye – (Kral Tv Seyredenler + Sabah O İğrenç Aydın ve Türevlerini Seyreden + Cahil Kesim :D)

    Biraz Sayısal Oldu Ama Valla Matematik Bilmeyen Anlamasada Olur.

  10. Düygü said,

    Nisan 21, 2006 @ 12:32

    Ya yazik olmus ama… Merak ettim simdi. Ne kadar kotu olabilir ki acaba. Belki de “kimse” anlamamistir adami :) Cidden…

  11. pinguar said,

    Nisan 21, 2006 @ 14:13

    Yazarlık kalitesi ayrı bir konu ama adam, işini gerçekten iyi bilen bir “reklamcı”…

    Nasıl dikkat çekeceğini, gündemde kalacağını, işi “tutturacağını” iyi biliyor; tipik medya şaklabanı…

    “bu işte bir yanlışlık var” hakikaten…

    Ama durum böyle :)

  12. Ferhatt said,

    Nisan 23, 2006 @ 16:33

    o linke tıkladım. yazılarının bir kısmını okudum. gerisini okumak için bookmarkladım. artık yedi değil sekinci sırada çıkıyorsun.

  13. Düygü said,

    Nisan 24, 2006 @ 00:48

    :) Teşekkür ederim efenim.

    Yenge sıralamasında sekizinci sıraya düştüğüme çok üzüldüm ama :( :P

  14. isbn said,

    Mayıs 1, 2006 @ 16:09

    Haftanın linkinde isbn’yi görünce sevindim. Teşekkürler.

  15. Anonymous said,

    Mayıs 2, 2006 @ 11:10

    Yok Ya Tuna Kiremitçi Medya Maymunu Falan Değildir. Adam Süper Yazıları Var. Pınar Sen Onu Çok Yanlış Tanımışsın. Kitapları Zaten Satmayan Bir Adamdır Ama Lise Gençliği Arasında Entel Takılacam Rock Dinleyecem Diyen Gençler Yüzünden Bu Aralar Biraz Tabiri Cahiz İse “Ayağa Düştü”. Ama Bence Yazıları İyidir Sonuçta Orhan Pamuk ta Medya Maymunudur Ama Yazıları Çok İyidir Okumaya Değer.

    Kimse Okumadıyı Yazan Anonymous :D

  16. Gm. said,

    Temmuz 4, 2018 @ 05:15

    97 doğumluyum, blogunuzu keşfettim ve bu sayede kumdan kaleleri :’) teşekkür ederim ^^

RSS feed for comments on this post · TrackBack URI

Yorum yapın