40 yaş notları
40larıma girerken düşünce parçacıkları. Sanırım bu yaşta insan geriye dönüp hayata dair çıkarımlar yapmadan edemiyor. Devam...
40larıma girerken düşünce parçacıkları. Sanırım bu yaşta insan geriye dönüp hayata dair çıkarımlar yapmadan edemiyor. Devam...
Offf yazmayı çok özledim, özlemişim. Eski yazılara baktım şimdi. Yareppim, aralarında ne saçmalıklar, ne ırkçı laflar içeren şeyler (gözlerim çekikler filan), gereksiz genellemeler… Ama tabi insanın eskiden yazdıklarına bakıp onları yazan kişinin ne kadar değişmiş olduğunu görmesi güzel bir şey. O yüzden geçmişin bu Duygu’sunu internette yaşatmaya devam ediyorum. Bazen gelişen teknoloji (bkz: Google translate) ve değişen dünya (bkz: Black Lives Matter ile level atlayan bizler) ile bu blogun eski sayfaları sadece Türkçe bilenlere değil, başka dilleri konuşanlara da ulaşacak diye panik yaşamıyor değilim. Fakat başından beri bu blogu yazarken farkında olduğum, benim için hala değişmeyen ve önemsediğim şey, kendimi, düşüncelerimi, deneyimlerimi dürüstçe (kendime ne kadar dürüst olabiliyorsam o kadar dürüstçe) paylaşmak. O yüzden zamanında elitist elitist laflar eden, ötekileştiren, kendisini içinde yeni bulduğu kültüre ve ülkeye dair genellemeler yapan Duygu’yu da kimselerden saklamaya hakkım yok. Devam...
Labmızda yaptığımız çalışmalara dair genel bir fikir edinmek isterseniz EkoEvo Derneği ile yaptığımız bu sunum ve söyleşiyi izleyebilirsiniz. EkoEvo’ya ve Dilşad’a çok teşekkür ederiz. Devam...
Yurtdışında doktora programlarına başvuru konusunu aydınlatmaya çalışmaya devam ediyorum. Bu bölümde “Referans Mektubu” konusuna değineceğim. Önceki ve gelecek yazıların listesi şöyle: Devam...
Herkese merhaba, Devam...
Yurtdışında doktora programlarına başvuru konusunu aydınlatmaya çalışmaya devam ediyorum. Bu bölümde Portfolyo konusuna değineceğim. Önceki ve gelecek yazıların listesi şöyle: Devam...
Yurtdışında doktora programlarına başvuru konusunu aydınlatmaya çalışmaya devam ediyorum. Bu bölümde Hangi üniversiteyi/ülkeyi vs seçeyim konusuna değineceğim. Önceki ve gelecek yazıların listesi şöyle: Devam...
Yeniden merhaba, bugün ele alacağım konu oldukça uzun, o yüzden birkaç bölümde işlemeye karar verdim. Yazıyı, yine geçtiğimiz aylarda bana gelen bir mektup ve bu mektuptaki sorular üzerinden şekillendireceğim. Mektubu yazan arkadaşın ismini ve ayrıntıları her zamanki gibi değiştiriyorum. Devam...
Yurtdışında staj yapmak isteyen ama gönderdiği e-postalara hiç olumlu cevap alamadığını belirten bir öğrenciye verdiğim cevabı, yine başkalarına da faydası olabilir diye paylaşmak istedim. Kapsamlı bir yazı değil. Bu staj işinin bir sürü yolu yordamı olabilir. Ama bunlar benim ilk anda aklıma gelen ve hızlıca yazıverdiğim şeyler oldu. Devam...
Ahali merhaba, geçtiğimiz aylarda, bir bilim kardeşimin bana e-mail üzerinden sorduğu sorulara verdiğim (alel acele) yazılmış cevapların bir kısmını buradan başkalarına da faydası olur diye paylaşmak istiyorum. Doktoraya ABD’de bu sene yeni başlamış olan bu kardeşime şunu yazarken yakaladım kendimi: Devam...
Paris’e ilk kez bir konferans için gitmiştim. Konferasın öncesinde ve sonrasında Fransa’da biraz gezmeyi planlıyordum. Uzun seneler New Orleans’ta yaşadığım evde, Couchsurfing sitesinden gezginleri ağırlamıştım, ama ben seyahat ederken bu şekilde ağırlanma fırsatım olmamıştı. Paris’te konferans başlayana kadar beni ağırlayacak birini bulmam biraz zaman almış, ama niyahet doğru anahtar kelimelerle arayıp bulduğum birine attığım mesaj sonuç vermişti (anahtar kelimeler “death metal” ve “science”). Devam...
“Artık kendi makalelerimi yayınlamaya odaklansam iyi olacak” kararını verdiğimden beri, blogu çok ihmal ettiğimin, bu durumunun da blogun sadık okurlarının gücüne gittiğinin farkındayım. Bu “ihmal edilmiş bloglara geri dönüşün en bilindik cümleleri” girişinden ve kocaman bir özürden sonra, en azından bilim sevgisini yaymak adına geçtiğimiz günlerde ufak da olsa bir şeyler yaptığımın haberini buradan paylaşmak istedim. Bir de, en azından blogu ihmal ettiğime değdi. Yeni çıkan makale haberleri ile de çok yakında karşınızda olacağım (diye umuyorum, yoksa şüphen mi var?). Devam...
(Aşağıda kaynayıp gitmesin diye en önemli bağlantıyı şuraya bir koyayım. İsterseniz oradan başlayın. Buradan da hikayesini ve dahasını okursunuz, ey sevgili okurlar). Devam...
Birkaç hafta önce apar topar Türkiye’ye gelmem gerekti, hayırlı bir iş için. Birkaç senedir başvurduğum bir kursa, rekabet had safhada olduğundan ancak bu sene nihayet kabul edildim! Marine Biological Laboratory’nin Embriyoloji kursu. Kursa katılabilmem için vizemi yenilemem gerektiğini öğrendim. Eşyalarımı bir arkadaşımın evindeki boş odaya yerleştirdim, evden çıktım, yapılması gereken bir sürü ıvır zıvırı halledip Türkiye uçağına atladım. Devam...
Geçtiğimiz birkaç ayın zorlukları beni içime kapanmaya itti. Sosyal bir kelebek olmayı bırakıp odamda yalnız başıma daha çok vakit geçirmeye başladıkça buna aslında ne kadar ihtiyacım olduğunu da farkettim. Günlerimi düzene sokmak ve koşmak için vakit yaratmak biraz da bu sayede mümkün oldu. Kitap okumaya da daha çok vaktim oldu. Bu süreçte okuduğum kitaplardan bir tanesi Haruki Murakami’nin “What I talk about when I talk about running” (Koşmaktan bahsederken aslında neyi kastediyorum) kitabı oldu. Kitap, her sene düzenli olarak maraton koşan yazarın koşmak üzerine anılarından oluşuyor, ama isminden de anlayabileceğiniz gibi, aslında sadece koşmak üzerine değil. Bir nevi otobiyografi olduğunu bile söyleyebiliriz. Devam...