Mart 1, 2013 at 15:28
· Filed under Ben Düygü Hanım nasılım, Siportif genç
Bloga en son yazdığım günlerde, spor yapmanın etkisiyle harika bir psikoloji içindeydim. O zamandan beri yıldızlı pekiyi hakedecek bir şey yaptım: düzenli spor yapmaya devam ediyorum. O kadar ki, gaza gelip Mart ortası Washington D.C.’de yapılacak maratonda koşmak için bile yazıldım! (Ben yarım maraton koşacağım). Bir ara hafta içi her gün ya koşuyor ya yüzüyordum. Bugünlerde yoğunluktan haftada 3 gün spor yapabiliyorum. Üstelik, koştuğum her gün, o sabah içim sıkkın bile kalkmış olsam, kendimi daha iyi hissediyorum (ama istisnai durumlar mevcut, aşağıda anlatacağım). Biraz (çok sağlıklı bir yavaşlıkta) kilo bile verdim. Buraya kadar iyi. Hatta iyi ne kelime, buraya kadar harika! Devam...
Permalink
Aralık 19, 2012 at 17:00
· Filed under Ben Düygü Hanım nasılım, victory is mine
Kendimi bildim bileli hep sırtımda görünmez bir yük, içimde bir endişe ve sıkıntı olageldi. Bu hisler zaman zaman çok arttı, zaman zaman azaldı, ama hiç kaybolmadılar. İşin garip yanı, bunlar benim işlevsel bir vatandaş, iyi bir öğrenci olmamı engellemediler, hatta ben sanki bunları yakıt olarak kullanan bir trendim. Çuf çuf çuf ordan oraya gezindim. Arkadaşlarımdan sık sık ‘iyi de niye bu kadar gerildin/endişelendin’ lafını, ailemden de ‘bi mutlu olamıyorsun’ serzenişlerini duydum. Ben de kendime hep kızdım. Adeta kötü bir ebeveyn gibiydim kendime karşı, ne yaparsam yapayım kendime yaranamıyordum. Lise dereceyle bitiyordu, ben istediğim bölüme giremeyeceğim diye kabuslar görüyor, yeterince akıllı değilim, yeterince çalışmıyorum diye kendime kızıyordum. Sonra istenilen bölüme kat kat üstünde puan ile giriliyordu, bu sefer kendimde gıcık olacak başka bir şey, hayatta endişelenecek başka mecralar buluyordum. Devam...
Permalink
Aralık 14, 2012 at 19:43
· Filed under Bilim ve felsefe, Edebiyat
Başka mecralarda görmüş duymuş olabilirsiniz, geçtiğimiz haftalarda Richard Dawkins’in son kitabı Gerçeğin Büyüsü Kuzey Yayınları‘ndan çıktı. Şahane çeviri İstem Fer’ciğimin ellerinden, editörlüğü benden. Tivitlerde, feybuklarda arada kaynayıp gidiyor, o yüzden buradan sizlerle kitap ile ilgili düşüncelerimi ve hislerimi iki kelam paylaşayım istiyorum. Devam...
Permalink
Aralık 11, 2012 at 11:46
· Filed under Ben Düygü Hanım nasılım, Siportif genç, victory is mine
Depresyonla mücadele sırasında deneyimlediklerim sonucu kesin olarak emin olduğum bir şey var ki o da spor yapmanın depresyonun en güzel ilacı olduğu. Ama koşmak filan gibi kalp atışını hızlandıran (kardiyo) sporlar. Yoga vesaire insana iyi gelse de fizyolojik olarak aynı etkiyi göstermiyor, işin arkasında koskoca bilim var. Devam...
Permalink
Kasım 23, 2012 at 00:12
· Filed under Ben Düygü Hanım nasılım
Bu yazıyı birkaç hafta önce, aynen yazıdaki hisler içindeyken yazmış (daha doğrusu bu satırlar bir arkadaşıma mesaj yazarken vuku bulmuş), o anın verdiği bir acelecilik duygusuyla paylaşıp, paylaştıktan yaklaşık 5 dakika sonra pişman olmuş ve blogdan kaldırmıştım. Paylaşmak istemediğimden değildi de, o anda gelecek tepkileri kaldıramayacaktım. Bir de annem üzülmesindi. Şimdi, kendimi son derece iyi hissettiğim şu anda, yine de paylaşmak istiyorum bunları. Daha anlatacaklarım da var, ama onları yazar mıyım, vakit bulur muyum, ne zaman olur bilmiyorum. Sadece, depresyon benim hayatımın bir parçası olduğundan ve depresyonu yenmek için sürekli bir çaba halinde olduğumdan, içimde bir şeyler beni bunu paylaşmaya itiyor. Nedenini sorgulamamaya karar verdim. Devam...
Permalink
Eylül 28, 2012 at 01:30
· Filed under Doğa ve Hayvanlar, Evliya Çelebi, Fotoğraf
Bu yaz çok kısa bir süre için de olsa Türkiye’deydim. Kısa süreli olmakla beraber, sıkı bir planlama ile ailecek biraz gezmeyi ve daha önce görmediğim yerler görmeyi başardık. Bu yerlerden biri, annemin önceden birkaç kere gittiği ve her defasında “Duygu seni ilk fırsatta oraya götüreceğim, bayılacaksın” dediği Saklıkent (Fethiye) oldu. Bayıldım nitekim. Devam...
Permalink
Eylül 17, 2012 at 16:11
· Filed under Doğa ve Hayvanlar, Gülümseten işler, Hobi
Kaçak Biyolokumunuzdan selamlaaaar sevgileeeer. Hemen konuya giriyorum. Sizlere bugün şehir bahçeciliğinden bahsedeceğim! Öncelikle belirtmek istediğim şey, benim de bahçecilik işinde aslında çok yeni olmam (gerçi domatesleri duymayan kalmadı, Radikal Gazetesi sağolsun). Hatta öyle ki, bir biyolog olarak bitkilere ilgi duymam, utanılacak derecede geç gerçekleşti. Fakat bir kez bu işin keyfine varınca, belki benim gibi zamanında gözü korkmuş ya da bu işi sıkıcı bulmuş olan insanlar varsa, onlara bir parça ilham olabilmek adına geçen ay bir internet semineri vermeye cüret ettim. Bu yazıya o seminerin videosunu da koymak istiyordum ama elimizde olmayan bir takım sebeplerden ötürü videoyu henüz yükleyemedik. YouTube’e yüklenir yüklenmez yazıyı güncelleyerek paylaşacağım. Devam...
Permalink
Ağustos 8, 2012 at 15:25
· Filed under Öyle oldu böyle oldu
Haziran 3, 2012 at 13:54
· Filed under Kadın hakları
Akıllar karışmasın, şimdilik sezaryen yasaklanıyor değil (ama o günleri de görebiliriz, hiç şaşırmayacağım). Ayrıca baştan söyleyeyim, sezaryen doğum yanlısı veya karşıtı değilim. Kendim çocuk sahibi olacağım zaman, hangi doğum yöntemini seçeceğime dair güzelce araştırıp, doktoruma danışıp karar vereceğim. Devam...
Permalink
Haziran 1, 2012 at 10:43
· Filed under Kadın hakları
Gelişim biyolojisi alanında doktora yapmış bir bilimci olarak, yani son 6 senesini çeşitli canlıların embriyolarını pek çok açıdan inceleyerek, her evresini gözlemleyerek geçirmiş bir bilimci olarak, embriyonun erken dönemlerinde acı hissetmediği, beyninin bilmemkaçıncı ayda geliştiği, o yüzden kürtajın benim bilimsel perspektifimden hiç de problem olmadığı konusunda çok sıkı bir argüman ortaya koyabilirdim. Üstelik bu argümanla pek çok insanı ikna da edebilirdim. Ama bunu yapmayacağım. Devam...
Permalink
Mayıs 31, 2012 at 12:55
· Filed under Ben Düygü Hanım nasılım, Kadın hakları, üzüntü ve muz kabuğu
Üniversitenin ilk yıllarıydı. Burdur’da anneannemin göl evindeydik. Her sabah hepimizden önce uyanır, kahvaltıyı hazırlar, sonra ince ve melodik bir sesle ”kahvaltıya buyruuuuuğğğğnnn” diye aşağı kattan merdiven aralığına doğru bağırarak bizi uyandırırdı. Böyle tatlı serin bir göl evi sabahında, anneannemin ”kahvaltıya buyrun” çağrısındaki beklenmedik hüzünlü minör tınının merakıyla, pijamalarım üzerimde merdivenden indim. Bir baktım bahçedeki kahvaltı masasının kenarında oturuyor. Elinde kırılmış bir biber fidesi, anneannem, gözyaşları pıtır pıtır pazen eteğinin çiçekli desenine düşerek, ağlıyor. Devam...
Permalink
Mayıs 11, 2012 at 11:34
· Filed under Ben Düygü Hanım nasılım, Sakin olmak lazım
Küçüklüğümden beri günlük tutuyorum. Klasik anlamda günlük tutmaya ortaokulda başlamıştım. Yaz tatiliydi, elime bir yerden çirkince bir ajanda geçmişti, kahverengi deri bir kabı vardı. Tanıdık bir şirket tarafından filan bastırılmış bir şekilde bizimkilere verilmiş, onlar da ajandayı bana vermiş olmalıydı. Arabada gidiyorduk, ajandayı açıp birşeyler yazmaya başladım. Tarihleri tutturmak için defterlerime bakmam gerekecek ama, o sıralar kısa öyküler de yazıyordum da günlük tutmaya mı karar verdim, yoksa günlük tutmaya başladım, sonra kısa öyküler de mi yazdım emin değilim. Ama bu çirkin ajandadan aslında iki tane var, biri öyküler diğeri günlük no1. Devam...
Permalink
Mayıs 3, 2012 at 11:34
· Filed under Fotoğraf
Dakar’ın sokaklarında yürüyorum. Fotoğraf makinam yanımda, ama elim bir türlü makinaya gitmiyor. Bol bol fotoğraf çekecektim. Çekmiyorum. Fotoğraf makinasını elime aldığım andan itibaren bir başkası olacağım çünkü. Bu halimle (makina çantamda gözlerden uzak iken) beyaz bir kadınım sadece. Belki Dakar’da yaşıyorum uzun süredir, belki sadece ötedeki sokaktaki bakkala gidiyorum. Bu halimle pek tabi, üç sokak ötedeki iş yerime gidiyor bile olabilirim. Bu halimle ben, ten rengime rağmen “buralı” sayılabilirim. Ama fotoğraf makinasını elime aldığım an iş değişecek. Devam...
Permalink
Nisan 30, 2012 at 16:19
· Filed under Evliya Çelebi, Kültür Şoku
Senegal’e vardığım günü takip eden hafta sonu arkadaşlarım beni Popenguine’e götürdüler. Cuma akşamı dışarı çıkmıştık (ve Dakar’ın görece fakir ve kirli sokaklarıyla tezat oluşturan yeni ve şık bir gece klubünde bir şeyler içip biraz dans etmiş, biraz da dans edenleri izlemiştik. Afrikalı güzellerin bu kulüplere nasıl seksi kılıklarda geldiğini görünce ağzım bir karış açık kaldı). O yüzden planladığımız kadar erken çıkamadık yola. Olabildiğince erken düşmek istiyorduk yollara, çünkü Dakar’dan çıkmak için tek bir ana yol var ve sabahın erken saatleri dışında acayip kalabalık oluyormuş. Devam...
Permalink
Nisan 15, 2012 at 10:56
· Filed under Bilim ve felsefe, Çizimler, Doğa ve Hayvanlar, Doktora-sonrası
Zaman geçtikçe hayatıma ne kadar damgasını vurduğunu farkettiğim bir minik biyolokum özlü sözü var. Annem bunun öyküsünü dost meclislerinde anlatmaya bayılır, ben de hep utanırım (ama işte şimdi de ben size söyleyeyim). İlkokulda filan olmalıydım. Fen derslerini çok seviyordum, ama annem bir sanat insanı olduğundan beni sürekli çeşitli el işi ve sanatsal faaliyetlerle oyaladığından, adeta bir kişilik bölünmesi yaşıyordum. Sevgili büyüklerim de, hunharca “e büyüyünce nolcen bakalım” sorularıyla beni buna acilen bir cevap aramaya itiyorlardı. Oysa ki de daha çok gençtim. Devam...
Permalink
Mart 11, 2012 at 20:18
· Filed under Doğa ve Hayvanlar, Evliya Çelebi, Fotoğraf
Senegal’de kalbimi çalıveren şeyler listesinin en üst sırasına açık arayla oturan güzellik: Baobap ağacı. Benim baobapla tanışmam aslında Senegal’e gitmeden hemen önce oldu. Bu gezi planımdan hocama bahsettiğimde bana ”Ben Senegal’e hiç gitmedim ama annemle babam Senegalli bir grubun müziklerini çok seviyorlar, bana CD’sini çekip vermişlerdi, sana onu getireyim de gitmeden dinle” dedi. Devam...
Permalink
Mart 7, 2012 at 14:54
· Filed under Doğa ve Hayvanlar, Hobi
Küçüklüğümden beri her gittiğim yerde bulduğum hayvan, bitki, tohum vesaire örneklerini cebime atıp eve getirmeye bayılırım. Bugün bu örnekleri muhafaza etmek ve sergilemek için harika bir yöntem öğrendim ve heyecanla buraya geldim sizlerle paylaşıyorum. Devam...
Permalink
Şubat 29, 2012 at 10:38
· Filed under Evliya Çelebi
Ben bu Senegal’i aklımdan çıkaramıyorum. Aslında son yazdığım yazıdan beri, aklımdan bu bloga ne yazılar yazdım. O kadar ki, siz bıktınız ben yazmaya devam ettim. Fakat bir türlü oturup da hakikaten yazamadım. Bunun birincil sebebi, şu anda Richard Dawkins’in daha önceden yazmış olduğu bir kitabın çevirisinin editörlüğü ile uğraşıyor olmam. Pek yakında Türkiyeli okurlar bu kitaba kavuşacaklar (Unweaving the Rainbow – Gökkuşağını Çözmek). Dawkins’i çevirmek ve çevirilerin doğruluğundan emin olmak işi gerçekten çok zahmetli. Kafamın yorgun olmadığı bütün boş vakitlerim bu işe gitti (son bölümü bitirmek üzereyim). Bütün vaktimi bilgisayar başında geçirmek istemediğimden, blogu ve Senegal anılarını yazmayı ötelemiş oldum. Diğer sebepler iş güç vesaire. Devam...
Permalink
Ocak 20, 2012 at 14:16
· Filed under Ben Düygü Hanım nasılım, Evliya Çelebi
Yalnız gezginin sahip olması gereken en önemli özelliklerden biri, yüzüne kendine güvenli bir ifade takınıp, aslında kaybolmuşsa bile nereye gittiğini biliyormuş gibi yürümektir. Bugün sabah vardığım Senegal’in başkenti Dakar’da bunu bir kez daha anladım. Henüz 24 saati doldurmamış olmama rağmen o kadar farklı psikolojiler yaşadım ki, şimdi kahvemi yudumlayarak arkadaşlarımı beklediğim sırada otel lobisinde mini netbukumu açıp bu konuda bir şeyler yazmadan duramadım. Devam...
Permalink
Ocak 18, 2012 at 00:44
· Filed under Bilim ve felsefe, Doğa ve Hayvanlar
« Önceki Sayfa« ÖncekilerSonraki Sayfa »
« Önceki Sayfa — Sonrakiler »