Cikcik kuş

Küçücüğüz, sokakta oynuyoruz. İlkokul yılları, belki daha öncesi. Ben, kardeşim, Fatma, Tuğba, Cahit, Feriha… Kapıcının çocuğu Sümüklü Fatih bir kenardan bize bakıyor. Çocukların ne kadar saf ve temiz olduklarından bahsedilen yazılar, şiirler vardır. Filmlerde filan işlenir, çocuklar melektir değil mi? :) Ama aynı çocuklar, o saf temiz oluşları yüzünden galiba, birbirlerine “sümüklü” diye isimler de takarlar, aralarına da almazlar oyun oynarken o “sümüklüyü”. Çocuklar doğrudan ve dolambaçsız oluşlarından yaparlar bunu sanırım. Sümüklü Fatih, gerçekten sümüklüdür çünkü. Muhtemelen kapıcının çocuğu oluşundan, hep rutubetli kapıcı evlerinde yaşadığından, burnu hep akar, ama nasıl akmak, hasta olduğunuzda yeşillenen yoğun sümükten akar. Biz de almayız aramıza işte. Benim kardeşimin ismi de Fatih olduğundan, yani sırf ayırt edebilmek için canım, başka bir sebepten değil, ona da “Sümüklü Fatih” deriz.

Dediğim gibi, oynuyoruz, her zamanki gibi. Kızlar çinçan, erkekler top oynuyor. Sümüklü Fatih kenardan bakıyor. Apartmanın kapısı açılıyor sonra. Sakallı, güler yüzlü bir adam çıkıyor içeriden. Yanımıza geliyor. Bir elini sımsıkı kapamış. O eliyle havada eğriler çizerek “pırrrrrrrrrrrrr pırrrrrrrrrr Cikcik kuş geldiiiii” diyor gülümseyerek. Sümüklü Fatih dışında bütün çocuklar etrafında toplanmışız. Sımsıkı kapalı o kocaman elininin kocaman parmaklarını, minicik ellerimizle teker teker açmaya çalışıyoruz, elinde tuttuğu şeye ulaşabilmek için. Adam Sümüklü Fatih’i farkediyor, “Sen de gelsene çocuğum, senin de hakkın var burada” diyor. Sümüklü Fatih de geliyor. Adam bizi biraz uğraştırdıktan, kimi zaman zorlukla açtığımız parmakları yeniden kapatıp bizimle biraz eğlendikten sonra açıyor elini. Elinde ince bir kağıda sarılı, küçük küpler şeklinde 7 tane şeker var. Hepimiz birer tane alıyoruz neşeyle.

“Cikcik kuş”… Böyle pırrrrrrr diye geldi benim bütün çocukluğum boyunca. Her zaman ortamdaki çocuk sayısına yetecek kadar şeker getirdi. Ve hiçbir çocuğu ayırt etmedi. Zaman içinde kocaman marketlerde rengarenk şekerler satılmaya başlansa da, “cikcik kuş”un şekerleri en güzeliydi.

“Cikcik kuş” benim dedemdi. 27 Mayıs 2006′da çoook uzaklara uçmaya karar verdi. Bir çocuğun sahip olabileceği en tatlı dedelerden biri o olsa gerekti.

-Dedeeee annem nerde?
-Bilmem cebimde mi ki acaba? (Gömleğinin cebine bakar.) Aaa yokmuş.
-Ya dede yaaaa. Nerde söyle.
-Bilmem acaba pantalonun cebinde mi ki? (Oraya da bakar.) Aaa burda da yok.
-Yaaaa dede yaaaa…
- :)

Hukuk Fakültesi’nde okumuştu, bulmaca çözmeyi çok severdi, “hacı”ydı ama Yalan Rüzgarı’nı kaçırmazdı. Nev-i şahsına münhasır canım dedem. Umarım uçtup gittiğin yerlerde mutlu ve huzurlusundur.

  • Share/Bookmark

21 Yorum »

  1. A. Murat Eren said,

    Haziran 10, 2006 @ 21:47

    Sadece çok kaliteli bir insan olduğunu anlayabileceğim kadar, kısacık bir süre tanıma fırsatım oldu kendisini. Huzur içinde yatsın. Başımız sağolsun.

  2. Mert Ulas said,

    Haziran 11, 2006 @ 03:53

    Basiniz sagolsun

  3. Anonymous said,

    Haziran 11, 2006 @ 05:58

    dedelik ne güzel bir müessesedir… böyle değiştiriverirsin işte bir çocuğun hayata bakışını… güzellikler içinde uyur inşallah sonsuzluk uykusunu… başınız sağolsun…
    l’o'ker – seminercg yüzünden blogger hesabı açmış ama parolasını unutmuş kişi…

  4. Rana said,

    Haziran 11, 2006 @ 15:52

    bir tanem, başınız sağolsun hepinizin…

  5. bacak said,

    Haziran 12, 2006 @ 00:21

    başın sağolsun duygucum.

  6. Anonymous said,

    Haziran 12, 2006 @ 02:47

    Başın sağolsun düygüm.Seni çok özledim bu arada. Ben kim miyim? Paşa fatoş

  7. Ahmet AYGÜN said,

    Haziran 12, 2006 @ 07:56

    başınız sağolsun :(

  8. Atilla Aktuna said,

    Haziran 12, 2006 @ 14:52

    Tam da karpuz zamanı. Dedem her zaman karpuzun en iyisini seçerdi. Hem de öyle elleyerek, yoklayarak değil. Manava şunu ver derdi sadece. Manav eskaza “amca, o çok arkada, şunu versem” falan dediğinde de fikrini değiştirmez, istediği karpuzu alırdı. Sonra da biz o yılın en iyi karpuzunu afiyetle yerken sırrını sorduğumuzda gevrek gevrek güler ve “oğlum, bizim okumamız yok ama toprakta yetiştik” derdi.

    Gel zaman git zaman, artık dedem olmadığı için karpuzu bizim alma zamanımız geldi. Elleyerek, yoklayarak bir iyi bir kötü karpuzlar almaya başladık.

    Bir gün, eve aldığım bir karpuz gerçekten çok iyi çıktı ve böbürlendim kendi kendime: “Dedem gibi, iyi bir karpuz aldım işte”. Sonra da karpuzu incelemeye başladım. Yeşildi, diğer karpuzlar gibi. İçi de kıpkırmızı idi, diğer karpuzlar gibi. Ama bu karpuzun bir özelliği vardı. Çok büyüktü.

    O zaman bir şey dank etti kafama. Dedem hep manavdaki en büyük karpuzu alırdı.

    “Cikcik Kuş” ile ben de dedemi hatırladım işte. Bir de “Ben hayatta en çok dedemi sevdim.”

    Başınız sağolsun.

  9. ahmeT Zehir said,

    Haziran 12, 2006 @ 19:52

    basiniz sagolsun be duygucum.

  10. Anonymous said,

    Haziran 12, 2006 @ 22:48

    basiniz sagolsun.

  11. Anonymous said,

    Haziran 13, 2006 @ 00:43

    Ne kadar şanslısınız. Yazıyı okurken ben de hiç olmayan -daha doğrusu varlığıyla yokluğu bir olan- ve geçen sene vefat haberini duyduğumda yabancı bir ülkenin meteoroloji haberlerine gösterdiğim ilgiyi gösterdiğim dedemi hatırladım. Sadece hayatının son 3 ayında babası olduğunu farkettiği babam üzüldüğü için üzülmüştüm biraz. Diğer dedemse annem daha 9 yaşındayken vefat etmiş zaten. Büyükanne nedir onu da bilmem. Daha annemle babam tanışmadan evvel ikisi de uçup gitmiş. Hepsinin de toprağı bol olsun. Üzüntünüz büyüktür elbet ama bu duyguları yaşayabildiğiniz için de ne kadar şanslı olduğunuzu farkettirmek istedim.
    Ceren

  12. Anonymous said,

    Haziran 13, 2006 @ 00:45

    ops, üstteki yoruma “ne kadar şanslısınız” gibi abuk bir cümleyle başladığım için özür dilerim! Öncelikle başın sağolsun diye başlayacaktım!
    Vallahi utandım kendimden. Çok özür dilerim. Hatta lütfen, yorumun giriş cümlesini siler misin?
    Ceren

  13. Düygü said,

    Haziran 13, 2006 @ 00:59

    Başsağlığı (bu da ne demekse işte) dileyen herkese teşekkürler. Löker ve Atilla Aktuna’ya daha bir teşekkürler.

    Bu arada hastaydı dedem zaten. Şok olmadık ölümüne. Huzurlu bir şekilde terk-i diyar eyledi. Sekiz torun sevdi hayatı boyunca. Bu yüzden bu yazı kendisinin anısına yazılmış, tanıyanları – tanımayanları, torunlarını gülümsetmek, onu unutmamak yazısıdır. Bir bunalım yazısı değildir.

    Ayrıca yazıda “Bir çocuğun sahip olabileceği en tatlı dedelerden biri o olsa gerekti.” sözü geçmektedir. (Ceren’in gözünden kaçmışsa).

  14. Anonymous said,

    Haziran 14, 2006 @ 05:15

    duygucum
    dedenin son günlerinde yanında olmanın huzuru içindeyim.O çok huzurlu ve mutlu öldü..ancak seni fatihi ,mehmeti hilali sordu durdu..Bir gün öncesinde Mehmeti ve Nalanı gördü, hilalin sesini duydu..sanki onları beklermiş gibiydi..Huzur içinde yatsın ,onları gördüğünün ertesi sabahı vefat etti..Elleriyle havaya doğru “gel gel” işareti yapıyordu son günlerinde…
    Onu hepimiz çok sevdik..Huzur içinde çok sevdiği Salih oğlunun yanında yatıyor babacığım..
    annen…

  15. bi dilay said,

    Haziran 15, 2006 @ 17:55

    ama yeter ya ağlatmayın..bitanecim yok bişey, hepsi yalan. yok ölüm diye bişey seni korkutuyolar öyle.

  16. nihal said,

    Ocak 28, 2008 @ 04:12

    Ben de cikcik kus dedeyi cok severdim. Ucup gittiginden haberim bile yoktu, simdi kendimi daha da yaslanmis hissettim, insanin cocuklugundaki buyukler teker teker gittiginde kendini hem yapayalniz hissediyor hem de farkina bile varamadan zamanin akip gittigine uzuluyor. Ben her anin tadini doya doya yasamak isterken hayatin karmasasi yuzunden, bu isi bitirmeliyim, sunu yapmaliyim, o bana bunu yapti, su bana bunu dedi, bu aramadi, arkamdan vurdu diye uzulup gidiyorum…
    Cok garip aradan sanirim yaklasik 18-19 yil gecmesine ragmen, cikcik kusun sallanan sandalyesinde oturup kulakliklarini takip tv seyretmesi hatirladim birden, etrafa saygisizlik etmemek icin…
    Umarim gittigi yerde mutludur…

  17. feris fontilifis said,

    Şubat 4, 2008 @ 16:15

    duygum, nihal benim lise arkadaşımdı. facebookta bulduk birbirimizi bunca yıl sonra. mailleşirken, amerikada imiş filan, senin bu siteni söylemiştim, nostalji olur hem sana yakın bi yerde hem burdurlu diye. çok beğenmiş yazılarını.
    nihalim, ne çok detay hatırlıyorsun, kulaklıklar vs. bu çocuklardan, gündelik telaştan unuttuğum bi detay. özledim babacığımı şimdi … hem de çok…

    sevgiler ikinize de. olmaz ya amerikanya büyük. yine de buluşursanız karşınızdaki benmiş gibi öpün benim yerime, sarılın en iyisi. hiç tanımasanız da birbirinizi…
    sevgiler.

  18. Düygü said,

    Şubat 4, 2008 @ 16:28

    Teyzecim ben de kim acaba diye merak etmiştim :) Nihal Abla, dedeciğimle ilgili bilmediğim (belki de hatırlamadığım) bir ayrıntıyı paylaşmış oldun, çok teşekkürler.

  19. kübra tasdelen said,

    Mayıs 22, 2008 @ 17:37

    merhaba duygu okudum gerçekten çok üzlmüşsündür sana çok geçmiş olsun diyorum inşallah mutlu olursun duygucum benimde büyük babam kalpten gitti yinede arkasından konuşmak gibi olmasın ama çok iyiydi onu çok severdim inşallah huzur içinde yatarlar sende benim gibi üzülmüşsündür allah rahmet elesin hadi geçmiş olsun

  20. umut said,

    Nisan 19, 2011 @ 19:24

    Merhaba Duygu. Sayfani yeni kesfettim. Bu yazin oyle tanidik geldi ki… Benzer sakalar yapan, Hukuk Fakultesi’ni 2. siniftan sonra birakan, haci olup Yalan Ruzgari seyreden bir dedem vardi benim de, ’98′de baska diyarlara gocmeden once.
    Tesekkurler paylasimin icin. Basiniz sagolsun.

  21. feaztbjiwe said,

    Kasım 19, 2024 @ 04:55

    Muchas gracias. ?Como puedo iniciar sesion?

RSS feed for comments on this post · TrackBack URI

Yorum yapın