Hayvanat Bahçeleri (2) – Jaguarın Doğum Günü
Hayvanat bahçeleri yazı dizisinin bu ikinci bölümünde aslında “hayvanat bahçeleri olmalı mı olmamalı mı?” sorusu ve beraberinde bir zamanlar bir miktar gönüllü olarak Ankara Hayvanat Bahçesi’nde yürütmeye çalıştığımız projeden bahsedecektim. Ama şimdilik bunları başka zamana bırakıyorum. Zira bugün Jaguar Yaqi’nin doğum gününü anlatasım var. :)
Daha önce Chris’le birlikte çalıştığımdan ve sorumlu olduğumuz bölümde jaguarların da olduğundan bahsetmiştim. Geçen pazar erkek jaguar Yaqi’nin doğum günüydü. Chris, Yaqi için kartonlardan katkat doğum günü pastası hazırlamış. Üzerine yapıştırmak için de kuş tüylerinden mum icat etmiş. Sabah temizlik, besleme işlerini bitirdik, öğleden sonra ziyaretçilerin de bol olduğu bir saatte başka bakıcılar da bize katıldı ve pastayı hazırlamaya koyulduk. (Ben fotoğraf çektim).
Önce mumlar yerleştirildi. Sonra kutuların içine kemikler üzerine dondurulmuş civciv (vayy!!) konuldu. Jaguarlar ziyaretçilerin izlediği bölmeden çıkarılıp arka bölmeye alındı. Pasta, ziyaretçilerin rahatça görebileceği bir yere yerleştirildi. Pastanın dekorasyonuna öğütülmüş et filan konularak ziyaretçiler önünde devam edildi. (“Pastanın üzerindeki şekerden çiçekleri ben yiyebilir miyiiiimmm???)
Sonra dışarı çıktık, ve Yaqi’yi içeri saldık. Normalde neredeyse ev kedisi gibi demirlere sürtünüp mırlayan Yaqi, et kokusunu duyunca kutuları vahşice parçaladı :)
“mmmmm bu pasta parmaklarını yedirtir insana”
Arkadaş pastasına yan gözle bakanı çizebilecek techizata sahip olduğunu hatırlatıyor.
Evet evet, senin pastan biliyoruz.
Türkiye’deki hayvanat bahçeleri ile “gelişmiş ülkelerdeki”ler arasındaki en büyük farklardan biri, bakıcıların üniversite eğitimi almış insanlar olmaları, ve sürekli, sorumlu oldukları hayvanların hayatını zenginleştirecek yeni fikirler üretmeye çalışmaları. Buna “enrichment” deniyor ve bu, bir bakıcının en önemli görevlerinden biri. Örneğin sabahları jaguar barınağını temizledikten sonra kaynamış bir yumurtayı birkaç parçaya bölüp muhtelif yerlere saklıyoruz. Böylece hayvanlar içeri girdiklerinde bu yiyecekleri arayıp bulmaya çalışarak vakit geçiriyorlar. Zaman zaman oynamaları için farklı şeyler koyuyoruz, örneğin yukarıdaki fotoğraflarda bir lastik var, onu kemirmeyi çok seviyorlar. O lastiği barınağın farklı yerlerine, atlayıp zıpalyıp yetişmeye çalışacakları yerlere bırakıyoruz.
Bunun dışında, geçen hafta ayıları da besleme fırsatım oldu (normalde bizim çalıştığımız bölümde değiller). Mesela ayılar için meyve doğranıyor, ayrıca kuru kedi maması gibi (ama daha büyük parçaları olan) mamalar var. Chris bunları bir kovaya doldurup ayı barınağında olabildiğince zor yerlere saklamamı istedi. Ağaç kovukları, ortalıkta bulunan tahta parçalarının altları, taş dipleri vs… Yani hayvanların önüne metal bir kapla yiyecek konup pasif bir şekilde yemeleri beklenmiyor. Olabildiğince “doğalımsı” bir ortam yaratılmaya çalışılıyor.
Yine de, amacın yaralı yaban hayvanlarını iyileştirip doğal ortamlarına bırakmak olduğu, yaban hayatı rehabilitasyon kurallarının tam aksine (bu konuda bilgi edinmek isterseniz buradaki – 1, 2, 3- yazılara bakabilirsiniz) hayvanat bahçesinde hayvanların insanlara alışması ve evcilleşmeleri problem edilmiyor (rehabilitasyonda insan-hayvan arasında minimum bağ oluşması, hayvanın “agucuk bugucuk denilerek sevilmemesi” gerekir ki hayvan doğal ortamına (yani yaban hayata) dönünce gördüğü insanlara Rintintin edası ile yaklaşmasın, o iyi niyetle yaklaşsa da birileri onu saldırdığını sanıp onu vurmasın). Hayvanat bahçelerinde ise, bakıcılar hayvanlar ile müthiş bir iletişim içindeler, ve bundan zaman zaman biz gönüllüler de faydalanabiliyoruz; jaguar patisi elleyebiliyor, pumayı gıdısından okşayabiliyoruz :) Nefiz!
Genel olarak hayvanlar bana gayet mutlu ve sağlıklı görünüyorlar. Ziyaretçiler açısından da Audubon Hayvanat Bahçesi’nin çok zengin bir deneyim sunduğunu düşünüyorum (-ki bunlara da zaman zaman değineceğim). Yine de gelecek bölümde hayvanat bahçelerinin gerekliliğini sorgulamaya niyetliyim. Hadi hayırlısı.
löker said,
Kasım 7, 2007 @ 14:44
evde meren besleyen bir insan için bir ayu, bir jaguar ne ki diye düşünerek ve keyifle okuduktan sonra yazını aklıma geldi. artvin’de ankara’daki hayvanat bahçesinde yaşayan ve beklenenin üzerinde üreyen ayuların yavruları getirilip “burada da var bunlardan, aralarında anlaşırlar” diye artvin’e salınıyorlarmış.
e tabii a.o.ç. ortamından çıkan ayıcıklar da kasabalara inip çocukların ellerindeki dondurmalara baka baka yalanıyormuş, gidip de avlanacak, balık tutacak falan değiller ya…
hani bizde tasvir ettiğin gibi bir bilinç olmasa bile en azından plan program niye olmuyor diye düşünceye daldım. ama nafile… kafesin kilidi yanlış yerde, onlar bizi kitleyip rahatlarına bakmalılar özünde ama olmadı olamıyor işte…
Düygü said,
Kasım 10, 2007 @ 22:02
Offf off be Lökercim. Çok sevdiğim, gelecek vadeden bir arkadaşım, Başkabakan olursa bana da hayvanat bakanlığını vereceğini söyledi. İnşallah o günleri de göreceğiz.
Oysa ki Ankara Hayvanat Bahçesi’ndeki ayılar Bursa’daki ayı barınağına gönderilebilirdi. Benim bildiğim kadarıyla Bursa’da kurulan ayı barınağı ayı oynatıcılarından kurtarılan ayıların bakıldığı ve olabiliyorsa doğaya geri bırakılmak üzere rehabilit edildiği bir yer. Ama ne gereği var, sal gitsin hayvancıkları Artvin’e tabi.
Anonim said,
Şubat 29, 2008 @ 18:20
çok güzel
Duygu said,
Ocak 13, 2010 @ 20:24
Yaklaşık iki sene sonra gelen yorum:
Böyle de “bir dahaki bölümde onu bunu yazcam” der yazmam. Bu blogda adeta bir temadır bu. Utanıyorum.