Gustav Günlükleri 3. (ve son) Bölüm: Kaz gölü ve sahipsiz bavullar

Evet biliyorum, Gustav Kasırgası geçti gitti, üstelik arkasından bir de Ike Kasırgası geçti. Fakat Gustav’dan kaçış maceramızın son iki gününde çektiğim fotoğraflara bakarken, bunların bir kısmını paylaşmam lazım diye düşündüm (böyle düşünmemde okumam gereken bir sürü makale olması, ama birkaç tanesini okuduktan sonra “aman kısa bir ara vereyim” deyip o kısa arayı elimden geldiğince uzatma isteğim de rol oynamış olabilir, mümkündür).

Gustav’ın New Orleans’a zarar vermeden geçip gitmesinden sonra, South Carolina’dan eve dönüşe geçtik. Dönüş için daha önce tasarladığımız gibi Florida yönüne gitmek yerine Alabama üzerinden gitmeye karar verdik. Zira Florida tarafına bir başka kasırga yaklaşmaktaydı. Alabama’daki küçük bir kasaba olan Scottsboro’da ise, sahipsiz bavullar dükkanı diye bir yer olduğunu öğrenmiştik. İlginç olabilirdi. Internet’ten, Scottsboro’da Kaz Gölü (Goose Pond) adında harika bir kamp yeri olduğunu da görünce artık sorguya suale yer kalmadı. Biz önde (Meren, Amanda ve ben), Tümay arkada (Tümay, Ege, Fahir ve Oktay) (Tümay aralıksız Modern Sabahlar dinledi) sabah erkenden yollara düştük.

Yaklaşık 13 saatte Alabama’ya vardık.
toscottsboro.jpg

İlk iş, sahipsiz bavullar dükkanına gittik, çünkü kapanmasına iki saat vardı. Burası, uçakla seyahat edip bir şekilde bavulları bagaj sisteminde kaybolan, ya da bavulunu unutan, daha sonra bu bavulların peşine düşmeyen insanların eşyalarının satıldığı bir yerdi. Kimi zaman bu bavullarda çok nadir bulunan şeyler olabiliyordu. Öyle ki, mağazada küçük bir müze vardı ve orada sergilenen bu eşyalardan bazıları şöyleydi: Labirent isimli filmde kullanılmış kukla‘nın ta kendisi, eski Mısırlılara ait bir kolye ucu, 1770′lerden kalma bir keman vesaire vesaire… (İnsanlar bu bavulların peşine nasıl düşmemişler anlamıyorum!) En ilginci ise, açılan bir bavuldan canlı bir çıngıraklı yılan çıkmış olması sanırım!
unclaimedbag.jpg

Her neyse, kendimizi (normalden kat kat ucuz olan) kıyafetler reyonuna attık. Herkes (Meren dışında) ağzının tadına göre bir şey buldu. Meren’se Amerikalı erkeklerin zevksizliğine küferedek dışarıda bir sigara yaktı. (Amerikalı gay erkeklerin kaybolan bavullarının peşine mutlaka düşüyor oldukları da aşikardı). Bu arada, kıyafetler arasında dolanırken orjinal fiyatı 2000 dolar olan Dolce and Gabbana bir etek gördük, bir kıyafetin bu kadar pahalı olmasına mı, onu kaybedip bunu umursamayacak kadar zengin insanların olmasına mı şaşırmalı bilemedik. (Bu arada eteği 150 dolara satıyorlardı).

Hava kararmadan kamp yerine gidip çadırlarımızı kurmalıydık. Bu yüzden dükkandan çıkıp bir şeyler atıştırdıktan sonra hemen kamp yerine gittik. Muhteşem bir yerdi! Hayallerimdeki kamp yeriydi…

Çok sivrisinek olmasına rağmen, çadırlarımızın yanındaki piknik masasına oturup biraz sohbet ettik ve yol yorgunluğundan dolayı biraz erkence çadırlarımıza çekilip uyuduk. Ertesi sabah erkenden kalktım, fotoğraf çekmeliydim, buralarda binbir çeşit mahlukat olmalıydı.

Amanda da uyanmış ve iskelede keyif yapmaya koyulmuştu:

Meren çadırda uyku mahmuru etrafa bakınıyordu:

Göldeki bitkiler çok güzeldi:

Kampta uzun süre konaklayan karavan kampçıları için kamp yerinin şöyle güzellikleri vardı:

Dolanırken kurumuş güle benzeyen bir bitki gördüm:

Bitkinin üzerinden uzanan ağı takip edince, şu muhteşem yaratığa rastladım:

Sonra yola çıktık, yakınlarda yine göl kenarında pek tatlı bir kasaba olan Guntersville’de bir kahvaltı yapmaya karar verdik. İlk durakladığımız Percasso’s isimli kafede yiyecek pek bir şey yoktu, ama tezgahtaki adam Gustav’dan kaçmış eve dönüyor olduğumuzu öğrenince, bize brownielerden ikram etti zorla. Ne ince insanlar var! Biraz daha ileride Mama’s isimli bir kahvaltıcı bulduk. Harika kahvaltı ettik ve New Orleans’a kavuşmak için önümüzde uzanan bilmemkaçyüz kilometrelik yola – yol biraz da gözümüzde büyüyerek – düştük.
gunters.jpg

Arabaya binince “it’s a perfect day” dedim… Nefis bir kamp yerinde sabah yağmurun pıt pıt çadırımıza düşüşü ile uyanmış, yağmur geçene kadar bekledikten sonra çadırdan çıkıp göle karşı derin bir nefes çekmiş, yanımdaki güzel insanlara bir bakmış, sonra fotoğraf makinamı alıp o örümceğin fotoğrafını çekmiştim. Kahvaltı ve brownie çok güzeldi. Evet mükemmel bir gündü, ve Gustav günlüklerine bir sayfa olarak eklenmeliydi :)

Uzunca bir son not: Bu arada unutmadan, ABD’de kamp yapmanın Avrupa’ya göre çoook daha ucuz ve rahat olduğunu söylemeliyim. Avrupa’da kişi, araba ve çadır için ayrı ayrı ücret alıyorlar. İki kişi, bir çadır ve bir araba genellikle 20-25 Euro civarı tutuyor (30-35 dolar). Üstelik bizim gittiğimiz hiçbir kamp yerinde Internet yoktu. Eğer kesin planlar yapmadan, spontane yolculuk yapıyorsanız, bir sonra gideceğiniz yerde kamp yeri bulmak, adres yazmak vs için kaldığınız yerde Internet’in olması çok önemli bir ayrıntı haline geliyor. ABD’de ise – lüks olmayan kamp yerleri için konuşuyorum – parsel başına ücret alıyorlar (10-25 dolar arası) ve bir parselde en fazla 6 kişi kalabiliyor (sığdırabildiğiniz kadar çadır kurabilirsiniz). Yani iki kişi bile olsanız Avrupa’dan ucuza geliyor. Ayrıca çoğu kamp yerinde Internet var. İsterseniz çok daha ucuza ulusal parklarda “wild camping” yapabiliyorsunuz. Yani istediğiniz yere yürüyüp, hakikaten vahşi doğanın ortasında bir yerlere çadır kurmaca :)

  • Share/Bookmark

3 Yorum »

  1. Erdem said,

    Eylül 15, 2008 @ 20:10

    Öncelikle geçmiş olsun…Ama kamp yeri süper valla…Oralara gelesim geldi…

  2. Düygü said,

    Eylül 15, 2008 @ 21:55

    Eminim Türkiye’de de göller yöresinde böyle güzel yerler vardır. Tek eksik, buraların ulusal park ya da kamp yeri halinde halkın kullanımına açık olmaması sanırım :(

    Oysa ki pek zengin bir millet de değiliz, kamp yaparak tatil yapmak tam bize göre ama girişimci az :)

  3. Erdem said,

    Eylül 23, 2008 @ 19:09

    Evet benim güzel yurdumda da bol miktarda buna benzer kamp yerleri bulunmakta ama ne yazık ki bizim halkıızın içine giren herşeyi yok etme ve pisletme anlayışı gerçekten çok kötü bir görüntü olmasına sebep veriyor.Hele bunu yapan insanlar arasında doğayı sevdiğini doğayla bir bütün olmayı hayal eden kültür seviyesi yüksek insanlarında olması gerçekten çok iç acıtıcı…

    Ben bu konuda size katılmıyorum biz gerçekten çok zengin bir milletiz öyle olmasak rusların bedavaya geldiği otellere onların neredeyse beş misli fiyata kaldığımıza göre gerçeketn zenginiz demektir…

    Son olarak bizde girişimci haricinde herşey var :)))

RSS feed for comments on this post · TrackBack URI

Yorum yapın