Hobilerin insanıyım (ve ayrıca öörtmenim canım benim)
İlkokuldayken barbi bebeğime elbise diktiğim bir esnada sarfetmiş olduğum “Annneeee, ben bilim kadınının yanında birazcık da terzi olabilir miyim?” lafını annem herkeslere anlatmayı pek sever. Geniş spektrumlu bir sanat insanı olduğundan dolayı, küçüklüğümden beri beni sürekli sanata ve el işi hobilere maruz bırakmış bir “dandoldenyus”tur bu afacan kadın. Bugün ben, sabah kalktığında takacağı takıya önce karar verip ona göre giyecek uyduran bir “kolyesiz küpesiz evden çıkmam ağğbi” insanı isem, o da bu hatun kişi ve Olgunlaşma Enstitüsü’ndeki çetesi yüzündendir (ki o çeteye küçük halam Niyalala’nın da dahil olduğunu söylemeden geçmek istemem).
Buradan hepsinin örtmenler gününü de kutlarım ayrıca :)
(yukarıdaki resimde Ankara Olgunlaşma Enstitüsü’nün Taş Bebek Atölyesi’nde yapılan bebekleri görüyorsunuz. Ben küçükken pek popülerdi bunlar, çeşit çeşit. Hala da yapıyorlar sanırım. Sıhhiye’deki bu okula gidip taş bebeklerden satın alabilirsiniz).
Çeşit çeşit takılar takan, o takıları çoğunlukla kendisi yapan, aynı zamanda seramikten taş bebeğe, desen çizmekten suluboya resime, nakıştan oyaya akla gelebilecek her türlü el işi, sanat dalı vesaire becerisi ile donanmış bu kadınlara (Olgunlaşma Enstitüsü’ndeki örtmen teyzelerime), açtıkları kermeslere filan maruz kaldım çocukluğum boyunca. Annem her fırsatta, her yaz tatilinde, boş vakitte ortamı hobi atölyesine çevirip yok hamurdan bebekler, iğnelikler yapmalar, yok etamin tutacak işlemeler derken -en azından beni- sürekli oyalardı. (Daha doğrusu benim kendi kendimi oyalamam için altyapı oluştururdu. Fatih’in kendini nara atmaya verişi belki de bu yüzdendir, sıkılmış çocukcaaz).
Bir de ben kendimi bildim bileli annem eve ek gelir getirebilmek amacıyla, özellikle de tek öğretmen maaşının bize yetemediği ekonomik açıdan çok zorlandığımız dönemlerde sürekli “günün alıcısına” hitap eden cin fikirlerle ortaya çıkmıştır: İlkokul dönemlerime ipek boyayarak başörtüsü/fular yaparken kullandığı iğneli kasnakları, guttayla kontür yapmaları, boyanın kumaşta rahat yayılması için kullanılan alkolün kokusu damgasını vururken (ki ileriki yıllarda ipek boyamaya devam edecek ve işi daha sanatsal hale getirip ipek boyama resimlerinden bir sergi bile açacaktı), orta okul yıllarımı keçeden diktiği yelekleri özenle boyayışı, yeleklerin üzerini işlemek için kullandığı renkli boncuklar ve pullar damgalamıştı. Bu keçelerin artanları -keçe yeleklere olan ilgi azalınca- odamdaki divanın altında saklandıkları yerde yüzlerce güveye yemek ve yatak olacak, ben ise bu güvelerden bir kısmını, annem divanın gözünü hunharca ilaçlamadan önce kurtaracak, bir kavanozda bir parça keçe ile besleyip larvalarını akıl defterime resmedecektim.
Lise yıllarım annemin daha kısa periyodlarda çok çeşitli fikirleri uygulamaya geçirdiği daha çılgın bir dönem oldu diyebiliriz. Kamile Çömlekçioğlu Ortaokulu’nda kendisini resim derslerinin yanı sıra, iş teknik dersine de öğretmen yaptıklarında, annem beni okulda göstereceği işleri ve teknikleri önce üzerimde test etmek için laboratuvar faresi olarak kullanmaya başladı. Kendimi kıl testere ile tahta oyarak ya da kartondan resim çerçevesi yaparak Şeker Kız Candy izlemeye böyle alıştırdım ben.
Bir dönem annemle alışverişe çıktığımızda, her şeyi kendimiz yapabileceğimiz sanrısına kapıldığımızdan, hiçbir şey satın alamadan eve döndüğümüz oluyordu. “Amaaan ben bunu yaparım, bunu dikerim, bunu örerim…” Bir aşamada annem “ben bu kumaşı dokurum, bu gümüşü madeninden çıkarırım, şu demiri simya ile altına çeviririm” demeye başlayınca “anne babaya el kalkmaz” demedim, bi tokat akşettim kendine gelsin diye. Fekat problem şuydu ki, her şeyi kendimiz yapmaya becerimiz olsa da vakit olmuyordu. Yine bu travma yüzünden ben takı takmayı çok seven bir insan olduğum halde senelerce hiç takı satın alamadım. (Belki bunda kıt gelirli memur çocuu olmanın da etkisi büyüktü).
Neticede elişi hobilerin hayatın vazgeçilmez bir parçası olduğu, boş ya da televizyon karşısında geçen vakitlerin mutlaka elde bir iş ile değerlendirilmesi, mümkünse bu hobi ürünlerinin satılmak sureti ile eve ek gelir elde edilmesi ve kendi ayakları üzerinde durulması gerektiği felsefesinin damarlarımızda alyuvar olup dolaştığı kişiler olduk. Hatta bizi bir psikoloğa gösterseniz üzerimize “ileri derecede takıntılı” etiketini koyup doğruca eczaneye Zanax almaya yollayabilir(di). Zira ben bankada sıra beklerken filan “bu arada bi atkı örmüştüm, 3 sunta oymuştum, 5 resim çerçevesi yapmıştım” diye düşünür olmuştum bi ara.
Şimdi doktora öğrencisi olup kopan kolları filan uzatmaya çalışan bendenizin bu işlerden vazgeçmiş olacağını düşünebilirsiniz. Ama nıhahahaahaha! Hayır… İnternet’e dükkan bile açtım, fakat ilgilenemiyorum, işler kesat. Gelecek hafta N’orlins’ta bir sanat/zanaat festivalinde bir süredir satamadığım, öyle bir kutuda hüzünle bekleyen kolyeleri satmayı deneyeceğim. Ve bu arada sizinle son yıllarda saplantım olan bir websitesini (daha önce bahsetmiştim sanırım) paylaşmak istiyorum:
Bu Etsy denilen site, her hobicinin, el işi ve hatta sanatseverin rüyası… Dünyanın herbiryerindeki hobici, elişçi, sanatçı insanların kendilerine dükkan açabildikleri bir yer.
Bundan sonra arada sırada Etsy’den seçtiklerim köşesi yapmak istiyorum (ama blogu Nurseli İdiz ve hobici teyzeler basar mı, ortamda “kadın günü” havası eser mi diye korkuyorum. Öyle bir hava olursa, senin görevin beni uyarmak olsun sayın okuyucu).
İşte bu yazının favorileri: (resimlerin üstlerinde tıklayarak satıldıkları tükkana ulaşabilirsiniz. Bazıları abarık pahalı. Pahalı olanları görünce ne diyoruz? “Meh! Ben bunu yaparım!” diyoruz, yapmasak daaaaaa, beceremesek deeee, o köy bizim köyümüzdür :)
duygunun annesi said,
Kasım 27, 2008 @ 00:00
canım yavrum sen bu sıkıntılı günümde beni güldürdün allah da seni güldürsün e mi?saol annecim,beni ne kadar mutlu ettin bilemezsin..şimdi de ahşap boyama-kurdela nakışı üstadı oldum sanırım…gelince sana da öğretcem,yeni hobilerin olucak nıhahahaaaa….
Düygü said,
Kasım 27, 2008 @ 00:08
Senin yaptığın ipek boyama tabloların resimlerinden yok elimde, olsaydı keşke onlardan da koysaydım buraya istedim :)
Teyzemlerde bi tane vardı, onun güzel bir fotoğrafını çekip göndersen de koysam yazıya ;)
Alper said,
Kasım 27, 2008 @ 11:45
Duygucuuummm, seni nası tebrik edeyim bilemedim walla, daha iyi anlatılamazdı “Yingem”in bu halleri :)) evi atölyeye çevirme işinin baya bi kısmına şahit olarak “haaah walla ööleydi” diye gülmekten kendimi alamadım .. ayrıca “Geniş Spekrumlu Sanatçı” tanımıyla (ki cuk oturuyo) başka söze gerek kalmıyor.
Duygucum, başarılar diliyorum. Bakarsın bi Mardi-Grass da görüşürüz :)
Düygü said,
Kasım 27, 2008 @ 18:10
Alper Abicim, hoşgeldin. Valla ne güzel olur Mardi Gras’da görüşmek :) New Orleans’ımıza bekleriz, çok seviniriz.
sıdıka said,
Kasım 28, 2008 @ 14:08
duygucummm uzun zamandır bakamamıştım bloguna ne çok şey kaçırmışım ama sağolsun nurselcim maillemiş de uykumdan uyanıvermişim ( :
çoook şanslısın böyle bir annen olduğu için ama sen de bu anneyi çoook hak eden müthiş çocuksun…
yolun hep açık olsun heryerler tehn olsun (bunu bizim büyüklerden biri söylemiş tam olarak anlamını bilmiyorum ama iyi anlamı olmalı dimi nurselcim sen bilirsin belki) ( ;
burada akademik bir deyim var doktora yapanlara söylenir, belki de biliyorsundur, derler ki: doktora ver kurtul…keşke sadece o olsa ardından doçente ve profesöre de vermek gerekiyormuş benim gücüm sadece doktora yetti gerisi yalan oldu ( :
seni bilim kadını olarak görmekten çok mutluyum canım benim umarım yolun hep aydınlık yaşamın hep sevdiklerin ve istediklerinle dopdolu olsun…
çooookk öptümm
Reyhan Doğan said,
Aralık 3, 2008 @ 00:31
Merhaba Duygucum.
”………Olgunlaşma Enstitüsü’ndeki çetesi yüzündendir (ki o çeteye küçük halam Niyalala’nın da dahil olduğunu söylemeden geçmek istemem).
Buradan hepsinin örtmenler gününü de kutlarım ayrıca :)……” diye yazmışsın. 21 yıllık bir Ankara Olgunlaşmalı olarak bizleri de hatırlayıp Örtmenler Günümüzü kutladığın için teşekkür ediyorum.Beni hatırlamıyabilirsin, o zamanlar folklorik bebek atölyesinde çalışıyordum. 13 yıldır takı tasarımı atölyesinde çalışıyorum.
İyi ki annen bana bu adresi vermiş de, çocukluğunu bildiğim bir minik kızın nasıl da güzel, başarılı bir insan olduğunu görme şansını yakaladım. Bu ne güzel üslup, eee öyle anneye de böyle evlat yakışır. Ne şanslısınız ikiniz de, Annenin bende yeri sevgisi farklıdır, sevgimin yanına şimdi bir de gıpta ve de kıskançlık eklendi.
Seyahati , yeni yerler keşfetmeyiçok severim. Sen de öyle güzel yazmışsın ki, sanki ben de yaşadım.
Bu güzel paylaşımlarından dolayı seni kutluyor ve öpüyorum.
Düygü said,
Aralık 3, 2008 @ 18:07
Sıdıka ve Reyahn Teyze’lerim, güzel sözlerinize çok teşekkür ederim. :)
elif said,
Aralık 13, 2008 @ 00:48
irregular expressions is a genius!
cansu said,
Mayıs 1, 2009 @ 11:13
nette zıplaya hoplaya buraya yolum düştü, pek de eğlendim okurken ellerinize sağlık.
maruzatım kesat dükkanınızın adresiyle ilgili- merak.
Düygü said,
Mayıs 1, 2009 @ 11:58
:) teşekkür ederim. tükkanı kapadım sayılır, uzun zamandır güncellemiyorum. Ama bakmak isterseniz adresi: http://www.bonjukebox.etsy.com
Ani said,
Eylül 12, 2009 @ 00:53
Duygu Hanim, cok guzel bir yazi olmus, gulmekten yerlere yattim, yazma tarziniz cok guzel, cok ferah, cok severek okuyorum. Sevgiler!
Düygü said,
Eylül 12, 2009 @ 10:45
Ani, çok teşekkür ederim! :)
Nesobaby said,
Aralık 25, 2009 @ 09:47
Ben bunlardan yaparım heheh :D benim baba tarafım da aşırı yeteneklidir. Babamın kütük ev bilem yapmışlığı vardır ki bunun yanında zihni sinir projeleri gibi eksikolan her parçaya alternatif bir parça icat edip bozulmuş eşya ve elektrikli alet edevatları tamir ettiğini bilirim. Babamın ağzına işlemiştir bu laf, birşeye çok para verirsek ” ben bundan yapardım neden bu kadar para verdiniz ki? ” der :) hatta biz dalga geçeriz (mesela araba almışız) “baba sen aslında bunu da yapardın ama sana zahmet olmasın dedik satın aldık :)) kihkihkih
Ebeveynlerin yetenekleri çocuklara da geçiyor ve gerçekten el emeği çok kıymetli birşey bazen ne kadar bu kadar pahalı diyoruz ama kendimiz yapmaya çalışsak anlarız sanırım. Yeteneği küstürmemek ve yeni nesillere taşımak gerek
Sevgiler!
Duygu said,
Aralık 25, 2009 @ 12:46
Nesobaby, evet insan bir kere kendisi el işi bir şeyler yapmanın tadına varınca bu sendroma kapılıyor. Ama dengeyi tutturmak lazım. Benim üniversitede de arkadaşlarım her giydiğim yeleği hırkayı “ben ördüm/annem ördü” dediğimden “ipini de mi sen dokudun? pamuğunu da mı sen ektin?” diye takılırlardı :)))
Yine bir konuda daha çok haklısın ki, el işi bir şeyi insan kendi yapmaya çalışınca (ve kimi zaman beceremeyince) kıymetini daha çok anlıyor ve zanaatçının sanatçının ürettiğine daha çok kıymet veriyor.
Meryem said,
Mart 11, 2010 @ 12:20
ay siz ne alem ne tatlı insanlarsınız yaa: )) birgün önce merenin bisiklet işkencesini okurken kikir kikir güldüm, bugün senin yazıların gülmekten öldürdü beni:) valla süpersiniz,evi pislik götürüyor ben kalkıp bir süpürge çalıştıracağıma burda yazıdan yazıya geçiyorum:) tam sizin dedenin ninesine mektup yazma modundayım:)
ben de hobi manyağı bi insan oldum,gitgide büyüyor bu manyaklık,ve sanırım benimkisi de annedn geliyor:) yani kendimden çok şey buldum bu yazıda,öldürdün beni düygü sen çok yaşa e mi:) bir de başıma kil sardıracaksın şimdi, onu hiç düşünmemişim:))))
Duygu said,
Mart 11, 2010 @ 12:29
Aman efenim teşekkür ederiz. Utandırıyorsunuz :)
Biz evde hiç temizlik yapmıyoruz, zamanla oluşan “Teksas çalıları evimizde yuvarlanırken onlardan nasıl kaçılır, Teksas çalısı nasıl sektirilir, bir top olarak Teksas çalısı” filan gibi yeni hobiler geliştirdik.
ringsidenews.com said,
Ekim 8, 2014 @ 04:54
ringsidenews.com…
Wherever you go, there you are. » Hobilerin insanıyım (ve ayrıca öörtmenim canım benim)…