Yazı yazmıyorken ne yapıyordum?

Offff! Çok yoğunum. Bu da bir çeşit günah çıkarma yazısı. Öncelikle hemen söyleyeyim: Haught’un konuşmasının ikinci bölümünü yazmaktan vazgeçtim. Geçmişte birkaç bölümlük yazı yazmayı planlıyorsam önce bölümlerin hepsini yazıp sonra teker teker yayınlıyordum. Bir süredir ben de çok bölümlü planlanan yazıların sadece tek bölümünü yazma hastalığına tutuldum.

Huyum kurusun (evet lütfen hemen kurusun!). “Writer’s block” yaşamama (yani ilham perilerimin kaçmasına) sebep olan bu bilim ve din konusuna şimdilik ara veriyoruz.

Aslında bu konuya ara vermeye karar vermemin en büyük sebeplerinden biri de, geçenlerde bizim okula gelen Francis Collins‘in konuşmasının yarısında “ne diyon argadaşım, saçmaladın, koskoca bilim insanı olmuşun, çelişkiler içindesin” diyerek çıkmam oldu. Francis Collins, İnsan Genomu Projesi’nin yürütücüsü olan bir nevi bilim selebritisi. Aynı zamanda önceden ateist olan fakat hastanede doktorken hastalarından etkilenip imana gelmiş bir insanımız. Konuşmasının ismi de “The Language of God” (yani Tanrı’nın Dili) idi. Bu defa, Haught’un konuştuğu mekanın aksine (okuldaki mini mini bir şapel), Tulane’in en büyük salonu kendisine tahsis edilmiş olan Collins’i dinlemek için gelenlerle bu salon tıklım tıklım dolmuştu. Konuşmanın ilk on dakikasında Collins’in, bu konuda konuşmasının yasaklanmasını gerektirecek kadar çelişkili ve sığ bir adam olduğunu farkettim. Yazdığı o kitabı da kafasında parçalayasım geldi. Onun yerine gidip bir fotoğrafını çektim (fotoğrafın net olmadığını farkettim ama umrumda bile olmadı) ve konuşmadan çıktım. Ayrıntıya girmeyeceğim sevgili okuyucu, ne olur ısrar etme.

Yazı yazmıyorken başka neler yaptım canım okur? Bu sene moleküler biyoloji laboratuvarı dersinin asistanıyım, yani sonunda ben de öğretmenlik yapmaya başladım. Benim vakıf olduğum üç gıdım bilgiye vakıf olmadığından dolayı mel mel suratıma bakan lisans öğrencilerine ders anlatıp deney yaptırıyorum ve bu işten beni şaşırtan bir keyif alıyorum. Üstelik bir de kendi labımızda bana işlerimde yardımcı olması için pek akıllı ve çalışkan bir öğrenciyi yanıma verdiler. (Gerçi başlarda “her şeyi bildiğini” sanıyordu, ama iki üç kere ağzının payını verince efendi olmayı öğrendi). Ona da bildiğim her şeyi öğretiyorum, sonunda bir çekirgem (Chris) de var! Bunlar şimdilik çok vakit alıyor, ama Chris teknikleri kendi başına yapabilmeye başladığında harika olacak gibi. Bu arada Chris Japon mangaları okuyor manyaklar gibi, öyle ki, sırf mangaların İngilizce çevirilerini beklemeye sabrı olmadığından Japonca öğrenmeye başlamış bir insan. Böyleleri de var bu dünyada, ne güzel.

Bunun dışında tabi ki Evrim Çalışkanlığı işi baki. Yeni bölümler geliyor pek yakında, gerçekten çok güzel yazılar. Takip ediniz.

Geçenlerde buraya bir saat uzaklıktaki Baton Rouge’da bir fotoğraf paneli vardı, Meren’le ona gittik. Tartışma oldukça vasattı ama panelin yapıldığı yer olan Louisiana Art and Science Museum’u gezdik. Hediyelik eşya dükkanında çeşitli mineral ve taşları satıyorlardı, dayanamadım aldım (bir ara fotoğraflarını çekip açıklamalarıyla buraya koymak istiyorum dersem sen de bana “yalanlarından bıktık artık” dersen sana hiç kızmam ey gözünü sevdiğim okuyucu). Oradan çıktıktan sonra da günün anlam ve önemine yakışan güzel bir fotoğraf çektim:

Dün de havanın nefis olması sebebiyle Meren’le çıkıp New Orleans’ın en güzel caddelerinden biri olan Magazine Street’e gittik. Bir başından yürümeye başlayıp fotoğraf çekmeyi amaçlıyorduk. Ben her zamanki gibi duvarlara, graffitilere, dükkan levhalarına kapıldım. (“Oralarda sürteceğine niye yazı yazmadın” diye bana hesap sormak isteyen okuyucuya, cuma günü labdan gece 12 gibi döndüğümü -nevettt, çalışıyordumm-, cumartesi bu gezintiden sonra da laba gittiğimi ve geceyarısını geçmişken döndüğümü söylemek isterim. Benim de eğlenmeye ihtiyacım var ühühühüh) (ağlamıyorum, gözüme bşi kaçtı).

Şu çikolatacıyı çok merak ediyorum ama bana hep çok pahalı gibi göründüğünden içeri girmeye bir türlü cesaret edemiyorum:

Meren açısından istediği kadar verimli geçmedi sanırım (güncelleme: efendim meğer baya da verimli geçmiş, üzerine destan bile yazmış leziz bakınız burada: Wabi Sabi ve Fotoğraf Üzerine). Magazine üzerinde fotoğraflarını satışa çıkardığı bir dükkanının sahibi olan George Long isimli fotoğrafçıyla tanışıp biraz sohbet ettik. Sonra biraz daha yürüyüp Bulldog isimli, bahçesi olan bir barda bira içtik. Bahçedeki havuzu hep çok sevmişimdir, ilk defa gündüz vakti ve yanımda fotoğraf makinam vardı. Sonunda fotoğrafını çekebildim:

Başlamışken, bunlar da geçenlerde Fransız Mahallesi’nde gezinirken çektiğim bir iki kare:

İki elim kanda dahi olsa, 12 Şubat Çarşamba günü Darwin’in doğumunun 200. yıldönümü, evrim kuramının ise 150. yıldönümü olması dolayısıyla bir yazı daha yayınlayacağım. (Ya ben niye böyle sözler veriyorum bilmem ki). Ama yapmak zorundayım, zira bir daha kutlanabilecek kadar yuvarlanmış bir sayıya ulaşmamız 250. yıldönümü demek, o zaman ben sağ olur muyum, bir dağ köyüne kaçmış inek mi sağıyor olurum bilinmez.

O yüzden….

Çarşambaya görüşürüz! (Bak hala büyük konuşuyo ya!)

  • Share/Bookmark

6 Yorum »

  1. Atilla Aktuna said,

    Şubat 9, 2009 @ 07:40

    * Francis Collins uzaktan Bill Gates’e benzemiyor mu?

    * “Somewhere in the city, this blood is real?”

    Buna bayıldım, bir an bunun bir “street art” (sokak sanatı deyince daha az havalı oluyor ;P) olabileceğini düşündüm. Sonra da “Ey sokaktaki fani Amerikalı, dikkat et, seni çızabilirler” anlamına geldiği konusunda kendi kendimi ikna ettim. Belki de yanılıyorumdur! (Hmm, kendimi öyle pek de ikna edememişim!)

    * Çekirge Chris, sen 3 defa ağzının payını verdikten sonra, “amma da ters hatun haa, ben artık ağzımı açmayayım” demiş olabilir. Bu bilimsel gelişime ne kadar uygundur? Merak ettim…

    * Şapel’i seçen Haught muydu? İnançlı Collins’i bilinçli olarak mı şapel dışında bir yerde konuşturdular? (Elbette Collins’i izlemeye daha fazla insan geleceğini anladım, anlayışım bir hayli yerinde)

    * Benjamin Button’u izlediniz mi? Bence izleyin, süper film olmuş. Senin, “evrim çalışkanı” kimliğin altında bu filmle ilgili yorumlarını merak ederim…

    * Meren’e de lütfen ilet, bana verdiği sözü yerine getirsin artık ;))))))

    Selamlar,

  2. Bilgesu Güngör said,

    Şubat 9, 2009 @ 09:05

    Merhaba,

    İstanbul Üniversitesi Biyoloji Bölümü’ nde birinci sınıf öğrencisiyim.

    Biyolojiyi öğrenebilmem için önce evrimi anlayabilmem gerektiğini fark ettim. (Önceden de öğrenmek istemiştim ama başka yazarlardan (!) okuduğum için biraz uzak durmuştum.) Küçük araştırmalar yaparken de 1-2 ay önce sizin blogunuzla ve dolayısıyla “Evrimi Anlamak” ile karşılaştım. Artık evrimi tam anlamıyla öğrenmek isteyen birisi olarak başlangıç için çoğu sorularımın cevabını buldum. Bu yüzden size ve evrim çalışkanlarına teşekkür ederim :)

    Söz verdiğiniz yazıyı da bende bir evrim meraklısı olarak dört gözle bekliyorum.

    Sevgiler

  3. Deniz Ural said,

    Şubat 9, 2009 @ 09:25

    * “Yalanlarından bıktık artık!” (ehe)

    * Fransız Mahallesi’ndeki bir vitrin fotoğrafında puro içen oyuncak bebek mi görüyorum ne?

    * Saygı ve empati çerçevesinde şaşırıyorum: Bir bilim adamı sonradan nasıl oluyor da “imana gelebiliyor”? O hastaları merak ettim.

    * Atilla Aktuna’nın tarzını taklit etmekten hiç çekinmedim, affetsin artık ben terbiyesizi.

    Sevgiler

  4. meren said,

    Şubat 9, 2009 @ 09:51

    * “Yalanlarından bıktık artık”. Haha.

    * Benim için o Cumartesi pek verimsiz geçmedi, sırf biraz içime kapanık olduğumdan belli etmedim. Aslan gibi yazısını da yazdım ayrıca, reklamımı da yaparım: http://www.meren.org/blog/2009/02/wabi-sabi-ve-fotograf-uzerine/

    * O gün nasıl oldu da “yanılıyor olabileceğini düşün!” yazılı tabelalardan en az bir tane çekmedin, bilemiyorum.

    * Lütfen Atilla’ya ilet Babil Kitaplığı hala favorilerimde duruyor, biliyorum, yalanlarımdan bıktı artık, ama vallahi orada, vallahi okuyacağım (büyük konuşmak aile şeysi gaalba).

  5. B. Duygu Ozpolat said,

    Şubat 9, 2009 @ 11:43

    Cevaplar:

    Atilla:
    * Yok yok, çekirgen Chris’e kötü davranmıyorum öyle. Kendim daha önceki labda maruz kaldığım korkunçlukları yapmıyorum. Ama o korkunçlukar beni gereğinden fazla duygusal davranmaya itmesin diye de çaba harcıyorum, zira insana her zaman “aslında her şeyi bilmediğini” birilerinin hatırlatması lazım, kişisel gelişebilmek için. (İnsan her yaşta kapılabilir bu sanrıya, Chris’te biraz fazla var bu).

    * Konuşmacıların salon seçimi yapabildiklerini sanmıyorum. Her ikisini getiren organizasyonlar farklıydı. Ama tabi dediğim gibi Collins bir çeşit magazin ünlüsü.

    * Benjamin Button’u izlemeyi istiyorum. İzleyince unutmazsam sana haber ederim :)

    Bilgesu:
    * :) Ben teşekkür ederim

    Deniz:
    * Evet puro içiyor, süper bir dükkan orası.

    * Collins’in imana gelişi tamamen boş bir adam olmasına dayanıyor (imanlı insanlar boştur demiyorum kesinlikle!). Benim kendisinin sözlerinden anladığım kadarıyla, önce gençlik, yeni yetme üniversitelilik diye ateist olmuş. İnsan özentilikten ateist olursa, sonra ölen hastasının “imana gel” çağrılarına kapılıp Katolik de olur, Adnan Böcü’ye mürit de olur. (Diskıleymır: Adnan Böcü, hayali bir kahramandır). Benim anlamadığım, adamın nasıl imana geldiği değil, bu kadar sığ felsefe ile nasıl böyle büyük projelerin başına geçtiği. Ama onu da Amerikalı olmasına veriyorum (ne de olsa böyle büyük bi projenin başına bir yabancıyı geçirmek akıl karı olmamış olsa gerek. Ama bu söylediklerim tamamen spekülasyon). Nolur ısrar etme okur, daha kötü şeyler söylemek istemiyorum :))

    Meren:
    * O tabelalardan sadece bir tane gördüm, onda da ışığın yönü ve arkaplan hoşuma gitmedi şekerim, ah ah ah…

    *

  6. Johnetta said,

    Kasım 10, 2014 @ 15:39

    Normally I’m against killing but this article slrethguaed my ignorance.

RSS feed for comments on this post · TrackBack URI

Yorum yapın