Şikayet eden bir insanım
Hemen konuya giriyorum:
Bizim okulda (LSU Health Science Center – luiziyana eyalet yuniversitası sağlık bilimleri merkezi) aslında genellikle tıp ve hemşirelik öğrencileri var. Temel bilimler, mühendislik fakültesi vs gibi bölümlerin lisans öğrencileri Baton Rouge’daki LSU kampüsünde, yani başka bir şehirde. Biz bir avuç lisansüstü “cool” insanlar olarak kendi halimizde takılıyoruz. Fakat bazen tıp fakültesinden de ders alıyoruz, kocaman amfilerde bir sürü tıp öğrencisi ile. Ben de bu dönem o derslerden biri olan “Histoloji”yi alıyor olduğum içindir ki bu tıp öğrencisi denen organizmayı yaşam alanında inceleme fırsatını elde ettim.
Şimdi esasen Amerikan gençliğinden niye hazzetmediğimi ne kadar yazsam azdır. Hala alışamadım bu insanlara, ve Meren yanımda olmasa kafayı sıyırıp ilk fırsatta bir Avrupa ülkesine doktora için transfer olma çalışmalarını başlatır, ya da kendimi yollara vurur seyyah olur, “jangıl”larda kelebek avlardım. (Bazen yine de yapmak istediğim şeyin bu olduğunu düşünmüyor değilim. Ama o da başka bir hikaye.)
Mesela Amerika’da uzun saçlı erkek kişiler “serseri” olarak nitelendiriliyorlar genellikle ve uzun saç kesinlikle bir entellektüel insan olma durumunun simgesi değil. Evet uzun saçlı rocker insanlara rastlıyoruz zaman zaman, fakat bunlar gerçekten kendini sokağa vurmuş, kafası binbir kimyasal ile 18. boyuta geçmiş, yüzlerce dövmeli ve binlerce piercingli insanlar oluyorlar misal. Ya da Harley Davidson’lı motorsiklet çetesi insanları. Ah bir de Southpark’ta kendileriyle dalga geçilen “Gotik” abla ve abiler var. Bunlardan birisi olmak isterseniz, bir mağazaya gidip kendinize gerekli kıyafet ve aksesuarı alarak şekilli insan olabilirsiniz.
Burada o ya da bu şekilde bir “kategorinin” insanısınız. Sınırlar çok keskin. “Geçiş formları” yok.
Benim okulda genel olarak gözlemlediğim ve çoğunluğu oluşturduğunu farkettiğim Amerikalı genç insan tipi, sürekli bir “partying” modunda, akşamları ne kadar çok dışarı çıkıp dans edip eğlenirse o kadar “cool” olan, bu akşam gezmelerine pür makyaj, süper kıyafetlerle filan gidip, gündüzleri okula spor ayakkabı, spor bir şort ve LSU tişörtü ile gelen insanlar. Eğer ayağında spor ayakkabı yoksa kesin parmak arası terlik vardır (flip flop). -Bu terlik spor ayakkabı durumu hem erkekler hem kızlar için geçerli-. Mesela “normal” Amerikan gençliği Converse tipi ayakkabı giymiyor. O dövmeli, serseri arkadaşlar giyiyor onlardan.
Neyse, bir şekilde, ODTÜ işletme hatunlarındaki ciksliğin geceleri hortladığı, gündüzleri de özü ciks, dışı “az önce ayrobikten geldim” olan ablalar ile, bakımlı, kısa saçlı, cilalı tıraşlı erkekler. Bir nevi Ceza’nın şaşkın oğlanları.
Şimdi bu ahval ve şerait içinde, Histoloji dersinin Internet bağlantılı, dev ekranlı amfisine geri dönüyoruz. En ön sıraya oturuyoruz, izole bir insanız çünkü, ayrıca önyargılıyız, ve bir türlü bu gençliğe ısınamadık, elimizde değil, uzak olmak istiyoruz. Bu bakımdan işimize bakıyoruz, en önden hocamızın anlattıklarını dikkatle (hadi ordan, uyumamak için savaş vererek – bu da ayrı bir hikaye) dinliyoruz, yazıyoruz. Bir ara amfinin öteki ucunda yine önlerde yalnız başına oturan dümdüz, upuzun ve simsiyah saçlı bir gence gözümüz takılıyor. Neji’ye benziyor biraz. Neji’yi bilenler ne kadar karizmatik bir ninja arkadaşımız olduğunu da bilirler :)
Ertesi gün kendisini kantinde gördüm. Yalnız takılıyordu. (Amerikan gençliği yalnız takılmaz, yalnız insan “looser” insandır.) Bir yandan sandövişini tırmıklıyor, bir yandan hipnozsal bir halde laptopunun ekranına bakıyordu. Beni de şeytan dürttü, “bu çocuk şimdi o gerzek Amerikan gençliğinin karşısına, uzun saçları ile dikilmiş bir tıp öğrencisi, çeşitliliğin bir neferi. Yürüsün!” hisleri içindeyim. Ben bunları düşünürken o bir ısırık daha alıyor, gözlerini kısıyor biraz daha ekrana bakarken. Meraklandım iyice, böyle karizmatik bir insan, buralarda görmeye alışık olmadığımız cinsten bir şahsiyet, neye bakıyor olabilir? Ne bileyim makale mi okuyor, haberleri mi okuyor? Belki sanatsal bişeyler olabilir. Youtube’den bir şey izliyor olabilir. Merakıma yenildim sonunda, arkasından doğru geçerken ekranına bir göz attım çaktırmadan, neye bu kadar ilgi ile baktığını anlamam için çok yakında olmama gerek yokmuş meğer. İşte şunu gördüm.
Saygılar bizden.
Anonymous said,
Ekim 1, 2006 @ 17:10
aşkolsun Duygucum..Adam sıkılmış solitaire oynuyo,oynasıın..ben de oynuyorum sıkıldıkça..çok küssel bi strateji oyunu..çok da seviyorum üstelik..yapma,o kadar da önyargılı olma…
Düygü said,
Ekim 1, 2006 @ 17:20
Sen emekli, vakiti bol bir insansın. Stratejik bir şekilde sizi çimdirip kendinize getirme hisleri uyandırmayınız bende sayın anonim postuna bürünmüş anne kişi.
:)
dneiz said,
Ekim 2, 2006 @ 12:46
:))..yorucu bir günün ardından beni güldürdünüz.kendi halimde yaşamayı tercih ettiğim için sizi anlıyorum..
Anonymous said,
Ekim 2, 2006 @ 15:49
ha ha haaa…ananene kalsa beş vakit namaz kılmalıyım ama ben yapamıyorum maalesef..oyun oynamak daha tatlı…şeytan icadı işte…
pinguar said,
Ekim 3, 2006 @ 16:05
Ahah, öyle bir anlatmışsın ki adamı, direkt önündeki siyah konsol ekranından Aids’e çare olacak bir formül kodluyor falan diye hayal etmiştim. :)
(bkz: hayal gücü)
(bkz: dumur olmak)
Düygü said,
Ekim 4, 2006 @ 00:10
Dneiz, benimkisi biraz tercihten çok zorunluluk olmaya başladı sanırım. Bu cümlenin üzerine buraya hem :( hem :)
Pınguar’cığım o günler çok uzak buralarda. Yine de tabi belki çocuk kafasını dağıtıyordu öğle arasında, kemik ismi, hücre çeşidi ezberlemeye çalışmaktan beyni zonklamıştır belki.
Ama “solitaire” yaaa :(((
Bi de benim lafım -en azından bu yazı dahilinde- Amerikalılara, annecim, senin de üstüne alınacağın varmış, belli ki için için suçluluk duyuyorsun “solitaire”e “aç evladım bi fal daha” derken :) eki eki.
Mert Ulas said,
Ekim 4, 2006 @ 02:50
Ah amerikan gencligini cok guzel tasvir etmisin, ben bir California’da boyle zannediyordum… Berkeley’e yerlestim belki burada daha acik dusuncelidir insanlar diye ama ayni seyler her yerde… Cok sikildim buradan, genel izolasyon bende de var neyazik ki :(
Düygü said,
Ekim 4, 2006 @ 07:58
:) Yalnız değilim hakikaten desene :(
Baris said,
Ekim 12, 2006 @ 17:20
Duygu, naaaptin sen, niycun aldin histology????
Seneye bir de TA olunca gordukleri herseyi “Bu ne, sinavda sorarlar mi?” diye baslasinlar, o zaman daha da bir seveceksin (!) tip ogrencisi organizmalarini…
PS: O parmak arasi terliklere de “thong” dendigini ogrendim yakin zamanda :P
Düygü said,
Ekim 12, 2006 @ 19:11
Ayol:
1) Histoloji almayacaktık da Medical Neuroscience mı alacaktık?
2) Seviyorum ben Histoloji’yi :) Hem de çok işime yarıyor labda.
3) TA’lik de yapmak istiyordum zaten :) Arada gözlem olanağı sağladı, Amerikan gençliğine daha bi kıl olduk o da ayrı :P
Anonymous said,
Ekim 28, 2006 @ 05:00
insan işte…
zaten oynamayıp ta ne yapacaktı ki?
kafayı yeme noktasına geliyor insan büyüdükçe.hele de tıp okuyunca varoluş kaygları pik atıyor,yakın zamanda yakın birini de kaybedince-terk-i dünya yane-işte o zaman way haline….
looser…ifadesi de ilgimi acaip çekti..Akaşa yayınevinin dipnotu gibi…”bu bir kaybedenler tribidir…”çok kişiyi kaybettiğim için geçmişte korktum..o kadar medeni olduğu düşünülen bir ortamda hem de looser muhabbeti…
belki daha sonra biraz daha düşünürsem yazabilirim…ama yinede yoruma yorum katmak için… yasarcinarnar@gmail.com
Düygü said,
Ekim 30, 2006 @ 06:45
Hayır hayır, bu diyarlarda bir insanın “varoluş kaygısı” gibi sofistike ve derin kaygılara öyle kolay kolay düştüğünü görmedim henüz ben :) Çok az insan tanıyorum öyle. Buraya gelip gerçekten görmeniz lazım elbete anlamak için. Bunun yazıyla anlatılması çok zor çünkü.
“Loser” kavramının çıkış noktası olduğunu sandığım ülke de burasıdır zaten. (Bu arada yukarıda yanlış yazmışım:). Fakat uzaktan bizler bu tip kavramları bambaşka algılıyor, alıp kendimiz kullanırken anlamlarında çok hafif ama çok önemli değişiklikler yapıyoruz. Türkiye’de bir dönem ortaya çıkan radyo programıyla “kaybedenler kulübü” edebiyatına kendini mensup hisseden insanlarbaşka türden insanlardı :) Sanırım özellikle “kaybedenler kulübü” yüzünden, Türkiye’deki loser anlayışı başka bir şeydir bence.
Buradaki (ABD) loser kavramı ondan çok başka bir şey. Çok daha yüzeyde bence. Mesela yalnız yemek yersen “Loser” gibi görünürsün. (Örnek burada)
Kötü bir araban varsa losersın. Kız/erkek arkadaşın yoksa losersın. Falan filan…
İnsanlar yalnız yemek yemekten kaçıyorlar köşe bucak burada :)
NAR said,
Aralık 30, 2006 @ 09:19
Zannedersem looser dan kasıt daha başka birşey,sanki yalnız kelimesinin birinci anlamı gibi,bu arada ilginç bir olay ,yalnız yemek yemek zaten sevdiğim bir olgudur,bir de bizim diyarlarda karizmatik hadisedir.Gerçekten de uzaktan betimlense dahi kavranması zor bir şey galiba.Ama Amerikan toplumunun unutkan belleği ve ortalama zekasını düşündükçe,imaja dayalı Freudian sanılan bu tavırlar içine giren insanları gözlemlemek otlayan keçileri görmekle aynı şey,ama yine de afiyet olsun.
Ahmet said,
Şubat 13, 2007 @ 21:56
naber duygu beni hatırladınmı ? ankara dan yan komşun ve ana sınfı öğretmenin+tuğba ,tülay teyzen