Assateague Adası ve Yaban Ponileri
Benim problemim şu hayatta yapmak istediğim her şeyi kafamda kocaman işler haline getirmem. Mesela şu blog yazısını ne zamandır yazacağım, yok biraz daha araştırayım, güzel bir şeyler yazayım filan derken hayat geçip gidiyor. O sırada ben paylaşamadığım yüzlerce fotoğrafa dönüp bakacak vakti bile bulamıyorum. Niye, maksat her şey mükemmel olsun, kafamda büyüdükçe büyüyen, sofistikeleştikçe ürkünçleşen o kalıba otursun. Eşittir: üşenilsin, cesaret edilemesin.
Bir yandan da bir şeylerin spontane şahaneliklere dönüşmesine bu kadar aşk gibi, saplantı gibi hisler beslemem de bu yüzden herhalde. Benim uğraşmama gerek kalmadan kendiliklerinden oluverince bir şeyler, ne kadar da güzeller… Yani mesela birkaç hafta önceki 4 günlük Şükran Günü tatilini ele alalım. Perşembe, cuma, cumartesi ve pazardan ibaret tatilin, cuma günü dışında hiçbir planım yoktu. Cuma gününü, bir arkadaşın doğum günü için onunla ve ailesiyle geçireceğime söz vermiştim.
Tatil günleri yaklaştıkça, bu fırsatı yolculuk yapmak için niye değerlendirmedim diye hayıflanacak kıvama geldiğimde açtım Google’ın haritasını, 2 gün (cts, pazar) için nereye gidilebilir diye Washington DC çevresindeki coğrafyaya bir göz attım. Bir de ne göreyim, hemen yakındaki Chesapeake Koyu’nun (çesapiyk diye okunuyor) ötesindeki Delmarva yarımadasının doğu kenarından fırttırmış bir çizgicik, bir ince uzun ada, bir acayip coğrafya parçası. Hemen görmeliyim! dedim. O kadar da şanslı oluyorum ki bu spontane karar anlarında. Niye mi mesela?
Çünkü o çizgi toprak, meğer Assateague Ulusal Parkı imiş. Meğer o parkta yaban ponileri yaşarmış… Bir tarafı Atlantik Okyanusu’nun nefis kumları, diğer tarafı tatlı-tuzlu su karışımı bataklıklar ve yeşillikler imiş. Mavi yengeçler buralarda yaşarmış. “Yaban ponisi” lafını görmüştüm ya artık kimse tutamazdı beni. Hemen bir arkadaşıma haber saldım, gelicen mi atları görmeye? Gelirim. O zaman cumartesi sabah erkenden yola çıkıyoruz. Tamamdır…
İşte fotoğrafları:
Assateague Adası, Ocean City adı verilen popüler bir sahil şehrinin hemen güneyinde. Normalde bu şehir yazları vıcık vıcık insan kaynıyormuş. Ben bu tip yerlere alakasız zamanlarda gitmeyi seviyorum. Biz vardığımızda pek kimseler yoktu.
Kuvvetli esen rüzgarı arkasına almış bir kadın, o rüzgar sayesinde kanat çırptıkları halde ilerlemeden havada aynı yerde asılı kalabilen martılara ekmek atıyordu. “Armut piş, ağzıma düş” dediğimiz şey bu olsa gerek. Dünyanın neresine gidersek gidelim, birileri martıları beslerken hem martılara hem insanlara bakmak çok keyifli.
Bu da adanın bataklık tarafı. Louisiana’da geçen beş senenin ardından biliyoruz ki “bataklık” deyip geçmeyeceğiz.
Gezindikçe “peki ama atlar nerede” derken dönüş yolunda bizi yollarda karşıladılar. Parkın her yerinde “Ponileri beslemeyin, onlara dokunmayın ve çok yaklaşmayın, ısırabilir veya çifteleyebilirler” temalı uyarı levhaları asılı olduğundan insanlar durmuş ama arabalarından inmiyor sadece atlara bakıyordu. Ben de camımı indirdim. Fotoğraf çekmeye başladım. Bu sırada atlardan biri bana doğru gelmeye başladı.
“Yassah gardeşim çekmeğğğ”
“Şşşşş kime diyorum. Ehliyet ruhsat lütfen.”
“Memur bey, dayanamıyorum, sevicem kusura bakmazsanız. Bu kadar tatlı olmasaydınız.”
“Eh, hadi peki bu seferlik ceza yazmıyorum, ama bi daha olmasın”
“Tamam!”
ABD’de yaşıyorsanız, veya bir şekilde yolunuz düşerse mutlaka, turistsiz zamanda, hava soğuk filan demeden gidiniz… Kamp da yapılabiliyor, rivayete göre sabah çadırınızın etrafında dolanan atlara günaydın diyerek uyanıyormuşsunuz.
İşte bu maceranın yazısı da kendisi gibi spontane oluverdi. Şekilli kapanış yapacağım diye uğraşmayacağım. Selam, sevgi.
Meren said,
Aralık 9, 2011 @ 00:36
Ahah ay öldüm.
Fisheye lens istettin canımı :) Eferin. Yazının girişindeki halet-i ruhiye de aklıma şunu getirdi:
https://twitter.com/#!/merenbey/statuses/96374893171576832
Öptüm.
Biyolokum said,
Aralık 9, 2011 @ 00:40
Ya fisheye’ımı çok seviyommmm hakkaten, çok da haklıyım di mi! :)
Halet-i ruhiye hakkında ne de güzel demişsin!
Tuğçe said,
Aralık 11, 2011 @ 14:03
Şükür kavuşturana sayın Biyolokum =)) Lütfen ince eleyip sık dokumadan aklına ne geliyorsa hemen yaz çünkü sayfanı0 açtığımda aynı başlığı görüp her seferinde hayal kırıklığına uğruyorum.=)
Melikeadlıkişi said,
Aralık 15, 2011 @ 02:51
Yirin seni, çok nefis yazı. Öpbek.
alexandra said,
Aralık 20, 2011 @ 04:51
Gelicen mi? yapalım mı? Gidelim mi? Hadi yola koyulalım? gibi benzeri sorulara evet yanıtı veren insanları özledim… Ne güzeldir ki onlara sahipsiniz.. Yabancı kültürlerde yetişmiş insanların bu tarz sorulara verecek her zaman bir olumlu yanıtları vardır ve bu benim her zaman çok hoşuma gitmiş bazen de imrenmişimdir.. neden imrenmişimdir? Çünkü bulunduğum ülkede bu cevap; arada sırada evet iken artık hayır’a dönmüştür. Ve soruyu soran ve cevaplayan da artık ben olduğum için bu durum birşeyi değiştirememekte.. Hay alaam nereden neredeye geldim ya, süpersonik derece alakasız konulara geçebilirim, efenim yeniden yazdığınızı gördüğüm için acayip sevindirik oldum. İnşalla bu yazma olayınız pek bi spontane olarak sık sık gerçekleşir :D
ps: fotoğraflara hasta oldum!
Kamil said,
Aralık 25, 2011 @ 09:49
Fotoğraflar güzel, arşiv geniş, ben de yeni bir blogger daha keşfettim, iyi oldu bu:) İlk paragrafla aynı fikirdeyim.
kerem said,
Şubat 1, 2012 @ 02:57
:) fotoğraflar çok güzel spontan olduğuna inanmadım bi an tüm bu fotoromanın:)))
bu arda poniler ısırır mı yaa??
“Kriptografi Gördüm”, Wunjo… » Fethiye’nin Saklıkent’i said,
Eylül 28, 2012 @ 01:30
[...] önce ABD’deki bir hafta sonu gezmesinde gittiğim Assateague Adası‘nda çektiğim fotoğrafları siyah beyaza çevirip sonuçtan çok memnun kalmıştım. [...]